Yaşamda Kalmak Yas Tutmak

Beni sorarsan,
Kış işte
Kalbin elem günleri geldi
Dünya evlere çekildi, içlere
Sarı yaseminle gül arasında
Dağların mor baharıyla
Sis arasında
Denizle göl arasında

Gülten AKIN

Dünyaya gelişimiz bir kayıpla başlar. Dokuz ay boyunca yaşadığımız anne bedeninden ayrılır, yaşadığımız ilk yeri kaybederiz. Bebek anne bedeninden ayrıldığında yani doğduğunda, ilk yaptığı ağlamaktır. Bebek ağlar; bir anlamda yaşadığı ilk dünya ile böylece vedalaşır ve yeni dünyaya “merhaba” der. Anne ile arasındaki tam bir bağımlılığı ifade eden göbek bağından ayrılır yerine yeni bağlar koyar. Anne memesi, anne kucağı, annenin sesi bu bağları ifade eder. Sonra bebeğin dişleri çıkar, büyür, annenin memesinin yerini besinler alır. Yürümeye başlar, kucaktan yere iner. Bebeklik geride kalır, çocukluğa geçilir sonrasında ergenlik, yetişkinlik peşi sıra gelir. Yani hep bir şeyleri kaybederek, bir şeylerden ayrılarak yaşamımıza devam ederiz. Doğanın döngüsü gereği bu böyledir.

İnsan, yaşamı boyunca içinde bulunduğu gelişim döneminden bir diğerine geçebilmek için kayıplar yaşar. Bağımlı bir yaşamdan bağımsız bir yaşama geçebilmek yani büyüyebilmek için bu kayıpları yaşamak, kayıp sonrası yaşanılan duygularla baş etmek gerekir. Bu kolay olmaz; çünkü yaşam için bir gereklilik olan ayrılıklar aynı zamanda yaşamın en büyük zorluğu olmuştur. O nedenle zaman zaman reddedilmiş, görmezden gelinmiş, yok sayılmıştır.

Yaşanılan bir kayıp insan için kabullenmesi çok zor da olsa sonrasında mutlaka yeni başlangıçları gündeme getirir. Bu başlangıçlar ancak bir uyum süreci sonrasında gerçekleşebilecek ve böylece yaşamın devamının da garantisi olacaktır, işte yas süreci bir anlamda bu uyum sürecini ifade eder.

Geri gelmeyecek şeyler vardır, çeşitlidir
Çocukluk- bazı umut şekilleri- ölmüş olanlar
– Emily DICKINSON

“Yas” Kavramı

Yas basitçe önemli olan herhangi bir kayıp karşısında gösterilen duygusal tepkilerdir. Bir anlamda kayıpla gelen değişikliğe verilen ruhsal bir yanıt, iç dünyamız ile gerçeklik arasında uyum sağlayabilmek için yaptığımız bir uzlaşmadır (Volkan, 2008). Yasın tanımında aslında iki noktanın öne çıktığını görürüz. İlk olarak yaşanılan duygu tanımlanır ki burada söz konusu olan “keder” duygusudur. Sonrasında ise bu duygunun dışavurumu yani yaşanılan süreç ele alınır.

Yas kavramı akla ilk ölümle gelen bir kaybı getirse de, söz konusu olan her türlü kayıptır. Bu bazen iş, ev, sevgili, arkadaş, çocuk için çok sevdiği bir oyuncağı olabilirken bazen de bir amaç, boşanma, iflas gibi bir kayıp olabilir. Sözgelimi bir çocuğun çok sevdiği oyuncağı olmadan uyuyamadığına, nereye giderse gitsin yanında taşıdığına tanık olmuşuzdur. Anneyle kurulan ilk bağları, anneyle olan ilk ilişkiyi temsil eden oyuncağın kaybı yoğun bir acı duygusuna neden olur. Bunun dışavurumu çocukta öfke, kızgınlık, huzursuzluk şeklinde ortaya çıkar. Kaybettiğinin yerini alabilecek, aynı duygusal bağı kurabileceği başka bir oyuncak bulana kadar çocuk için yas süreci devam eder. Bir de çocukları büyüyüp evden ayrılan anne babayı düşünelim. Yaşamlarının merkezine koydukları çocukları olmadan ne yapacaklardır? O rol için harcanan enerji, artık başka bir yöne kaydırılmak üzere serbesttir. Anne babanın enerjilerini dönüştürebilmeleri gerekecektir. Aynı şekilde maddi, manevi yatırım yapılan bir işi kaybetmek ruhsal olarak zorlayıcı olacaktır. Başarısız olmak bir yana, inanılan bir işi kaybetmek bir yana, yaşamda istenilenlerin kontrol edilemeyeceğini fark etmenin neden olduğu güvensizlik duygusu bir yana. Yine bir yas süreci kapıdadır.

İnsan için en zorlayıcı kayıplardan biri de sevilen birinin ölümüdür; çünkü ölüm giden ve bir daha geri gelmeyecek olanı tanımlar. Aynı zamanda geride kalanlara, onların da bir gün öleceği gerçeğini hatırlatır. Bu iki yönü nedeniyle de ölümle gelen kayıp zorlu bir sürecin başlangıcıdır.

Yas kavramını anlamak için üç temel nokta vardır. Birincisi, her kayıp bizi kaçınılmaz olarak bir keder içine sürükler. İkincisi, her kayıp geçmiş kayıpları canlandırır. Üçüncüsü, her kayıp eğer tam olarak yası tutulabilirse, büyüme ve gelişme için bir araç olabilir (Volkan, 2008).

Bizim için değerli bir nesneyi, ona atfettiğimiz hayali yitirmek ve yitirdiğimizin de bir daha geri gelmeyeceğini bilmek ıstıraplı bir yaşantıdır. İşte yas tutmanın işlevi bu noktada devreye girecek, bu ıstıraplı yaşantının ele alınmasını sağlayacak ve yaşam için yeni yollar açacaktır. Peki, ama nasıl?

“Yas” Süreci

Yaşama adım attığımız ilk günden başlar insanın ayrılık ve kayıpla imtihanı. İnsan bu durumu bilse de hatta bazen kendini hazırlamaya çalışsa da bir kayıp yaşadığında tüm ruhsal dengesi altüst olur. Bu süreç şöyle gelişir: Kişi bir kayıp yaşadığında ilk olarak bu durumu algılamakta güçlük çeker. Bir tür uyuşma hali söz konusudur. Hatta bazen tam olarak ne kaybettiğini bilmez. Bir şok aşamasından sonra kayıp reddedilir, bir anlamda hala yaşatılmaya çalışılır. Sonrasında ise gerçeklik kabul edilir, yoğun bir çaresizlik ve keder duygusu kendini gösterir. Bu duygulara yorgunluk, suçluluk, kaygı, yalnızlık, umutsuzluk gibi duygulanımlar eşlik eder. Elbette fiziksel tepkiler de yaşanır. Beden yorgun düşer, ağırlaşır, dikkat çabuk dağılır, iştahsızlık ve uykusuzluk ya da tam tersi durumlar görülür. Yas tutan birçok insan dış dünyayla olan bağlarını ancak yavaş yavaş yeniden kurabilir, içteki kaosla mücadele devam eder çünkü. Bu bir zaman meselesidir. Bir süre sonra kayıp kabullenilecek, ruhsal dünyada ona bir yer verilecek ve böylece bir anıya dönüştürülecektir. Yas tutmak kaybedilen şeyi unutmak ya da artık sevmemek anlamına gelmez. Sadece kaybı ve kayıpla ilgili duyguları kabullenmek ve bu duygularla yaşamı sürdürebilmek anlamına gelir.

Yas sürecindeki en zorlayıcı duygulardan biri suçluluk duygusudur. “Ben nerede hata yaptım?” sorusu insanı altından kalkamayacağı bir yükle baş başa bırakabilir. Bu aynı zamanda kişinin kendisiyle de bir yüzleşme sürecidir. Kayıp yaşamanın acısı bir yana bir de yaşanılan kayıpta sorumluluğunun olduğu düşüncesi yasın yaşanmasını zora sokar.

Yas sürecini yaşayan kişi sanki içinde bulunulan zaman diliminde yaşamıyordur. Kaybı ve duyguları ile olan yoğun meşguliyeti onu bir anlamda geçmiş zaman diliminde bırakır, ancak yas süreci tamamlandığında yeni işler yapmaya, yeni ilişkilere yatırım yapmaya istek duyulur. Artık ilgi ve dikkat, işe, derslere, insanlara verilebilir. Gelecek hayal edilebilir, yeni hedeflere yol açılabilir.

Yas süreci herkeste aynı şekilde işlemez. Tıpkı fiziksel özelliklerimiz, kişilik yapılarımız gibi kişiden kişiye farklılık gösterir. İlk olarak yas sürecinin nasıl yaşanacağı gelişimsel öykümüze bağlıdır. Çocukken yaşadığımız ilk ilişkilerin doğası güven verici ise çocuk bu güven duygusunu içselleştirecektir. Herhangi bir kayıp yaşadığında yas sürecini yaşaması mümkün olacaktır. İçselleştirdiği güven duygusu sayesinde korkmadan yeni bağlar kurabilecek ve yeni yaşantılar oluşturabilecektir.

Yas sürecinin nasıl geçeceği ya da bir yas sürecinin mümkün olup olmayacağı başka etkenlere de bağlıdır. Dört etken yas tutma yetisini bozar. Birincisi, kişinin duygusal yapısıdır.

Çocukluk gereksinimleri yeterince karşılanmamış ya da bir dizi kayba uğramış kişiler keder duymakta güçlük çekebilirler. İkinci etken, kaybedilen ilişkinin özgül doğasıyla ilgilidir. Aşırı bağımlı ya da bitmemiş sorunlarla yüklü bir ilişkinin bırakılması daha zordur. Üçüncü etken kaybın koşullarına ilişkindir, örneğin birisi aniden ya da kötü bir biçimde ölürse bu ölümü kabullenmek daha güç olur. Sonuncu etken ise, günümüzde kederin dışa vurulmasını engelleyen koşullardır (Volkan, 2008). Çünkü içinde bulunduğumuz çağda yas yadsınmaktadır.

Yas süreci aynı zamanda öğreticidir. Yastaki kişiye de çevresine de hem kendilerini hem de yaşamı sorgulatır. En sonunda da yaşadığımız süreçte hep bir şeyler kaybedeceğimizi öğretir. Acıya dayanmayı öğretir. Yalnız olmadığımızı öğretir. Zor zamanlarımızda bize dayanak olan kişilerin varlığının ne kadar önemli olduğunu öğretir. Yaşamımızın ne kadar anlamlı olduğunu ve ona ne kadar değer verdiğimizi öğretir.

Yas Mümkün Olmadığında: Patolojik Yas

Yas tutmak bazen normal sürecinden sapar ve patolojik bir hal alır. Patolojik yasın normal yastan farkını şöyle açıklayabiliriz. Normal yasta dış dünya yoksul ve boş hale gelir. Sanki yaşamın bir anlamı kalmamıştır. Bu nedenle kişi bir süre dış dünyaya ilgisini kaybeder, içe kapanır. Sonrasında yaşanılan acı yok olmasa da acıya katlanma gücünde bir artış olur ve normal yaşam kaldığı yerden devam eder; ancak patolojik yasta süreç böyle işlemez. Patolojik yasta boş ve yoksul olan bizzat benliktir. Patolojik yasın ayırt edici özellikleri derinlemesine acı verici bir hüzün, dış dünyaya yönelik ilginin kesilmesi, sevme yeteneğinin kaybı, tüm etkinliklere ket vurulması, kendini önemsememe, yoğun olarak kendini suçlama ve hatta cezalandırılma beklentisidir (Freud, 2002). Bir anlamda benlik yaşamaktan vazgeçmiştir.

Patolojik yas ikiye ayrılır. Birincisi dondurulmuş, askıya alınmış yastır. Yani yas süreci başlamış; ancak tamamlanmamıştır. İkincisi de reddedilen yastır, yani yas süreci başlamamıştır bile. Her iki durumda da bitmemiş, yapılmamış bir yas söz konusudur (Parman, 2003).

Yas yadsındığında aslında kayıpla ilgili acı veren duygulardan kendimizi bilinçdışı olarak korumuş oluruz. Kaldığımız yerden yaşama devam ederiz. Kaybı hatırlatmayacak bir şekilde zamanımızı hızla doldururuz.

En insan yanıyla sana dönük
Dost dediğin ne gün içindir
Unut uzağı olduğu yerde
Kaldır yatağından vakitsiz
Kaldır başucuna getir

Şimdi dünya boşlukta yavaş
Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın
Rüzgâr usandı doruklarda
Dağ çiçekleri uykuya vardı
Ay bacadan aştı uyumaz mısın

Gülten AKIN

Kendimizi yoğun bir meşguliyet içinde buluruz. Bir anlamda yaşadığımız kaybı bastırırız. Ağlamak, üzülmek, öfkelenmek gibi duygular görülmez; ancak bastırılan yok olmadığından bir gün mutlaka bir yol bulup kendini gösterir. Bazen hiç olmadık yerde ağlama, öfkelenme, acı duyma şeklinde ifade bulur.

Dondurulmuş yasta ise zaman donmuştur. Kayıpla bilinçdışı olarak yoğun bir ilgilenme söz konusudur. Ayrılık kabul edilmez, sanki kaybın olduğu zaman dilimine saplanma söz konusudur. Bu kişiler yaşamlarında hep aynı durumu tekrar tekrar yaşarlar, kaybı geçmişte bırakamadıkları için yeni hiçbir şey yaşayamazlar.

Patolojik yasın olasılığını artıran ya da başka bir ifadeyle ortaya çıkmasına neden olan faktörlerden biri nesneye (kaybedilene) karşı yaşanılan ikircikli duygulardır. Nesne hem sevilir hem de nefret edilir. Nesne hem kurtarılmak istenir hem de ondan kurtulmak dürtüsü benliğe hâkim olur. İçselleştirilme süreci zorludur. Diğeri ise ailedeki tutulmayan yaslardır. Bir ailede yası tutulmayan yani tanınmayan kayıplar mutlaka bir sonraki kuşakta özellikle de ergenlik döneminde kendini gösterecektir. Kayıp bir anlamda hortlak gibi ortaya çıkacak ve bir gün mutlaka tanınmayı, ele alınmayı, bir yere yerleştirilmeyi bekleyecektir.

Yas tutma sadece kaybı kabullenmeyi değil, geçmişte tamamlanmamış yasların da işlenmesini içerir. Patolojik yasın ele alınması benliğin yine zamanın döngüselliğine girmesi ile mümkündür. Bu elbette bir tedavi sürecini zorunlu kılacak ve böylece yas konuşulabilecektir. Konuşuldukça düşünülebilecek hale gelen ve dolayısıyla tanınan yas, patolojik olmaktan çıkacaktır.

Yas Sürecinde Yakın Çevre

Yastaki kişinin hem sevdiği hem de acısını paylaşabileceği dostlarının olması ve onun onların yakınlığını kabul etmesi, iç dünyadaki uyumun tekrar kurulmasını, korku ve sıkıntıların daha kısa bir süre içinde ortadan kalkmasını sağlar (Klein, 2008). Yas sürecine eşlik eden yakın çevre kişinin kendisini duygusal olarak yakın hissettiği, arkadaşlık ya da aile bağlarıyla bağlı olduğu kişilerdir. En zorlandığımız anlarda en yakın hissettiğimiz kişileri isteriz. Aslında yaşadığımız acıyı hafifletmezler; ancak varlıkları kendimizi güvende hissetmemize neden olur.

Kayıp duygusu en çok insandaki güven duygusunu etkiler; çünkü yaşamda her şeyi kontrol edemeyeceğimiz gerçeği, bizim isteğimiz dışında yaşamımızın değişebileceği fikri güven duygumuzu zedeler. Tam da bu nedenle yakın çevremizdeki kişiler, hala var olmalarıyla bizim için önemlidir. Elbette verdikleri duygusal destek de unutulmamalıdır.

Yas süreci kaçınılmaz ve zordur. Bu süreç ancak zaman, sabır ve destekle ele alınabilir. Peki, bu sabır ve destek kişinin dostları ve yakınları tarafından nasıl gösterilebilir? Yoğun keder duygusunu yok sayma, görmezden gelme ya da bir an önce geçmesini bekleme durumu sıklıkla bizlerin de kendi yaşamlarımızda karşılaştığımız bir durumdur Bu nedenle yas sürecindeki kişiye verilecek ilk destek yaşanılan duyguya eşlik etmek, paylaşmak hatta bu duygunun ifade edilmesine yardımcı olmaktır. Bir diğer görülebilecek durum ise öfke ve kızgınlığın en yakın kişilere yansıtılmasıdır. Yakın dostların, aile bireylerinin kendilerine yönelen öfkeye bir süre katlanmaları gerekir. Bu duygular geçicidir. Yastaki kişinin bu süreçte yaşadıklarına yer açmak, ihtiyaç duyduğunda ulaşabileceği uzaklıkta olmak önemlidir.

Yaşanılan kayıp bir süre kişinin ruhsal dengesini bozar, dış çevre bir dayanak olarak kişinin dengede olması için değil düşmemesi için bir destektir; çünkü yas sürecinde bir süre dengenin yitirilmesi normal, sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşamı tüm dengesiyle sürdürmek anormal bir durumdur.

Yas tutmak bazen de bir güçsüzlük olarak görülür. Sıklıkla “güçlü olmalısın” cümlesi ortalıkta dolanır. Kaybı bir an önce kabullenmek, acıyı bir an önce halletmek gerekir. Sanki gözyaşları bir zayıflıktır. Bu kendine hakim olma, kendini bırakmama durumuyla gurur duyulur, duygular küçümsenir. Aslında acıya katlanabilme büyük bir ruhsal güç gerektirir. Bu acı veren yaşantının bir süre içinde kalmak gerekir; ancak bu şekilde kaybedilen ile vedalaşma söz konusu olabilir.

Yas sürecine eşlik edebilmek hiç de kolay değildir. Bunun birçok nedeni vardır. En önemlisi, daha önce de belirttiğimiz gibi bir kayıp başka kayıpları da gündeme getirir. Bu durumda yalnız yası yaşayan kişinin değil çevresindeki kişilerin kayıpları da canlanır. Her şey daha da zorlaşır. Yası yaşayan kişiye destek olmak imkânsızlaşır; çünkü kişinin kendi kişisel ihtiyaçları öne çıkar. Bu durumda yaşanılan kayıp, geçmişteki kayıpların da ele alınabilmesi açısından bir fırsattır. Fırsat değerlendirildiğinde kayıp yerini yeniliklere bırakacak aksi durumda ise karanlık olarak kalmaya devam edecektir.

Yas Sürecinde Çocuk

En büyük kayıp belki de çocuklukta yaşanır. Anne babadan ayrılmak, bağımsızlaşmak, çocukluğun getirdiği konforu geride bırakmak kolay değildir. Çocukluk döneminde yaşanılan kayıplar ile ilgili tutulan yas önemlidir; çünkü yaşamım ilerleyen dönemlerinde yaşanılan kayıplara verilen tepkileri doğrudan etkiler. Çocuk yas döneminde tıpkı yetişkinler gibi yas tepkileri gösterir. Bu tepkiler çocuktan çocuğa değişebilir. Kimi dışa dönük yaşarken, kimi çocuk içe kapanabilir. Daha hareketli, daha saldırgan, daha huzursuz olunabileceği gibi, sessiz, sakin, dalgın olunması da mümkündür.

Yas sürecindeki çocuğa destek olurken bilinmesi gereken en önemli nokta çocuğun yaşadığı kayıptan etkilenmiş olmasının çok normal olduğudur. Tepki göstermesi, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmasından çok daha iyidir. Genelde çocuğun mutsuz olmasına yetişkinlerin hiç tahammül edememesinden dolayı yaşanılan süreç hemen geçiştirilmeye çalışılır. Örneğin bir oyuncak kaybedilmişse yerine hemen başka bir oyuncak alınır. Ya da çocuk hızla mutu edilmeye çalışılır. Çocuk için yapabileceğimiz ilk şey duygusunu yaşamasına izin vermek ve bu süreçte bir süre kayba katlanması konusunda ona destek olmaktır.

Ailede sevilen bir kişinin kaybı sonrasında yapılabilecek ilk adım çocuğun kayıp konusunda doğru bir şekilde bilgilendirilmesidir. Zaten güven duygusunun bir süre yitirildiği bu dönemde çocuğa zamanında ve doğru bir şekilde bilgi vermemek onun güven duygusunu daha da zedeleyecektir. Elbette bu bilgilendirmenin çocuğun yaşına, içinde bulunduğu gelişim düzeyine ve duygusal durumuna göre farklılık göstermesi gerekir. Anne babanın da duygularını, acısını yaşaması ve çocukla bu durumu paylaşması da önemlidir. Sevilen ve değer verilen birinin ardından acı çekmek insani bir durumdur. Ailece bu süreci yaşamak, çocuğu da bu sürecin içine almak gerekir.

Çocuklar anne babalarının tepkilerine genellikle uyum gösterirler. Eğer yaşanılan kayıpların ailece üstü örtülüyorsa çocuk da üstünü örtecektir. Bazen de tam tersi olacak çocuk geçmişte yası tutulmamış kayıpların taşıyıcısı olacak ve bunu davranışlarıyla açığa vuracaktır. Bir anlamda kayıpların ele alınması için ailesine bir çağrıda bulunmuş olacaktır.

Son Söz

Yas tutmak doğal bir süreçtir. Ruhsal bir olgunluk göstergesidir. Büyümenin bir koşuludur. Kaybedebilmek ve kaybettiğimizin yasını tutabilmek için önce bağ kurmak gerekir. Bağ kurmak, diğer insanlarla ilişkilerimizden kendimize bir şeyler katmaktır. Böylece zenginleşiriz. Yaşayan, canlı bir iç dünyaya sahip oluruz. Yeni deneyimler edinmek, yeni nesnelerle bağ kurmak için kaybetmek gerekir. Bu doğanın da bir koşulu, insan olmanın da onurudur. Aslında biliriz ki kaybettiğimiz şey yok olmaz, yalnızca geride kalır, bir anı olarak bizde yerini alır.

Önce kış gelir. Soğuk, karanlık, kasvetlidir. Dünya içe çekilir, sonra derin bir iç çekilir; ama yine de sarı yaseminle gül arasında, dağların mor baharıyla sis arasında, denizle göl arasında yaşam tüm gücüyle kendini gösterir. Çünkü doğanın döngüsü gereği yaz geçer yine gelir.

Yazan:
Filiz Torun
Psikolojik Danışman