Öğrenme ve İç Dünyamız

Öğrenme insan yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Her kişi kendi yolculuğunda, her an öğrenme deneyimi içerisindedir, dolayısıyla öğrenme her yaşantı içerisinde kendine yer bulur.  Öğrenme hali yalnızca bir bilgiyle karşılaşma ve zihinsel bir fonksiyondan ibaret değildir; bilişsel, duygusal ve sosyal değişkenlerin etkileşimlerinden kaynak bulan bir işleyiş olarak düşünülebilir.

Bu kavramın izini etimolojisi ve kelime anlamı içerisinde sürerek yola çıkmak ve öncelikle de TDK sözlüğe kulak vermek zenginleştirici olacaktır. “Öğrenmek (TDK; 2025); “Bilgi edinmek; bellemek” ve “Yetenek, beceri kazanmak” olarak tanımlanır. Etimolojik olarak ele alındığında öğrenmek kelimesi Nişanyan Sözlüğe göre; eski Türkçe “öğren;“ alışmak, evcilleşmek, ünsiyet kazanmak yani yakinlik” fiilinden evrilmiştir. Eski Türkçe öğün, ésürü, topluluk sözcüğünden –an ekiyle türetilmiştir. Bu tanımlar, öğrenme kavramına dair değişkenleri ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Bilgi edinmek bize, dış dünyadan iç dünyaya doğru bir hareketi anlatırken; bellemek yani bellekte tutabilmek zihinsel fonksiyonların varlığına gönderme yapar. Evcilleşmek ise ehli duruma gelmek, anlamını taşır. İkinci tanımda yer almakta olan “alışmak” ise bir işi, bir eylemi yapa yapa,  kolayca yapabilecek bir duruma gelmek anlamındadır. Bu da öğrenme sürecinde uyum sağlamanın, devamlılığın, sebat etmenin önemine işaret eder. Bu iki kelime varlıklarıyla “öğrenme”  kelimesinin içerisine ruhsal işleyişi davet eder. Öğrenme her ne kadar bilişsel süreçleri işaret etse de insan varlığı bilişsel, bedensel ve ruhsal işleyişin harmonisine dayanır.

İnsan sadece bir beden ve bedene ait fizyolojik işlevlerden ibaret değildir. Bedene ve fizyolojik işleyişe anlam katansa insanın ruhsal dünyasıdır. “Soma” yani beden de ruhsal işleyişin ayrılmaz bir parçasıdır. Bir başka deyişle beden; ruhsal ve zihinsel işleyişe ev sahipliği yapar. Aralarında bir ahenk vardır. Zihinsel yetilerin varlığıyla “ben”i duyumsamak ve ayırdına varmak mümkündür; dış dünyayı ve ötekini de ancak zihinsel yetilerimizle duyumsarız.

Öğrenmenin gerçekleşebilmesi aynı zamanda insanın bağımsız bir şekilde varoluşu üzerine inşa olur. Ruhsal dünyamızda ilk bağların temeli doğum öncesinde ve doğum sonrası erken dönemde atılır. Öğrenme de duygusal açıdan temellerini bu ilk nesneyle yani anneyle güvenli bağlar oluşturma ve güvenli bir şekilde ayrışabilme deneyimlerinden alır. Kısacası öğrenme ötekinin eşliğinde ve onunla bağ kurarak gerçekleşir.

Öğrenmeyi Etkileyen Duygusal Dinamikler

İnsan doğuştan getirdiği fizyolojik ve bilişsel bir donanıma sahiptir. Erken dönemde kurulan bağlar, ilk öğrenme deneyimleri için bir zemin oluşturur.  Kurulan bağın niteliği zihinsel ve duygusal işleyişe yön verecek önemli bir değişken olacaktır.

Youell (2006)  öğrenme üzerine düşünürken, psikanalist Melanie Klein’ın “Zekâ Kuramına Bir Katkı” makalesinden yola çıkar. Bu metin her çocuğun dünyayı keşfetme arzusuyla doğduğu fikrini okuyucuya sunmaktadır. Bu durumu  “bilme dürtüsü” olarak adlandırır. Daha önce de bahsedildiği gibi bu merak, başlangıçta anneye ve annenin içinde neler olduğuna yönelen bir meraktır. Bu merak, anneye yönlenen odağını önce diğer aile fertlerine ve zamanla da dış dünyaya doğru çevirir. Youell, keşfetmeye dair bu merakın öğrenme arzusunu oluşturduğunu söyler. Her insanın yaşam boyu öğrenme ve bilmeye dair tahammül geliştirmeye yönelik bir mücadelesi olduğundan da bahseder. Öğrenmenin bu bağlamda “keşfetmek/bulmakla” “hakikati bilmeme” arzusu arasında bir gerilim olduğunu, öğrenmenin bu sorunun tam da merkezinde yer aldığını ifade eder.

Keşfetmek, öğrenme süreçlerinde temel bir yere sahiptir. TDK’ye göre keşfetmek; bir kimsenin “Var olmasına rağmen kimsenin görmediği, bilmediği bir yeri veya bir şeyi ortaya çıkarması; bulması” olarak tanımlanır. Ortaya çıkarmak, bilinmeyeni o kişi nezdinde bilinir hale getirmektir. Bu da kâşifi, keşfinin ardından bu bilgiyle ne yapacağı sorusu ile baş başa bırakır, kaşife yeni sorumluluklar yükler.  Bu durum bizlere öğrenme arzusunun ikircikli doğasını anlatır.

Youell (2006) “Dünyanın kabul edici, büyüleyici bir yer olduğuna inandırılan çocuk onu keşfetmek için istekli olacaktır. Yeter ki geride dönülebilecek güvenli bir yer olduğunu bilsin.” der ve bu örüntünün yaşam içerisinde gelişim sürdükçe çok da değişemediğinden ve hep güvenli bir yerin arzulandığından bahseder. Bahsi geçen güvenli olan nedir,  nasıl oluşur ve öğrenme süreçlerine nasıl katkı sağlar gibi sorular üzerine düşünmek önem taşır.

Öğrenme süreçlerinde pek çok farklı duygu yer alır. Youell (2006), öğrenmenin keşfedici yönü ve akademik yaşamın bilinmezleri arasında ne yaşanırsa yaşansın, çocuğun güvenli bir yer ve kapsayan ebeveyne ihtiyacının da altını çizer.

Öğrenmede Ötekinin Varlığı

Yenidoğanın hayata uyumu ve gelişimi açısından bağ kurma temel bir meseledir. Öğrenme zihinsel bir işlev olsa da ötekinin varlığına yaslanır. Daha öncede belirtildiği gibi başlangıçta anneyle başlayan bu süreç, ardından üçgeni tamamlayan babanın güçlenen varlığıyla sürer. Anne ve babanın olamadığı bir yoksunluk durumu halinde anne-baba işlevini sağlayan ve sürdüren anlamlı bir ötekinin/ebeveynin varlığı devreye girer.

Bebek geliştikçe anneye olan güçlü bağın niteliği dönüşmeye başlar. Bu bağımsızlaşma yolculuğunun emekleme dönemidir. Olağandışı bir durum ve yaşam olayı gerçekleşmedikçe, çocuk fizyolojik olarak artık kendi bakımını sağlayabileceği bir yeterliliğe ulaşmıştır. Dünyada olan bitenlere dair merak, harekete geçme arzusunu destekler ve öğrenme güdüsünü ateşler.

Büyürken ve gelişim basamaklarında adım adım ilerken halka giderek genişler. Öğrenme deneyimlerinin temel bileşenlerinden biri olan “keşfetmeye” eşlik eden kişiler çoğalır. Yavaş yavaş oluşan sosyal çevrede daha fazla sayıda akran bu çembere dâhil olmaya başlar: Deneyimlerle öğrenme işlevi ve işleyişi sürüp giderken zihinsel, duygusal ve sosyal hazır oluşla birlikte okul çağına yaklaşılır. Artık, evdeki güvenli ortamdan ve aşina olunan bağlardan bir yenisine transfer söz konusudur.

Okullar eğitim ve öğretim kurumlarıdır. Bu iki temel bileşenden biri olan öğretim, çocuğun büyüme yolculuğunda bilgiye, pedagojik ihtiyacı dışlamadan gelişimsel ihtiyaçlar açısından da çerçeve sunan bir kavramdır. Artık öğrenmeye, öğrenme ve öğretme süreçlerine hâkim bir ya da birçok kişi –öteki– çocuğa eşlik edecektir. Evin sınırları dışında yeni bir “yer/mekân” çocuğun yaşamına katılır. Keşfetme arzusu ve heyecanla dolu çocuk için atılan bu ilk adım, bir yandan da endişe vericidir.

Çocuğun ruhsal dünyası okul ortamında pek çok “yeni” ile karşılaşır. Yeni okul ortamı ve kişiler, çocuk tarafından içselleştirilir ve zamanla bu ortama ve kişilere aidiyet geliştirilir.  Çocuk bunları deneyimlerken ilk anlamlı bağın kurulduğu nesneden, “anne”den uzakta bir mekânda, bilinmezlikler içeren yaşantıların içerisinde kendisini bulur. Yetişkin dünyası tarafından tanımlanan okul kavramını çocuksu iç dünyada anlamlandırmaya çalışır.

Okula gitme zamanı geldiğinde artık belirleyici olan çocuğun duygusal dünyası değil de dış dünyadır. Çocuk yani yeni adıyla öğrenci/çocuk, kimi zaman yeni yaşam ve öğrenme deneyimlerine duygusal açıdan hazır olur,  kimi zaman da duygusal ve gelişimsel olarak bu hazır oluş için zamana ihtiyaç duyar. Bazen bu hıza ebeveyn olarak uyum sağlamak da pek kolay olmaz. Her çocuk için uyum sürecinde farklılıklar söz konusudur ve alışmak ya da uyum sağlamak akranlarla benzer hızda deneyimlenmez.

Akademik yaşama yelken açan çocuğun heyecanının benzeri ailede de yaşanmaktadır. Bu yaşantıya; arka planda hayaller, beklentiler, idealler eşlik etmektedir. Anne baba ve çocuk için yeni bir kaygı alanı açılır. Ebeveyn idealleri çocuğun küçük sırt çantasının içine görünmez bir şekilde yerleşir.

Bu gelişim döneminde çocuk ilgisini de dış dünyaya ve yaşıtlarına yöneltmeye daha hazırdır.  Çocuk, dış dünyada olan biten bu değişimlerle baş başadır ve nasıl baş edeceğini bulmak durumunda kalır (Youell, 2006). Bu da bizlere her bireyin gelişiminin kendine özgü hızını ve yapısını hatırlatır. Eğer çocuğun iç dünyasında anne ve babaya dair sağlam ve güvenli nitelikte zihinsel temsiller oluşmuşsa sürece uyum daha kolaylaşacaktır.  Çocuk anne ve babayı ve tanıdığı ev ortamını geride bırakarak okula gelmektedir. Anne ve babaya dair sağlam ve güvenli zihinsel temsiller çocuğun, güvende hissettiği ortamı geride bırakabilmesini ve okuldayken anne babadan ayrı kalabilmeye dayanıklılık geliştirmesini sağlayacaktır. Bunun tersi bir durumdaysa okuldaki yaşam ve öğrenme ortamı çok kaygı verici olabilecektir.

Erken dönemde anne ve babayla kurulan bağın niteliğinin eğitim ortamına aktarımından bahsetmiştik. Okul hayatıyla birlikte çocuğun yaşamına dâhil olan eğitimciler de bu aktarımın nesneleri olarak süreçte yerlerini alırlar. Çocuğun yeni nesnelere yatırımı, bu nesnelerle kuracağı güvenli bağ zamanla olgunlaşır, bir zihinsel işlev olarak öğrenme ise bu zemin üzerinden hareket eder.

Okul ortamında çocuk için akranlar ve öğretmenler, çocuğun içinde yer aldığı aile dinamiklerinin dışında, tanıdık olmayan ve ancak deneyimlerle tanımlanacak bireylerdir. Artık hayat sahnesinde anne ve babaya dair bağ ve idealleştirmelerin yansıyacağı yeni yüzler vardır. Tanıdığı bildiği aile dinamiklerinden temel alan çocuğun ruhsal dünyası ve orada varlığını hissettiren tüm yaşantılar,  bir projeksiyon perdesi gibi ötekine yansır. Özellikle öğretmenler bu geçişin en yakın nesnesi olurlar. Bazen anne, bazen baba, bazen çekirdek üçlüye ait bağın temsili oluverirler. Bir yandan koruyucu ve bir o kadar da kapsayıcı olan çerçevenin yani kuralların, düzenin ve sistemin de temsilidirler.

Erken gelişim dönemlerde bebeğin dünyaya geldiği ilk zamanlar nasıl bebek beslenirken anne memesinden ve yanı sıra annenin gözlerinden kendi gerçekliğini ve dış dünyayı tanımlıyorsa -ki bu aynalayan bakışın niteliği gelecek ruhsal yapının filizleneceği yerdir- okul ve öğretmenler dış gerçekliğin sunduğu yeni ötekiler(eğitimciler) olarak çocuğun bakışını yansıttığı öğeler olacaktır. Bilginin eşliğinde çocuğun bilişsel, sosyal ve duygusal ihtiyacını duyumsayarak, aynalayarak ona eşlik edeceklerdir.

Okulun varlığı niteliksel açıdan evden /ev içi dinamiklerden bazı farklılıklara sahiptir. Okulun kendine özgü bir yapısı ve kurallarının sunduğu bir çerçeve vardır. Bağlar ve ilişkilerin yanı sıra okul, bilgi ve öğrenme malzemeleri sunar. Bu da iç dünyaya düşen yeni bir yaşantıdır. Çocuksu merak artık akademik olana yatırılır. Bu yatırım iç dünyada farklı endişelerin ve duyguların varlığını hissettirmeye başlar.

Öğretmen bir yandan bilgiyi sunan ve adı üzerinde öğreten olarak tanımlansa da, özellikle evden okula geçişlerin ilk yıllarında,  anne kucağından, evin sıcaklığından varılan yerdir ve yeni sistemin ilk temsilcisi olur. Öğretmen duruşuyla, ifadeleriyle, sözcükleriyle, sesiyle; bilinmez, tekinsiz olanı,  çocuk için daha bilinir ve anlaşılır hale getirendir. Bir diğer deyişle okul ve öğrenme dünyasına ait bu bilinemeyen dilin tercümanıdır. İşte bu nedenle, öğretmenin gözlerine, çocuk bazen endişeli, bazen coşkulu, bazen onay arayan, bazen de karşı koyan, direnen, kızan vb. bakışlar yöneltir. Aslında bu bakışlar, çocuğun yeni mekân ve durumda edineceği yer ve konuma dair arayışın da ifadesidir.

Öğrenim hayatıyla tanışmanın ve onu sürdürmenin her çocukta farklı yansımaları olur. Akademik hayatta bilgi edinmeye ve öğrenmeye dair beceri geliştirme, başarı gösterme ve performans sergileme ihtiyacı daha fazla kendini hissettirir, farklı yönleriyle çocuğun dünyasında yer alır. Ortaya bir performans koymak gerekmektedir ve bu durum çocuğun iç dünyasında güçlü duygular yaratır. Uyum sağlanacak çok şey vardır. Sınıfın diğer üyeleri olan akranlar, farklı disiplinlerden eğitimciler, kural ve çerçevenin temsilcisi yöneticiler, bilginin dijital ve baskılı kaynakları, görseller ve benzerleri. En önemli değişim de yazmak ve okumak eylemine girişmekle olur. Bu süreç imgesel olan ses ve sözcükler, öğrenilen harflerin bir araya gelmesiyle simgesel olana yani yazı diline dönüşür. Sesler harflere, harfler kelimelere, kelimeler de cümlelere evrilir.   Bu zamana kadar kullanılan dilin yeni ifade şekilleri ve biçimleri var olmaya başlar. Bu süreçte heyecan verici öğrenme serüveni, bir yandan da bir o kadar kaygı verici olmaya başlayabilir.  Edinilen bilgilerle dış dünya daha da zenginleşecek ve çocuğa anlamlandırma ve yorumlayabilme konusunda yol gösterecektir.

Okul Yaşamına Adım Atan Çocuğun Anne Babası Olarak Nasıl Eşlik Etmeli?

Bir öğrenci olarak çocuk okul yaşamında yeni adımlar atarken “Anne baba olarak nasıl eşlik etmeli?” sorusu zihinleri meşgul eder. Öğrenme süreci olumlu yaşantıları içerdiği kadar hayal kırıklıkları, beklentilerle yan yana durabilme, kimi zaman da bu beklentileri karşılayamama gibi zorlayıcı pek çok deneyimi de içine alır. Eğitimciler yaşanan bu zorlayıcı durumları öğrencinin ruhsal dünyasını da kapsayarak, onu cesaretlendirerek, tekrar tekrar öğrenme sürecine davet ederek sürdürürler, bu onların uzmanlık alanıdır.

Okul yaşamıyla ev ödevleri, projeler, sunumlar, etkinlikler, çocuğun hayatına girer. Tüm bunlar aynı zamanda ev yaşamının da bir parçası olur. Artık evdeki zaman da çocuğun okul yaşamının gerekliliklerine göre yeniden düzenlenecektir. Tıpkı çocuğun okul yaşamına uyum sağlaması nasıl bir ruhsal enerji alıyorsa, ev ortamı da bundan payını alır. Okulun değişmez parçalarından biri olan kurallar ve çerçeve, evdeki çerçevenin de yeniden düzenlenmesine ihtiyaç doğurur. Akşam yatış ve sabah kalkış saatleri, yemek ve beslenme düzeni,  ev ödevi, aktivite ve oyunlara ayrılan sürenin düzenlenmesi gibi. Bunlar da öğrenme sürecinin tamamlayıcıları gibidirler. Bu da tüm aile bireyleri için uyum sağlanması gereken bir durum olarak ortaya çıkar.

Çocuk için bir diğer değişken de sınıf içerisinde öğrenme ortamının parçası olan sınıf arkadaşlarıyla birlikte ortak bir öğrenme ortamını paylaşmaktır. Bir öğrenci olarak çocuk öğretmeninin sunduğu yöntem ve bilgilerle bir keşif içerisindedir. Evin dikkatleri üzerinde toplayan daha ayrıcalıklı alanından, daha kalabalık bir grup yaşıtıyla var olmak meselesidir iç dünyaya düşen. Bazı duygular ve bu duyguların tanımları tazelenir. Anne babaya dair içselleştirilenin yansıtıldığı bir yüz olarak öğretmen sınıfın diğer öğrencileriyle paylaşılmaktadır. Bu çok da kolay değildir.

Çocuk bazen kendini becerikli ve baş edebilir hisseder; bazen de tam tersini. Öğrenme deneyiminden kimi zaman büyük bir heyecan ve mutluluk yaşar, kimi zaman da hayal kırıklığı, kızgınlık ve küskünlük. Yetişkinler olarak bizler öğrenme sürecinin engebeli bir yol olduğunu, yolunda gitmeyen durumların olabileceğini, bunun çocuğu ya da genci yaralayabileceğini biliriz. Bir diğer sahip olduğumuz bilgi de sağlam bir çerçevenin kapsayıcı etkisinin onarıcı olduğudur.

Çocuklar bazen okuldan eve bahsedilen hayal kırıklıklarıyla dönerler. Kırılgan ve gelişmekte olan iç dünyalarında tanımlı olan “en iyiyi” ve “en güzel armağanı” verme arzusundaki çocuk, anne ve babayı hayal kırıklığına uğratmaktan korkmakta, endişe etmektedir.  Her çocuk bu hali kendi ruhsal dünyasının yol ve yöntemiyle deneyimler ve dış dünyaya yansıtır. Kimisi ağlayarak, kimisi hiçbir şey olmamış gibi davranarak, kimisi daha hırslanıp telafi edici bir çabaya girerek, kimisi akademik yaşama ya da bazı sorumluluklarına uzakta konumlanarak iç dünyasındaki harareti dindirmeye ve bu durumla yan yana kalmaya çalışır. İşte bu noktada anne ve baba ya da bakım veren kişi olarak çocuğun ihtiyacına eşlik etmek ve onun endişesini anlamak önemlidir. Bu yaşantılar anne ve babanın içinde de bir ateş yakabilir. Bazen bu ateş meselenin özünden bizleri uzaklaştırabilir. Çaresizlik hisleriyle ve fark etmeden geliştirilen bazı tutumlar, onarılabilecek olan bu hayal kırıklığını tersine güçlendirici etki yaratabilir.

Öğrenme sürecinin hayat boyu süren bir yolculuk olduğunu, bu yolculukta merak ve keşif duygusunun etkisine ihtiyaç olduğu bilgisinden uzaklaşmadan çocuğun yaşantısını ele almak önem taşımaktadır. Anne baba tarafından gösterilen cesaretlendirici ve kapsayan bir yaklaşım,  yolunda gitmeyen her neyse onu anlamaya ve onarmaya alan açan bir bakış açısı, çocuğun merak, keşfetme ve öğrenme arzusunu sürdürebilmesini destekleyecektir.

Yazan:
Funda Tezer
Uzman Psikolojik Danışman

Kaynakça

Youell, B. (2006).Öğrenme İlişkileri Eğitimde Psikanalitik Düşünce. Düş/Düşün Serisi, Sayı:45, İstanbul, Bağlam Yayınları.

https://www.nisanyansozluk.com/

https://sozluk.gov.tr/