Çocuklar Artık Neleri Yapamıyor ve Neden?

Son yıllarda gündemimizde yer alan anne-babaların çocukları için yaşadığı kaygı konusu, tüm ebeveynlerin kafasını karıştıran bir konudur. Bu konu ile ilgili olarak yapılan araştırmaları gözden geçirmek amacıyla ‘Childhood Education’ adlı dergide yer alan “Çocuklar Artık Neleri Yapamıyor ve Neden?” konulu makaleyi sizler için tercüme ettik. Makale 2009 yılında Texas Üniversitesi’nde Müfredat ve Eğitim Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Doç. Dr. John A. Sutterby tarafından yazılmıştır.

Çocuklar Artık Neleri Yapamıyor ve Neden?

“Günümüzde, ebeveynlerin yaşadığı kaygıların, çocukların yaşamında önemli bir rol oynaması, onların zihinsel, fiziksel ve duygusal alanlarını etkilemesi en büyük endişelerimden biridir. Gördüğüm kadarıyla, anne-babaların çocukları için yaşadığı kaygı aslında çocukların yaşamı keşfetmesine ket vurmaktadır. 1970’li yıllarda Teksas, Houston şehrinde büyümüş biri olarak kendi çocukluk dönemimde bisikletimin bana verdiği özgürlük ile komşu mahalleleri gezdiğimi, her gün okula bisiklet ile gittiğimi, hatta okul müdürünün yolda yan yana iki bisiklet ile gidilmemesi gerektiği konusunda verdiği uyarıya rağmen bunu görmezden gelip sürü halinde yolun sağ tarafından bisikletleri sürdüğümüzü hatırlıyorum. Günümüzde ise, okula yürüyerek ya da bisikleti ile giden çocuk sayışırım %10’dan daha az olduğu, 30 yıl öncesine göre %60 oranında azalma olduğu tahmin edilmektedir.

Kendi çocuklarımın okulunda, bisikletleri bağlayacak bir yerin olmadığını ve sadece bir avuç dolusu öğrencinin yürüyerek okula geldiğini gördüm. Okulu çevreleyen parmaklıklar olduğunu ve anne-babaların okulun çıkışında hücum etmeyi bekleyen anlar gibi ‘vızıldadıklarını’ fark ettim. Okulun bitiş saatinde çocukları gitmeleri gereken bir sonraki aktiviteye ya da eve götürmeyi bekleyen sıra olmuş arabalar ve servisler bulunmakta. Eğer eve “güvenlikleri” nedeniyle kapatılmadıysalar, nadiren de olsa, sokakta oyun oynayan çocukları görebiliyorum.

Bu durum, geçmişte böyle değildi. Çocukluk dönemi arkeolojisi, 19.yüzyılda çocukların yapmış oldukları arkeolojik kazılardan söz etmiştir. O dönemde, çocukların, yetişkin gözetimi altında dışarı çıktığım gösteren ipuçları olmasına rağmen, yetişkin gözetimi olmadan dışarıda gizli yerlerde oynadıklarını gösteren başka yapıtlarda bulunmuştur.

Literatür bize ‘sağlıklı’ ebeveyn olmak ile ilgili fikirler vermiştir. ‘Ramona The Pest’ adlı kitapta Ramona Quimby karakteri anaokulu döneminde okula bir yetişkin gözetimi olmadan gitmiştir. 40 yıl sonra, birçok kişi bu durumu ebeveyn ilgisizliği ya da daha da abartılmış hali ile çocuk suistimali olarak görebilir. Çocukların bağımsızlığı ve yeteneklerinin gelişimi ile dışardan gelebilecek tehlikelere karşı duyulan korku bir çatışma halindedir. Bu nedenle ben gelecek jenerasyonun becerilerinden endişe duymaktayım.

Benim ve Ramona’nın yaşadığı deneyimler, Wortham’ın “Çocukluk Döneminin Altın Çağı” olarak adlandırdığı bir dönemde yer almaktadır. Bu dönem, genellikle hızlı büyüme yılları olan bebeklik dönemini içermektedir. Wortham, Cumhurbaşkanı Kennedy ve Cumhurbaşkanı Johnson döneminde çocukların refahı için yapılan çalışmalarla çocukluk dönemine verilen önemin arttığına inanmaktadır. Aynı zamanda, ekonomik değişim ve yaşam standartlarının iyileşmesinin de bu duruma katkısı olduğunu eklemektedir. Bu yıllarda, aşıların gelişmesi, medikal olanakların aşama kaydetmesi ile çocukların sağlık durumlarında iyileşme ve çocuk ölüm oranlarında azalma görülmüştür. Bu altın çağ döneminde, çocukların güvenliği (çocuk istismarı, kaçırma vs.) ile akademik başarıları üzerinde çok durulmuştur.

1981’den bu yana, çocukların başkalarıyla ve yetişkin gözetimi olmadan, özellikle açık alanda, serbest oyun oynama amacıyla geçirdikleri zaman dilimi gittikçe düşmüştür. 1981’den 1997’ye kadar olan zaman diliminde, çocukların serbest zaman geçirme oranında %16’lık bir düşüş olmuştur. Buna karşılık çocukların yetişkin gözetiminde oldukları zaman diliminde ise artış olmuştur. Furedi’ye göre; çocukların geçmiş yıllara göre daha fazla tehlike ile karşılaştığı konusunda hiçbir ipucu yoktur. 20 ya da 40 yıl öncesine göre, oyun yerleri daha fazla tehlike içermemektedir. Aslında sadece toplumun, çocukların dayanıklılıkları ile ilgili algılan değişmiştir. Fiziksel yaralanma artık büyümenin bir parçası olarak görülmemektedir.

Ne oldu da, çocukların özgürlük hareketinde ve yetişkinlerin çocukların “güvenliği” konusundaki kaygılarında dramatik bir değişim oldu? Birçok araştırmacı, 1970’lerin ortasından günümüze kadar toplumdaki bu değişim hakkında araştırma yapmıştır. Steams’a göre, 20.yüzyılda çocukların daha değerli ve daha kolay incinir olarak algılan-malan ebeveyn kaygısının giderek artmasına neden olmuştur. Çocuk ölüm oranlarının azalması ve aile danışmanlığının artması, çocuğun yaşayabileceği herhangi bir olumsuzluk karşısında anne-babanın önemli ölçüde sorumlu tutulmasına yol açmıştır.

Önceden de belirtildiği gibi, günümüzde çocuklar artı daha dayanıksız görülmektedir. 20. yüzyıldan önce büyütülen çocuklar daha dayanıldı görülmekteydi. 19.yüzyılda ebeveynler doğru çevre faktörleri oluşturduğunda çocukların yalnız başına daha sağlıklı büyüyeceklerine inanıyordu.

Aileler bir gözetim olmadan gocuklarının dışarıda oynamalarına izin verme konusunda tereddüt ettikleri için şimdilerde fazla kilolu ve obez olan çocukların sayılarının hızla arttığını görmekteyiz,

Son dönemde ise, çocuklarla ilgili tablo, daha çok düzeltilmesi gereken hiperaktivite ve dikkat dağınıklığı, eğri dişler, disleksia, duygusal bozukluklar gibi durumlar olduğunu ve ebeveynlerin bu durumlarla ilgili kaygı yaşadığını bize göstermektedir.

Bu makale, anne-babadaki kaygı artışını, bilginin kaygıyı yaratmaktaki rolünü ve bunun çocuklar için doğurduğu sonuçları incelemektedir.

Ebeveyndeki Kaygı Artışı

Güneşli bir öğleden sonra, çocuklarımız yanımızda oyun oynarlarken, komşuma oğluna ne zaman bisikletle dolaşması için izin vereceğini sordum.

“Bunu yapabileceğimi hiç düşünmüyorum” diye cevapladı. “Şimdi ki dünya büyüdüğümüz dünyadan o kadar farklı ki!” dedi.

Aşırı korumacı çevre içinde büyüyen çocuklar, onlara bilişsel, sosyal ve duygusal açıdan yararlı olacak birçok fırsatı kaçırmaktadırlar.

Araştırmacılar özellikle, çocukların hareketini engelleyen ebeveyn kaygısını incelemektedir. Mary Rivkin, çocukların artık dışarı çıkmalarına izin verilmediğini “Çocukların dışarıda oyun oynama izinleri suyun güneşte buharlaşması gibi buharlaşmaktadır.” cümlesi ile açıklamaya çalışmıştır. Çocukların tek başlarına olamamalarında trafik, televizyon, tehlikeli sokaklar, cinayetler, çocuk istismarcıları gibi nedenlerden yalnızca birinin suçlu olarak gösterilemeyeceğini belirtmiştir.

‘The Gallup Polling’ Firması 1977’den beri ebeveyn kaygısını araştırmaktadır. Bulgulara göre, ebeveynlerin kaygıları okullarda yaşanan şiddet ile artış göstermiştir. Örneğin; %55 ebeveyn Columbine Okulu’ndaki silahlı çatışmadan sonra çocuklarının güvenliği için endişe duymaya başlamıştır. Ekim 2006’da Amish Okulu’ndaki silahlı çatışmadan sonra ebeveyn kaygısının 2 ay içinde %25’ten %35’e ulaştığı belirlenmiştir.

Çocukların istismar edilme korkusu da gittikçe endişe duyulan bir konu olmuştur. İstatiksel araştırmalar çocuk kaçırma olaylarında azalma olduğunu göstermesine rağmen birçok aile çocuğunu yetişkin gözetimi olmadan dışarıya çıkmasına izin vermemektedir. Jenkins, çocuk kaçırma ve istismarı gibi suçların oranında değişme olmadığına dair kanıtlar olmasına rağmen bu suçlardan kaynaklanan ebeveyn korkusunun arttığını ve bu konuda tam bir paniğin ortasında olduğumuzu ifade etmektedir.

Çocuk istismarcılarına yönelik olan bu korku aşırı tepki verilmesine neden olmaktadır. Yaşadığım şehirdeki bir okul, öğretmenlerin ve okulda çalışan görevlilerin, kaydı bulunan tüm cinsel suçluların fotoğraflarım ezberlemelerini istemektedir. Hatta 10 dolar karşılığında, Ulusal Alarm Sicil Dairesi’nden suçluların isimleri adresleri, fotoğrafları ve profilleri elde edilebilmektedir. Ayrıca, cinsel suçluların kayıtlarıyla ilgili herhangi bir değişiklik olduğunda aileler elektronik posta yoluyla uyarılmaktadır. Aileler sadece çocuklarının bir suç mağduru olacakları ya da ölümcül bir kaza yaşayacakları konusunda kaygı yaşamazlar. Ayrıca zorbalık ve akademik zorluklar nedeniyle de kaygılıdırlar. Ailelerin bu korkusu okullara ve çocuk bakım merkezlerine de bulaşmaktadır. Hatta bir okul, oyun sahasında koşmayı bile yasaklayacak kadar ileriye gitmiştir.

Bilginin Rolü

Çoğu zaman bir konuda bilgi sahibi olmak iyidir, fakat görünüyor ki ailelerin çocuk güvenliği konusunda artan bilgi erişimi, ailelerin kaygılarım dindirmek yerine yapay bir şekilde arttırmaktadır. Artık aileler çocukların yaşadığı tehlikeler konusunda daha önce hiç olmadığı kadar bilgi sahibidirler. Ailelerin erişimine açık olan geniş çaptaki bilgiler bazı tehlikeleri engellemek açısından faydalı olsa da, ailelerin neyin gerçekten bir tehdit ve neyin aslında algılanan bir tehdit olduğu konusunda karar vermelerini zorlaştırmaktadır. Verilen bilgilerin ailelere nasıl yardımcı olacağı konusundaki kısıtlılıklara rağmen devlet kuruluşları, güvenlik uzmanları ve medya ailelere birçok uyan yapmaya devam etmektedir.

Standartlar ve Devletin Tavsiyesi

Tüketicileri tüketim mallarının sahip olduğu riskler konusunda daha fazla bilgilendirmek amacıyla 1973’te Tüketici Haklan Güvenlik Komisyonu kurulmuştur. Ayrıca, Amerika Test ve Materyaller Demeği gibi standartlar komitesi, ürünlerin çocuklar için daha güvenli olması amacıyla çalışmaktadır. Üreticiler, hukuki davalardan sakınmak için bu standartlara ve düzenlemelere uymaya çalışmaktadırlar Standartların ve bilginin artmasına rağmen, aileler çocuklarının sağlığı ve güvenliği konusunda, günlük yaşamda var olan risklerin ötesinde hala çok endişe duymaktadırlar. Hükümetlerin çocuk ürünlerinin olası zararları konusunda bilgi vermeden ürünleri piyasadan geri çekmesi, ailelerin endişelerim arttıran medyatik olaylardır.

Uzmanlar

19. yüzyılda başlayan Çocuk Çalışmaları Hareketi çocukluk dönemi ve çocuk gelişimi konusunda daha fazla bilgi birikimine öncülük etmiş, fakat aynı zamanda “uzman” kavramım ortaya çıkarmıştır. Çocuk gelişimi alalımdaki uzmanlar, araştırmaları ve gözlemleri süresince öğrendiklerine dayanarak ailelere öneriler vermektedirler. Bu durum ailelerin kendi sağduyularından şüphe duyarak kaygılarının artmasında bir rol oynamaktadır. Böylece, aileler çocuklarıyla ilgili kendi kararlarını kendilerinin veremeyeceklerine, bu uzmanların önerilerini dinlemek zorunda olduklarına, aksi halde çocuklarım tehlikeye atacaklarına inanabilmektedirler. Fakat ironik olan bir nokta vardır ki, uzmanlık alanındaki akımlar Freud’tan Skinner’a, Spok’a, Ferber’e ve sonrasında değişim göstermiş ve uzmanların ailelere önerileri de çoğu kez birkaç yıl önce verilen önerilerle çelişmiştir.

Medya

Ailelerde kaygı yaratma konusunda medya da bir rol oynamaktadır. Medya, çocuk ölümlerinin başında gelen trafik kazaları gibi gerçek tehlikeler üzerine odaklanmak yerine çocuk kaçırma gibi daha sansasyonel ama daha nadir olan olaylara odaklanmayı tercih etmektedir. Sıradışı ve nadir olan bu tür olaylara odaklanılması, ailelere böyle olayların gerçekte olduğundan daha yaygın olduğu izlenimini vermektedir.

Çoğu kez risk algısı, riskin gerçek seviyesinden daha fazladır. Bilinmeyen riskler bilinen risklerden çok daha büyük olarak algılanabilir. Sonuç olarak, aileler çocukların sahip olduğu risk seviyesini gözlerinde büyütmektedirler. Bir araştırmada, “Tick-Bome Lyme” adı verilen kene hastalığına bağlı risk algısı, kene hastalığının bir toplumda gerçekte oluş sıklığından daha fazla çıkmıştır. Araştırmaya katılanlar, yaşadıkları toplumda kene hastalığının gerçekte oluş sıklığı konusunda bilgilendirildiklerinde risk algılan azalmıştır.

Medyanın davranış kalıplarına olumlu bir etkisi olabilmektedir. Örneğin; medyanın sigara içmeye karşı tutumları değiştirdiği ve sağlıklı cinsel davranışı geliştirdiği görülmektedir. Bu olumlu gelişime rağmen, medya bir olayı 24 saat durmaksızın reklam yaparak bir risk algısı geliştirebilmektedir. Etkileyici bir vakada, bazı elmalara uygulanmış olan ‘Alar’ adlı kimyasallarla ilgili bir medya hikâyesidir: Gerçekte Alar’ın yarattığı risk son derece küçük olmasına rağmen Alar uygulanmış bir elmanın bir ısırığının bile insanları öldürebileceği algısı yaratılmıştır. Bütün bunlara rağmen kişisel deneyimleri farklılık gösterse bile, insanlar medya kaynaklarındaki bilgiyi ciddiye almaktadırlar.

Çocuklar İçin Sonuçları

Ailelerin çocukların güvenliğinden, gelişiminden ve sahip oldukları olanaklardan sürekli olarak kaygı duyduğu bir dünya çocuklar için çok ciddi sonuçlar doğurabilir. Aileler bir gözetim olmadan çocuklarının dışarıda oynamalarına izin verme konusunda tereddüt ettikleri için şimdilerde fazla kilolu ve obez olan çocukların sayılarının hızla arttığını görmekteyiz. Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi’ne göre, 1971’de 6-12 yaş çocuklarının sadece %4’ü fazla kilolu iken, bu oran 2002’de 16%’ya çıkmıştır. Fazla kilolu olmak, kalp problemleri ve diyabet gibi diğer sağlık konulan içinde önemli bir göstergedir. Fazla kilo ve egzersiz eksildiğinden kaynaklanan ikinci tip diyabet, çocuklarda bu kadar yaygınlaşmadan önce yetişkinlerde “yetişkin diyabeti” olarak tanımlanan bir rahatsızlıktı.

Ailelerin yaşadığı kaygıların önemli bir diğer sonuç da, daha az çocuğun bir etkinlik deneme ve hata yapma fırsatına sahip olmasıdır. Furedi’nin yazdığı gibi, “Yaralanmadan geçen bir çocukluk dönemi yaşatma çabalan sadece çocukların gelişimim engelleyebilir…” Bir çocuğun çevresini keşfetme özgürlüğünü yaşaması için, kendisini yaralama riski göze alınmalıdır. Aşın korumacı çevre içinde büyüyen çocuklar, onlara bilişsel, sosyal ve duygusal açıdan yararlı olacak birçok fırsatı kaçırmaktadırlar.

Ailelerin çocuk güvenliği konusunda artan bilgi erişimi, ailelerin kaygılarını dindirmek yerine yapay bir şekilde arttırmaktadır.

Son zamanlarda, Richard Louv gibi yazarlar, çocukların doğal çevrelerden yoksun kalmaları konusundaki kaygılanın “Doğa Eksikliği Bozukluğu” şeklinde ifade etmekte ve doğaya yabancılaşmanın insanlara duyuların az kullanımı, dikkat problemleri ve daha yüksek oranda fiziksel ve duygusal hastalıklar gibi bedelinin olduğunu vurgulamaktadır. Wilson’a göre, insanların doğayla yakın bir İlişkisi vardır. Wilson, insanların doğayla ve doğal unsurlarla etkileşim içerisinde olmalarım hem zihinsel hem fiziksel olarak güçlendirici bulmaktadır. Aileler çocuklarının dışarıda oynamalarından korktukları için tüm zamanlarım ev içinde geçirmelerim istemekte, bu da çocukların doğadan yoksun bırakılmalarına ve sağlıklı olma fırsatını kaçırmalarına neden olmaktadır.

Kısacası, çocuklar ailelerinin korkulan sonucunda zarar görmektedir. Yalnız kalmak, risk almak ya da yeni şeyler keşfetmek için daha az fırsatları olmaktadır. Sağlıkları egzersiz ve hareket eksikliğinden dolayı zarar görmektedir. Ben şehir civarında kırlarda dolaşan çocukların büyüdüğü bir jenerasyondanım. Gelecek nesiller bir araba camından gördükleri manzara dışında, etrafın nasıl gezileceği konusunda bugün ki nesilden daha da az bilgiye sahip bir şekilde büyüyeceklerdir.

Sonuçlar

Tabi ki, ailelerin çocuklarını sokaklara terk etmelerini savunmuyorum. Ancak, daha özgürce yaşadığım kendi çocukluk deneyimlerimin beni daha yetkin bir yetişkin yaptığını biliyorum. Ben kendinden emin bir gezginim. Bilmediğim şehirlerde ve yabancı ülkelerde metroya binebilirim. Alışılmadık yerlerde nasıl dolaşacağımı, deneyimlerime dayanarak tehlikeli durumları nasıl fark edeceğimi ve nasıl sakınacağımı biliyorum. Diğer taraftan, kendi çocuklarım her yere genelde bir araçla götürüldüğü için yön duygulan hiç gelişmemiş ya da yok denecek kadar az gelişmiştir. Öyle ki, onları keşfe çıkmaları için desteklediğimde maalesef çabucak kaybolurlar.

Gelecek nesil nasıl olacak? Bugün ki çocuklar, bilinmeyen yerlerin ve tanınmayan insanların güvensiz olduğu düşünülen bir dünyaya nasıl adapte olacaklar? Bu onları bir yetişkin olduklarında nasıl etkileyecek?

Bu süre içinde, ailelere çocuk bakımı ve çocuklara yönelik tehlikeler konusunda medya ve uzman önerilerinden oluşan mesaj akımı devam edecektir. Umarız bu sarkaç eninde sonunda sağduyulu ebeveynlik yaklaşımına geri döner ve ‘yabancı-tehlikedir’ uyan çanları azalır.”

Çevirenler:
Aylin Germiyen Alioğlu
Psikolojik Danışman

Sevcan Ayaş Köksal
Psikolojik Danışman