Bağımsızlaşma Yolculuğu

Bir geminin uçsuz bucaksız sularda akıntıya kapılmamak ya da fırtına çıktığında güvende olabilmek için kullandığı bir yöntemdir demir atma. Çıpanın bir ucu güçlü halat ya da zincirlerle gemiye bağlıdır, diğer ucu ise serbesttir. İhtiyaç anında kaptanın kararı ile kıyıya yaklaşılır çıpa denize bırakılır. Serbestçe yüzmekte olan gemi kara ile bir bağlantı kurar. Bizler korunaklı olan bu alana liman adını veririz.

Bağımsızlaşma süreci beklendik bir şekilde geliştiğinde çocuk, genç ya da yetişkin ihtiyaç duyduğunda limana yanaşır, çıpayı atar, limanda dinlenir, fırtına dindiğinde tekrar derin sulara geri döner. Sürekli limanda kalma arzusu ya da denize açılamama hali bağımlı yapıları çağrıştırır.

Amerigo Vespucci, bir çocuğun, bir gencin merakı ile ana karadan denize açılmış ve yeni bir kıta keşfetmiştir. Ana karadan yola çıkarak ulaştığı bu yeni kıtaya da kendi adı verilmiştir. Sanki kendi olabilme yolunda yelken açmış ve kendini bulma serüvenine atılmıştır. Bağımsızlaşma bir merak sonucu başlayan ve gerçekleşen keşifler gibidir.

İnsanoğlu doğası gereği ancak belli asgari koşullar gerçekleştiğinde yaşamını sürdürebilir. Bu asgari koşullardan en vazgeçilmezleri hava, su ve beslenme ihtiyaçlarıdır. Ardından güvenlik, bağlanma, aidiyet gibi ruhsal dünyanın besini ve oksijeni olarak kabul edebileceğimiz ihtiyaçlar gelir. Tüm bu ihtiyaçların karşılanması sağlıklı bir yaşamı sürdürebilmenin temel koşuludur.

Bebek dünyaya geldiğinde bağımsız bir şekilde yaşamını sürdüremez; bakıma muhtaçtır. Yaşamın ilk aylarında bebek için tüm koşulları hazırlayan ve bakımı sunan annedir. Anne ve bebek arasında çift yönlü bir ilişki vardır. Bebeğinin ihtiyaçlarını karşılayan anne bu ilişkiden duygusal olarak da beslenir. Böylece anne ve bebek arasında bağımlı bir ilişki oluşur. İnsanoğlu bu bağımlılık içeren durumdan, bağımsızlığa nasıl geçiş yapabilmektedir? Bağımsız olabilmek mümkün müdür?

Bağımlılıktan Bağımsızlığa

Ruhsal dünyamızın gelişimi açısından erken çocukluk çağları büyük önem taşır. Temel taşlar bu dönemde yaşantılanan, deneyimlenenlerle atılır. Winnicott (2004), bir makalesinde bebeğin bağımlı yapıdan bağımsız yapıya geçişini “Mutlak Bağımlılık”, “Göreceli Bağımlılık”, “Bağımsızlığa Doğru İlerleyiş” kavramları ile açıklar.

Mutlak Bağımlılık
Mutlak bağımlılık, duygusal gelişim sürecinin en erken aşaması olarak ele alınabilir. Yeni doğan başlangıçta annenin rahmine ve onun oluşturduğu fiziksel koşullara bağımlıdır. Anne tarafından oluşturulan çevresel koşullar hem onun istikrarlı bir şekilde olgunlaşmasını hem de var olan potansiyelini ortaya koyabilmesini sağlar.

Winnicott’a göre ebeveynler çocuk dünyaya getirirken bir ressamın tablosunu resmetmesi ya da bir çömlekçinin çömlek imal etmesi gibi bir üretim yapmazlar. Anne ve baba çocuk sahibi olma kararını alır ve ona arzu duyarlar. Fetüsün misafirliği ile anne karnında bir süreç başlar. Bebek oradan annenin kollarına daha sonra da anne ve babası tarafından hazırlanmış olan yuvanın içine yerleşir. Bu oldukça karmaşık bir süreçtir ve annenin bebeğinin ihtiyaçlarını anlaması ve gidermesi için gerekli koşulları oluşturması hiç de kolay değildir. Her şey zihinsel tasarımla başlar ve doğal akışında devam eder.

Özellikle bebeğin doğumunu izleyen ilk aylarda “Birincil annelik tasası” olarak adlandırılan dönemde anne kendini tamamen bebeğinin ihtiyaçlarına adar ve dünyayı tek bir birimmiş gibi algılar. Bebek de anne memesi ile beslenirken tüm dünyayı bu bağ ile kurgular. Sanki memeyi kendi parçasıymış gibi duyumsadığından anne ile bütün olur. Gözleri annesinin gözleri ile buluşur, annesinin bakışı ile sanki kendi varlığı da aynalanıyordur. Bu durum çift taraflı bir bağımlılık oluşturur; biri olmadan diğeri tanımlanamaz.

Bebek büyüdükçe ve bağımsızlaşmaya başladıkça anne de birincil annelik tasası sürecinden çıkar, kendi yaşamına daha fazla yatırım yapar. Bu noktada “Tutma ve taşıma” kavramları ile açıklanan önemli bir dönem başlar. Annenin bebeğini hem ruhsal hem de fiziksel olarak kucaklayışı ve süreklilik içeren, keskin kesintilere uğramayan kavrayışı, bebeğin motor ve duygusal gelişimini olumlu bir şekilde etkileyerek anne sevgisini duyumsamasını sağlar. Bu durum zaman zaman kesintiye de uğrayabilir; çünkü özgür ara alanın inşa olabilmesi için bebeğin annesinin hem varlığını hem de yokluğunu duyumsaması gerekir. Yokluk ya da bir boşluk olmadan diğerinin varlığının tanımlanması mümkün değildir.

Göreceli Bağımlılık
Anne, kendi işinin başına dönmeye, bir eş olarak sosyal yaşamın içerisinde olmaya başladığında bebeğine adanmış mutlak bağımlılıktan yavaş yavaş sıyrılır; göreceli bağımlılık olarak adlandırılan süreç başlar. Annenin bir süreliğine ayrılığı çocuğun kaygı ile baş etme kapasitesini devreye sokar. Bu yokluk anında çocuk, annenin gerekliliğini fark ederken anne de çocuğunu yalnız bırakmanın rahatsızlığını yaşar. Bu süreç 6 ay ile 2 yaş arasında devam eder. İki yaşına kadar çocuk kayıpla baş etmeyi deneyimler. Ego oluşumunun temelleri burada atılır. Anneanneler, babaanneler, bakıcılar, yakın arkadaşlar bu dönemde annenin ikame nesnesi olarak devreye girer. Baba da evi yuva haline getiren, güvenlik koşullarını sağlayan kişi olarak önemli bir role sahip olur. (Winnicott, 2004). İşte bu keskin olmadan gerçekleşen kesintiler sırasında bebek de tek başına kalarak annenin yokluğunu deneyimler ve bu durumla baş etme yolunda sağlılıklı savunmalar oluşturur. Annesi ve onun sağladığı bakım olmadan da kendini var edebileceğini fark eder. ( Habip, 2011)

Bağımsızlaşmaya Doğru İlerleyiş
Bebekler bağımsızlaşmaya başladıklarında tek başlarına kalabilme kapasiteleri artar. Anne memesini temsil eden bir geçiş nesnesine ihtiyaç duyarlar. Bu dönemde bebekler, tıpkı annelerinin onlara söylediği ninniler gibi melodiler mırıldanarak kendilerini yatıştırırlar. Ya da biraz daha ileri yaşlarda oyuncaklarına sarılarak uyur, annenin yatıştırıcılığını bu geçiş nesnesi üzerinden duyumsarlar. Bu yolla, annelerinden ayrıldıklarında da kendilerini yatıştırabilecek olgunluğa ulaşmış olurlar.

Geçiş olgusu dönemi bebeğin annenin tutuşunu, sağladığı güvenli ortamı içselleştirme evresi olarak ele alınabilir. Winnicott geçiş nesnesi dönemini çocuğun kendi iç dünyası ve dışarıdaki gerçeklik arasında oluşan gerilim ya da kaygıyı dindirecek bir ara alan olarak tanımlar. Bu ara alanda bir nesne ile annenin yokluğu ile baş edilir, bebek kendi kendini bir oyun ile oyalar. Tam da yaratıcılığın devreye girdiği bir dönemdir bu. Oyun oynama kapasitesi iç dünya ve dış gerçeklik arasında bir yerde oluşan gerilimi dindirir. Bu süreç bebeğin bağımsızlaşabilmesi için çok önemlidir.

Burada önemli olan nokta artık bebeğin ben olamayan şeyi, bir başka nesnenin varlığını kavraması ve bu nesneyi kullanmasıdır. Bebeğin yumruğunu ağzına sokması ile başlayan bu süreç, yumuşak ayıya, ardından bir oyuncak bebeğe, daha sonra da yumuşak ya da sert bir oyuncağa bağlanmaya varan şekilde seyreder. Bebeğin nesne kullanımı bağımsız ve gerçek olarak diğerinin algılanmasıdır, öteki ile kurulan ilişkidir. Bu ilişkinin kullanılabilmesi için de anneye duyulan güven bir mekân yaratır ( Tükel, 2011). Bu durum bebeğin dünyasında iç ve dış gerçekliği ayrı tutmasını sağladığı gibi iç ve dış dünyasının birbiri ile bağlantılanmasını sağlar.

Yokluk/yoksunluk ve tek başınalık ile baş edildiğinde bağımsızlık başlar. Bebek bu ara alanda yarattığı oyunlar ile özgürleşir. Çocukluk döneminde oyunlarla olurken büyüdükçe kültürel alana yapılan yatırımlar ve yaratıcılıklar olarak varlığı sürdürür. Bu ara alan yeterince sağlıklı bir şekilde gerçekleşmediğinde çocuk ileride gençlik ya da yetişkinlik döneminde bağımsız bir şekilde kendini ve arzularını ortaya koyamayabilir. Boşlukla, gerilim yaratan, olumsuz durumlarla baş etmekte güçlük çeker ve kendini var edecek yaşamsal yatırımlarını sürdürmekte zorlanır. Sabır kavramının inşası bu sırada gerçekleşir. Bu noktada annenin çocuğunun bağımsızlık ihtiyacını görmesi ve bu geçişte ona yeterli güvenliği sağlayarak eşlik ediyor olması önem taşır. Eğer bu gerçekleşmez ise çocuk sahte bir kendilik geliştirir.

Kendi başına kalma kapasitesi olgunluğun en önemli işaretlerinden biridir. Bebeksi bağımlılıktan bağımsızlığa doğru ilerlerken kendilik oluşur. Kendilik duygusunun yapısı, canlılığı ve yaşamla olan sağlıklı bağı mümkün kılar. Çocuğun ebeveynle özdeşleşmesini içeren bir olgunluktur. Bu durum dış nesne yani ebeveynlerin olmadığı durumda kendi başına yaşama yeterliliği sağlayan bir olgudur. Winnicott, bebeğin sadece -başka birinin yanında- kendi başına olduğunda bireysel yaşamını keşfedebileceğini söyler. (Tükel, 2011).

Bağımlı yapı yerini bağımsız yapıya bırakmadıysa, çocuğun ebeveynlerine rağmen bir birey olarak var olabilmesi o kadar da kolay değildir. Annenin ve babanın bu geçişte sağladığı destek ve çocuğun geçiş döneminde kendini yatıştırabilme kapasitesi, kendi başına var olabilmeyi ve bu sırada yaşamsal aktivitelerini de beklendik şekilde sürdürebilmesini sağlar.

Anne ya da baba yakınındayken üretkenliği ve canlılığı artan bir çocuk düşünelim. Ebeveynlerinden ayrılarak okula gittiğinde eğer kendi başına kalma kapasitesinde bir sorun oluşmuşsa sunulan bilgiye ya da yerine getirilmesi gereken sorumluluklara kolayca bağlanamaz. Ayrılığın yarattığı kaygı öğrenmenin önüne geçerek çocuğun üretkenliğini ya da yaratıcılığını engeller.

Bu ara alan yeterince sağlıklı bir şekilde oluşmadığında çocuk ileride gençlik ya da yetişkinlik döneminde bağımsız bir şekilde kendini ve arzularını ortaya koymakta zorlanır. Boşlukla, gerilim yaratan olumsuz durumlarla baş etmekte güçlük çeker ve kendini var edecek yaşamsal yatırımlarını sürdürmekte zorlanır. Sabır kavramının inşası bu sırada gerçekleşir. Bu noktada annenin çocuğunun bağımsızlık ihtiyacını görmesi ve ona yeterli güvenliği sağlayarak eşlik ediyor olması önem taşır.

Bağımlı Yapı Geliştiğinde

Olgunlaşma sürecinde mutlak bağımlı halden bağımsızlığa geçişte annenin bebeğine alan açması önemlidir Örneğin, uyku yalnızlığa geçişi ve yalnız kalabilmeyi anlatan bir durumdur. Kimi çocuk bu konuda bazı zorluklar yaşar. Bazı ebeveynler çocukları ile aynı yatakta uyurlar. Uykuya geçişte yaşanan zorluklar, anne ya da bir yetişkin olamadan uykuya geçilemeyen durumlarda da ayrışamama sorunsalını göz önünde bulundurmak gerekir. Özellikle de ön erinlik dönemine gelindiğinde bu durum sürüyorsa karşılıklı bağımlı bir yapı üzerine düşünülebilir. Bu tür çocukların sosyalleşirken bazı güçlükler yaşayabildiği gözlenebilir. Ayrıca bu çocuklar birlikte uyumanın iç dünyalarında oluşturduğu gerilim ile farklı davranışsal ve duygusal sorunlar yaşayabilirler. Ayrışmayı çocuk ya da genç tek başına gerçekleştiremez. Bu noktada ebeveynin alan açıcı desteğine ihtiyaç duyulur. Ergeni denize açılma merakında olan bir denizci olarak düşünecek olursak ebeveynlerin halatları sıkıca kavrayışı ve bırakmaması da gencin ilerlemesini engelleyici bir tutum olur. Kendi olma serüvenine atılamayan genç bağımlılık sorunsalını daha yoğun yaşayabilir.

Bağımsızlaşma çocuğun ya da gencin ilkokul, ortaokul ve lise dönemlerinde akademik alana yatırım yapabilme becerisini etkiler. Güvenli bir bağı içselleştirmiş ve özgürleşme alanına sahip bir çocuk okulda yalnız kaldığında kendi başına ona sunulan malzeme ile baş başa kalabilir, bu alanda var olan potansiyelini de donma ya da tutulma yaşamadan ortaya koyar, başarının getireceği hazzı ertelemeden yaşantılar ve üretkenliğini ortaya koyar.

Eğer erken çocukluk döneminde bağımsızlaşma süreci sağlıklı olarak gerçekleşmez ise birey teknoloji, yemek, alkol ya da madde gibi dışsal nesnelere yaslanmaya ihtiyaç duyabilir ve kendini bu şekilde ayakta tutmaya çalışır. Ebeveynleri de benzer bir tutumun içindeyse çocuk bunu model alır. Tabii ki her çocuk ve genç için bu durum aynı etkiyi yaratmayabilir. Erken dönem ruhsal gelişiminde bağımlı yapıdan bağımsız yapıya sağlık bir geçiş gerçekleşmişse çocuğun/ gencin dış nesnelere yaslanma ihtiyacı daha az olur.

Ergenin Bağımsızlaşma Arzusu ve Sanal Dünya

Ergenlik dönemi anne ve babadan ayrışmanın gerçekleştiği, pek çok sorunsalın tekrar ele alındığı bir dönemdir. Ergen bağımsızlaşmak ister, anne ve babası ile karşılaştıkça da bağımsız olmadığını anımsar, bir o kadar da onlara bağımlı olduğunu… Bu nedenle ergenler için en iyi yol araya mesafe koymak ve büyüme çalışmasını yapmak için kendine alan oluşturmaktır. Kapılar kapanır, ani ve sert sınırlar gelir yaşadığı alana. Anne ve babanın bu alana her dâhil olma isteği bir sanki bir sınır ihlali gibidir.

Ergenlik dönemindeki değişimler sadece bedende ve duygusal dünyada olmaz, ailenin de çocuğundan beklentilerinde değişiklikler olur. Yaşadığımız çağda ergenler kendilerini daha çok eylem ile gösteriyorlar. Bir sorun alanı olarak bağımlılığı ele aldığımızda çevreye karşı daha pasif kalma anlamına geldiğini görürüz. Oysaki ergenler bunun tam tersi olarak arzu ve gereksinimlerini özerk bir birey olarak ortaya koymak isterler. Edilgen değil de etken bir rolde olmaya duyulan ihtiyaç ebeveynler tarafından fark edilmediğinde süreç zorlaşır. Aşırı bağımlı yapı olduğu durumda edilgen olmaya tahammülü olmayan ergen, başkası tarafından ele geçirilmiş hissedebilir. (İkiz, 2013)

Kimi genç için bağımsızlaşma süreci daha az sancılı gerçekleşirken, kimisi için de bu sancı artar ve dayanılmaz olur. Kendi istek ve arzularını ortaya koymak yerine ebeveyninin arzuların kendi arzuları gibi içselleştirme eğilimi gözlenir. Ben ve sen olma çalışması yapılırken ben ve sen birbirine karışır. Bu da ayrışmayı güçleştirir. Bir başkasına rağmen “ben” olabilmek hiç de kolay değildir.

Marty (2013) bağımlılığın özgün bir yapılanma olduğundan bahseder ve öznenin nesne kaybı tehdidine karşı hissedilen temel endişe ile baş edebilme biçimi olarak tanımlar. Bağımlılıkta nesnenin konumu sağlamlaşmamıştır. Bu nedenle endişe yükselir. Ergen bu endişeyi yatıştırmak için dışsal bir nesneye yaslanma ihtiyacı duyar. Bir yandan da bireyselleşme ve anne babadan ayrılma sürecinde bir yas tutulması gerekir. Ergen bu nedenle hem enerji dolu ama bir yandan da hüzünlüdür. Bu dönemde ergen yası tutulamamış bir ayrılık yaşarsa, depresyon eğilimi başlar ve farklı savunmalarla bu durumla baş etmeye çalışır. Hüznün hâkim olduğu duruma tek başına katlanamadığında bu boşluğu dolduracak yol arar ergen. Bu nedenle bazı bağımlılık sorunlarını bu dönemde başladığını gözlemleriz. Madde ve alkol bağımlılıkları, sanal dünyaya olan şiddetli bağımlılıklar, aşırı ve kontrolsüz yemeler, kimi zamanda arkadaşlıklarıyla kurduğu bağımlı nitelikteki ilişkiler…

Bu bağlamda ergenin sanal dünyaya olan yatırımı üzerine düşünmeden geçilmemelidir. Sanal dünya ergenlerin yaşamında önemli bir yer teşkil eder. Sosyalleşme ihtiyacını karşılar bir yandan da gencin duyumsadığı kaygı yaratan durumlara karşı bir geçiş nesnesi niteliğindedir. Oyalar, kendinden uzaklaştırır kimi zaman da yatıştırır. Özerkleşen gencin, tam bir bağımsızlık kazanacağı ana kadar bir ara alan oluşturduğu da söylenebilir. Ergen özellikle kendi korunaklı alanında iken de ergenliğin getirdiği tüm yeni durumlarla baş etmede bir eşlikçi olarak dış bir nesne devreye sokar. Odada kendi sınırları içinde ya da dışarıda tekinsiz dış dünyada tek başınalığına sanal dünyaya yaslanarak tahammül eder. Belki de sanal dünyanın sembolik anlamda bağlanmayı temsil ediyor olması da tesadüf değildir.

Aynı zamanda sanal dünya bir ergen için merak duyduğu dış dünyaya istediğinde ulaşabileceği bir kapıdır. Kimi zaman iletişimini kolaylaştırıcı, kimi zaman da en güçlü duyguların farklı kimlikler ile rahatça ifade bulduğu alandır. Bir alış veriş söz konusudur. Sürekli elde tutulan telefon, bazen annenin yeni bırakılmış elinin, büyüdüğü için vazgeçilmesi gereken sıcak kucağının ya da babanın güvenlik sağlayan duruşunun yerini tutar. Denize açılmaya hazırlanan ergeni yeni duruma hazırlar. Kimlik inşa olduktan sonra sıkı sıkıya kavranan bu nesne ile vedalaşılır.

Kimi ergen için ise özellikle bağımlı yapı geliştiğinde sanal dünyaya çok daha fazla tutunma ihtiyacı olabilir. Ergen tarafından aranılan ruhsal olarak acılardan uzak, sınırların olmadığı çatışmasız bir dünyadır. Ergen kendiliğinin yok olması pahasına, bir dış nesneye bağlanarak iyi olma hali yanılsamasına kapılabilir. Bu nesne ile aktif yaşamdan, pasif yaşama geçer ve tehditlerden kendini uzakta tutmaya çalışır. Bu kimi zaman sanal dünya kimi zaman da bir madde ile gerçekleşebilir.

Burada tehlikeli bir boyut oluşur gerçeklik o kadar çok kaybolur ki günlük yaşama devam etmek güçleşir. Bu nedenle sanal dünyanın ergenin gelişimindeki doğal destekleyiciliği ile daha kemikleşmiş olanı birbirinden ayırmak gerekir. Bu kemikleşmiş bağ söz konusu olduğunda düşünmemiz gereken şey gencin ergenliğin getirdiği çatışmalarla baş etmekte zorlanıp zorlanmadığı ya da bağımsızlaşma sürecinde yaşadığı güçlükler olmalıdır. Önemli olan ergenin bu doğal güçlüklerle baş edemeyecek noktaya gelerek kendi desteğini kimi zaman sanal dünya kimi zaman da bir madde olarak seçmeden önce ona ihtiyaç duyduğu desteği sağlayabilmektir.

Yazan:
Funda Tezer
Uzman Psikolojik Danışman