“Böyle amaçsızca yüzmekten bıktım usandım. Başka yerlerde neler olduğunu öğrenmek istiyorum. Bu düşünceleri kafama bir başkasının soktuğunu sanabilirsin, ama ben uzunca bir süredir kendim düşünüyorum bunları. Arkadaşlarımdan da bazı şeyler öğrendim elbette; örneğin, birçok balığın yaşlanınca, “Hayatta hiçbir şey yapmadık, hayatımızı boşa geçirdik.” diye yakındıklarını biliyorum. Durmadan sızlanıp dururlar. Ben yaşamanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istiyorum; durmadan aynı şeyleri yapmak, yaşlanana kadar başka bir şey yapmadan yaşamak olamaz; dünyada yaşamanın anlamı bundan daha fazla olmalı!” der Küçük Kara Balık…
Küçük Kara Balık masalını bilir misiniz? Masal soğuk bir kış gecesinde yaşlı bir balık ninenin torunlarına hikaye anlatmasıyla başlar. Küçük Kara Balık annesiyle bir derede yaşar. Günün birinde annesine içinde yaşadıkları derenin ötesini görmek istediğini ve orada nelerin olduğunu bilmek için gitmesi gerektiğini söyler. Annesi, itiraz etse de hayatın sadece yaşadığı bir yer olmadığını, başka yerlerde neler olduğunu merak ettiğini anlatır. Küçük Kara Balık sonunda hiç bilmediği bir dünyaya doğru yolculuğa çıkar. Hikayenin sonunda yaşlı balık nine yatmaya gittiğinde bütün balıklar da uyumuşlardır. Sadece Küçük Kırmızı Balığın gözüne uyku girmemiş, o bütün gece denizleri düşünüp durmuştur. Bütün balıklar var olduğu dere içinde yaşamayı kabullenirken, Küçük Kara Balığı dünyanın sadece yaşadığı yer olmadığını düşündürerek harekete geçiren merak duygusu nasıl oluşmuştur?
Merak Olgusuna Bir Bakış
Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek olarak tanımlanan merak, aslında bilinmeyeni bilmek, bulunmayanı bulmak, düşünülmeyeni düşünmektir. Merak, her dönemde ilgi çeken ve araştırılan bir konu olmuş, ancak hakkındaki düşünceler hiçbir zaman tutarlı olmamıştır. Antik çağda bir erdem, Ortaçağda ise bir kusur olarak algılanan merak, Rönesans dönemi ile birlikte tekrar itibar kazanmıştır. Belki bu nedenle merak Türk Dil Kurumunda olumlu olarak tanımlanan bir ifadeyken, eş anlamlısı ise “tasa, kaygı, heves” olarak belirtilmiştir. Merakını yenemeyip yasak elmayı yiyen ve cennetten kovulan Adem ile Havva, kendisine açmamak üzere verilen, kötülüklerle dolu kutuyu merakı yüzünden açarak dünyaya yayılmasına neden olan Pandora bilinen en eski hikayelerdir. Merakın bir dönem olumsuz algılanmasının nedeni belki de merakın henüz hiç kimsenin sormadığı soruları sorması, bilenen bilgileri tekrar sorgulamayı da beraberinde getirmesidir. Galilie, dünyanın yuvarlak olduğunu iddia etmiş, tüm tepkilere rağmen, kimse onun merakının peşinden gitmesine engel olamamıştır.
Geçmişten günümüze merakla ilgili algılar değişkenlik gösterse de merakın bilgiye erişmek için önemli olduğunu anladığımız günümüzde, Kasım 2011’de Mars’a yollanan aracın isminin “Merak” olması hiç de şaşırtıcı değildir; çünkü bilimin ve bilimsel düşüncenin gelişmesindeki en büyük itici güç meraktır.
MERAK
…
Yine de, merakı yüzünden ölmez kedi,
Ölürse merak yoksunluğundan ölür,
Tam aksine, tepenin öte yamacını,
ya da yaşamın pastoral bir şiir olduğu
O imkansız ülkeyi görmek istemesi
Öldürmez kimseyi.
Meraklı olanlar,
Hayatta kalırsa, inanın,
Yalnızca onların
anlatmaya değer bir şeyleri var.
…– Alastair Reid
Neden Merak Ederiz?
Merak Bize Ne Kazandırır?
Merak, gözümüzü açtığımız ilk andan itibaren var olan bir dürtüdür. Başka insanların bildiği, bizim bilmediğimiz şeyler her zaman merak uyandırır. 1964 yılında yapılan bir araştırma, 2 aylık bebeklerin farklı kalıplarla karşılaştıklarında tanıdık olana değil, farklı olana doğru gittiklerini göstermiştir (Leslie, 2005).
Hepimiz hayata uyum sağlamak isteriz. Uyumu bozacak herhangi bir yoksunluk hissettiğimizde, bu yoksunluğu gidermek için harekete geçeriz. İşte bu çok erken yaştan itibaren bilinmeyeni bilme arzumuz, bizim uyum sağlamak, çevremizi anlamak ve hayatta kalmakla ilgili doğuştan getirdiğimiz bir güdüdür. İnsanoğlu var olduğu ilk andan itibaren doğayı tanımak, anlamak ve doğayla iç içe olmak zorunda kalmıştır. Sel, deprem gibi doğal afetler insanı bir yandan korkutmuş, bir yandan da insanın merakının artmasına ve böylece bilime yönelmesine neden olmuştur; çünkü doğa karşısında hayatta kalmak için onu daha iyi tanımak gerekmiştir.
Öğrenmenin temelinde de merak yatar. Psikanalist Melanie Klein, 1932’ de yazdığı “Zeka Ketlenmesi Kuramına Bir Katkı” adlı makalesinde, her çocuğun dünyayı keşfetme arzusu ile doğduğu önerisinde bulunarak buna “Bilme Dürtüsü” adını verir. Ona göre yaşamın ilk aşamalarında bu merak anne ve annenin içinde neler olduğu konularına odaklanmıştır. Zaman içinde çocuğun merakı, aile üyelerini ve onların anne ile olan ilişkilerinin doğası ve niteliği konularını da içine alacak şekilde genişler. Yakın aile üyelerine karşı olan ilgi yavaş yavaş dış dünyaya açılır ve öğrenme arzusunun temelini oluşturur (Youell, 2015). Bilginin, bilmenin kaynağı olan merak, bir şeyi anlamlandıramadığımızda bizi peşinden sürükler. Bildikçe, yeni şeyler öğrendikçe bilmek için daha çok uğraşırız. Ancak merak sadece bir öğrenme aracı değildir. Bazen de sadece bir amaçtır. Hedeflere ulaşmak için yaptığımız eylemler, sorgulamalar, bizi hedefe götüremese de yeni deneyimler sağlayarak bizi hayatta ve canlı tutar.
İnsan ilişkilerinde merak ise bizi sosyalleştiren bir araçtır. İlk tanıştığımız kişinin müzik zevkini, kitap seçimlerini, boş zamanlarında neler yaptığını merak edip öğrenmeye çalışmazsak, onun hakkında bir bilgi edinemeyip ilişki kurmakta ve bu ilişkiyi sürdürmekte zorlanabiliriz.
Çocuk ve Merak
Bebek doğduğu anda annesi ile karşılaşır. Dünyayı keşfetme isteği annesini tanımaya çalışmakla başlar. Annesinin sesi, kokusu onun için yepyeni bir deneyimdir. Anneye karşı geliştirilen merak, yavaş yavaş yakın çevreye doğru kayarak babaya, diğer aile üyelerine ve çevresini yönelir. Yatağını, yatağının parmaklıklarını, kendisine gösterilen oyuncakları merak eder. Onları anlamak için eller, ağzına sokar, bu şekilde merakını gidermeye çalışır. Merak ettiği her şeyi işaret ederek göstermeye başlar. Bu şekilde yakınındaki kişilerin merakını gidermesini ister. Bu onun sessiz konuşma şeklidir. Bebek daha yürümeye başlamadan eşyaları, dolapları, dolapların arkasında neler olduğunu da merak eder. Emekleyerek buralara ulaşır ve büyük bir hevesle karıştırır. Bunlar onun ilk keşifleridir. Zamanla bu keşifler daha uzak çevreye doğru yönelmeye başlar. Oyun parkına gidildiğinde oradaki insanları, çevreyi inceler, anlamaya çalışır. Artık oyun onun merakını gideren önemli alanlardan biridir.
Zihinsel süreçlerinin ve kelime hazinelerinin gelişmesiyle merak artık dile gelmeye başlar. 3-4 yaşlarındaki çocuk çok soru sorar. “Neden? Nasıl olmuş? Niçin?” gibi sorularla, merak ettiklerine devamlı cevap bulmaya çalışır. Bu dönemde anne ve babaların çok sık “O kadar soru soruyor ki ben yoruluyorum, ama o sormaktan yorulmuyor.” dediği görülür. Zaman zaman anne ve babalar çocuklarının fazla merak ettiği şeylerden zarar görme endişesini de yaşar; çünkü çocuklar sadece dolapların içini değil, prizleri, ateşi, yüksekten bakmanın nasıl bir şey olduğunu da merak eder. Çocukların bu davranışları deneyseldir. Bu dönemlerde çocukları korkutup ceza verirsek zaman içinde merak duyguları körelir. Bunun yerini korku alır. Korku ve kaygılar belli bir düzeye kadar bizi hayatta tutan ve olumsuz durumlardan koruyan bir baş etme biçimidir. Korku, keşfetmeye çalıştığı her şeyin zararlı olacağını düşünerek yeni deneyimlerden vazgeçirecek düzeye gelirse, çocukların öğrenme isteği azalabilir. Sırf yapacağı şeyin zarar vereceğini düşünerek ilk adımı atamaz, araştıramaz, keşfedemez. Hâlbuki yeni deneyimler için bazen riske girmek de gerekir. Riske girmek demek cesaret etmek demektir. Cesaret merakımızı daha ileri boyuta götürerek bizi eyleme geçirir.
Çocuğun dış çevreye dönen merakı bir yandan da kendi bedenine döner. Kendi vücudunu, organlarını, sonra da karşı cinsin organlarını merak eder. Evcilik, doktorculuk gibi oyunlarla hem kendi cinsel kimliğini, hem de karşı cinsi daha iyi tanıma fırsatı bulur. 6-7 yaşlarında cinsel merak azalarak yerini yeni bilgiler öğrenme merakı alır. 7-11 yaş çocuğun cinsel merakının azaldığı, yerine bilim, uzay, fizik gibi konulara karşı ilginin geliştiği yıllardır. Bu nedenle ilkokul dönemi çocuğun bilimsel bilgilere yatırım yaptığı, “Uzay nedir? Neden havada duramıyoruz? Köpekler neden konuşamaz?” gibi pek çok konuda sorgulamalar yaptığı dönemdir. Var olan sorgulamalarını araştırdıkça yeni bilgiler öğrenmek için harekete geçer. İşte bu dönemde kitap, sergi, gezi benzeri zengin uyaranlar onun dikkat, öğrenme, sorun çözme gibi zihinsel işlevlerinin gelişmesini sağlayarak büyümenin ve öğrenmenin önemli bir kaynağı olur.
“Merak küçük, narin bir bitki gibidir; bu bitkinin en önemli gereksinimi uyaranlar ve özgürlüktür.”
– Einstein
Ergen ve Merak
Ergenlik değişimin, dönüşümün olduğu yıllardır. Çocuğun ergenliğe geçmesi ile birlikte merak değişerek yeni bir döneme girer. Aileler için ergen kabuğuna çekilmiş, sadece kendi dünyasında var olan, çevreye ve olaylara karşı ilgisiz bir durumdaymış gibi görünse de merak sadece değişik bir hal almıştır. Ergen, merakını gidermek için ailesine soru sormak yerine, kendi merak ettiklerini anlamaya ve keşfetmeye çalışır. Bu keşif eylem odaklıdır. Ergen sadece yeni şeyleri merak eder. Ailece bir tatile gittiğinizde o etrafına bakmak, doğayı anlamaya çalışmak yerine telefonu ile ilgilenebilir. Hâlbuki daha önce oralara gittiğinizde her şeyi soran, coşku dolu olan çocuk gitmiştir. Bu ergenin heyecanlandığı, merak ettiği alanların değişimi ile ilgilidir. Artık ergenler için idealleştirdikleri kişiler, arkadaş çevresi daha önemlidir.
Ergen dış dünyayı da merak eder, ama bu ailesinin gösterdiği değil, kendi merak ettiği dış dünyadır. Merakını gidermek için sanal dünyaya adım atar. Facebook, twitter gibi sosyal ağlar ve birçok arama motoru merakını giderdiği yerlerdir. Bazen bu anne ve babalar için oldukça kaygı uyandırıcıdır; çünkü çocukları artık kendileri ile sohbet etmiyor, odasına kapanıyor ve yalnızlığı tercih ediyordur. Ergen aslında biraz da bu yalnızlığı sağlayabilmek için sanal dünyaya adım atar. Burada önemli olan anne ve babaların bu yalnızlığa atılan adımda kullanılan sanal dünyanın bir bağımlılık noktasına gelip gelmediğini ayırt etmektir. Bu bir bağımlılık değil, sadece mesafe alma ihtiyacı ise ergen zamanla anne ve babanın desteği ve inancını hissettikçe sanal dünyasından yavaş yavaş çıkararak ortak yaşama tekrar geri dönecektir.
Ergenlik çocuklukla yetişkinlik arasında kalan, “Ben kimim?” sorularının sorgulandığı bir dönemdir. Ergen her gün ayna karşısında kendini inceler. Bu sayede kendini tanımaya çalışır. Ergenlik temel olarak kim olduğunu bulmaya çalışmaktır.
Bilinmez olan her zaman kaygı uyandırsa da ergen değişime ve yeniliğe merak duyar. Ailenin de çocuğun içinde bulunduğu bu yeni döneme merakı artar. Bu nedenle çocuğunun odasını, çevresini araştırır. Arkadaşları ile ne konuştuğunu merak eder. Bazen ailelerin bu merakı o kadar yüksek seviyeye çıkar ki ergen kendini devamlı “bir göz” izliyormuş gibi hisseder. Hâlbuki ergenin artık aileden uzaklaşmaya çabaladığı ve belki de kişiliğini oluşturması için biraz uzaklaşması gereken bir dönemdir. Bu dönemde aile ne kadar çocuğunun ne yaptığını merak etse de birazda dışarıda kalmaya alışmalıdır. Bu dönem içinde ailenin en büyük endişesi çocuğunun merak duygusunun riskli olan davranışlara yönelmesidir. Geçmişte kurulan bağlar, ailenin ergene biraz mesafe bırakması, her davranışını merak ederek sorgulamaması ergeni aileden uzaklaştırmak yerine yakınlaştırır. Bu da ergenin merakını kendine zarar verecek alışkanlıklara değil yararlı olacak kanallara yönlendirir.
Anne Babalar Merak Duygusunu Nasıl Destekleyebilir?
Merak bizim doğuştan getirdiğimiz, zaman içerisinde herkes için farklılaşan, içeriği değişen ve hayatımızda önemli yer tutan bir güdüdür. Merak öğretilemez ancak, çevresel süreçlerin de merakı etkilediği düşünülürse anne babalar olarak bu duygunun kaybolmamasını ya da artmasını sağlayabilirsiniz.
Çocuklar bazen sizler için cevaplanması zor sorular sorabilir. O an cevaplamakta zorlanacağınızı düşünüyorsanız yanlış ve inandırıcılıktan uzak bilgi vermek yerine, dürüstçe bu konuyu kendisine nasıl anlatacağınızı düşünecek zaman isteyerek sonrası için ona bilgi vereceğinizi söyleyebilirsiniz.
Cinselliğe ilişkin sorularla karşılaştığınızda suçlayıcı, korkutucu ya da utandıran cevaplar vermeyerek yaşına uygun bilgiler verebilirsiniz.
Çocukların sordukları sorulara yaş düzeyine uygun ve kısa cevaplar vermelisiniz. Bazen de yanıt vermek yerine bu konuda doğru bilgileri nereden bulacağını öğreterek rehberlik yapabilirsiniz.
Çocuğunuz sorular sorduğu zaman onun konuya daha farklı bakmasını sağlamak amacıyla sorduğu konu ile ilgili farklı bir soru sorarak bakış açısının derinleşmesini ve daha detaylı düşünmesini sağlayabilirsiniz. Örneğin “Neden güneşi akşam göremeyiz?” gibi bir soru sorduğunda ona güneşi ne zaman görebileceğimizi sorabilirsiniz.
Bazen, çocuklar merakları yüzünden zarar görme riski de yaşarlar. Elbette ebeveynler, çocukların merakının kendilerine zarar vereceği noktalarda seyirci kalmamalıdır. Ancak müdahaleleri, çocuğun keşfetme merakını yargılayan ve onu korkutan tepkiler şeklinde olmamalıdır. Çocuğun güvenli bir şekilde merak etmeye, keşfetmeye ve dolayısıyla öğrenmeye de devam edebilmesi adına onun yaşına uygun yönlendirmeler yapabilirsiniz.
Masalların hayal dünyasını geliştirdiğini, çocukları rahatlattığını ve sakinleştirip daha rahat bir uykuya geçirdiğini biliriz. Peki, masalların çocukların meraklarını da tetiklediğini biliyor musunuz? Masallarda geçen hikâyeler çocukların meraklarını tetikleyerek yarım kalan hikâyenin sonunu merak etmek ya da orada geçen bir hayvanı, ya da bir ülkeyi merak ederek araştırmak çocuklarda çok sık görülebilecek bir davranıştır. Bu nedenle ona bol bol kitap okuyabilirsiniz.
Son Söz…
Leslie (2015) kitabında Leonardo da Vinci‘nin bir mağarayı inceledikten sonra yazdığı bir yazıdan bahseder. Büyük bir mağaranın girişine ulaştım, böyle birşeyin varlığından haberdar olmadığım için şaşkınlık içinde bir süre durdum… İçeride ne olduğunu görüp göremeyeceğimi anlamak için sıklıkla bir sağa bir sola eğildim, ancak içerideki derin karanlık buna izin vermeyince bir süre daha böyle durduktan sonra içimdeki iki karşıt his uyandı, korku ve arzu-tehditkâr, karanlık mağaranın uyandırdığı korku hissiyle mağaranın içinde harikulade şeylerin olup olmadığını görme arzusu (s. 83-84). Vinci’nin yazısının sonunu bilmesek de onun hayatından ve keşiflerinden, tüm cesaretini toplayarak merak duygusunun peşinden mağaraya gittiğini düşünmemek elde değil…Tıpkı Küçük Kara Balığın denize açılması gibi…
Yazan:
Hülya Seferoğlu
Psikolojik Danışman