Çocukların Sosyal Duygusal Öğrenme Becerilerini Desteklemede Ailenin Rolü

Eğitim sosyal bir süreçtir; eğitim gelişimdir, eğitim hayata hazırlanmak değil hayatın kendisidir…

John Dewey

Duygular doğduğumuz andan itibaren bizimle beraberdir. Ancak duyguları tanımak, yönetmek, düzenleyebilmek yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Bebek için duyusal uyaranlar, biyolojik ihtiyaçların bedende yarattığı hisler ve bu hislerin karşısında bebeğe bakım veren yetişkinlerin tepkileri ilk öğrenme deneyimleridir. Ebeveyn ile bebek arasındaki bağın özellikleri bebeğin kendi duygularını tanımasında, yönetmesinde ilk ve en önemli adımları oluşturur. Yaşamın erken dönemindeki travmaların etkileri bu yüzden güçlüdür. Diğer yandan duygusal yeterlilik yaşam boyu geliştirilebilen bir yetidir.

Yaşamın ilk yıllarında yetişkine ve çevresine tamamen bağlı olan çocuklar, büyüme sürecinde gelişen becerileri (bilişsel, dilsel, duygusal ve sosyal) sayesinde duygularını ifade etmeye, güçlü duygularını düzenlemeye, dürtülerini kontrol etmeye başlarlar. En azından bu alanlarda ilerleme göstermelerini bekleriz. 2- 3 yaşında oyuncağı elinden alındığı için saatlerce ağlayan, teselli ve teskin edilemeyen çocuk, ilkokul yıllarında benzer bir durumu daha iyi yönetebilir hale gelir. Bunu yapmasını sağlayan şey duygusal yeterlilik kapasitesinin 2 yaşındaki halinden daha yüksek olmasıdır. Yani, hayatının o döneminde, yaşadığı gerginliği tanıyıp isimlendirmek, kendini sakinleştirebilmek ve gerekiyorsa çözüm üretebilmek gibi becerilere sahip değildir ya da bunları yapabilmek için yetişkin desteğine ihtiyaç duyar. İlkokul yıllarına geldiğinde ise ideal olarak bu becerilerin birçoğunu öğrenmiş olmasını bekleriz.

Duygusal yeterlilik gelişimsel bir süreç olsa da çevresel koşullar ve çocuğun hayatındaki yetişkinler bu sürecin nasıl şekilleneceğinde önemli rol oynar. Şöyle ki erken çocukluk döneminden itibaren duygularını tanıması, ifade etmesi için rehberlik edilen bir çocuğun duygusal yeterlilik gelişimi daha güçlü olacaktır. Ebeveynleri tarafından duyguları fark edilen, duygularını ifade etmesine fırsat verilen, gerektiğinde dürtülerini kontrol edebilmesi için desteklenen çocukların öz düzenleme becerileri gelişir. Bu süreç hem sosyal, hem duygusal hem de bilişsel bir gelişim sürecidir.

Genel kanının aksine, duyguları ifade edebilme ve tanıyabilme, bir zayıflık belirtisi değildir. Çoğu zaman “Çok duygusal…”, “Bu kadar hassas olma,” diyerek ifade edilen tepkiler; duyguların, bilişsel becerilerin ya da “aklın” karşıtıymış gibi algılanmasından kaynaklanır. Aslında tam tersi duygular ile bağı zayıf olan bireylerin bedenleri, düşünceleri ve davranışları üzerindeki kontrolleri ya da farkındalıkları çok daha sınırlıdır.

Gabor Mate (2003), kendimizi ciddi sağlık risklerinden koruyabilmek için gizli stresten uzak durmanın önemli olduğunu ifade eder.  Gizli stresten korunabilmenin de en etkin yolu çocukluktan itibaren duygusal yeterliliğimizi güçlendirmektir.

Duygusal yeterliliğe sahip bireyler;

  • Duygularının farkındadır, ne hissettiğini anlamlandırabilir, böylece eğer gerginlik ya da stres altındaysa bunu da fark edebilir.
  • Gerektiğinde hayır diyebilir, kendini istemediği bir durumdan uzaklaştırabilir, akran baskısıyla baş edebilir. Duygularını, ihtiyaçlarını ifade edebilir, bu şekilde sınırlarını koruyabilir.
  • Şu anki durum ve deneyimleri ile geçmiş arasında ayrım yapabilir. Hissedilen duygunun geçmişten gelen bir anıya ait bir tepki mi, yoksa şu anda yaşanılana ait bir his mi olduğunu fark edebilmek zor bir beceridir. Geçmişten gelen izler ile şu anda olanı yorumlamak bazen işleri daha karmaşık hale getirebilir.

Bu beceriler çok kolay ve bir anda kazanılan beceriler değillerdir. Ama çocukluktan itibaren duyguların öneminin ve gücünün farkında olmak, onları ciddiye almak önemli bir adımdır. Bir kez daha çocukların duygusal yeterliliklerini geliştirmek için önemli bulunan birkaç adımı vurgulamak isterim.

  1. Tüm duygular önemlidir, gereklidir. Kötü, saçma, gereksiz duygu yoktur. Duyguları fark etmek, isimlendirmek önemlidir. Sinekten korkan bir çocuğa “Aman bunda korkacak ne var?” demenin hiçbir yararı yoktur. Onun yerine “Bu sinek seni gerçekten korkutuyor.” demek kısa vadede sinek korkusunu yenmesine yardım etmese de en azından gerçekten anlaşıldığını hissettirecektir.
  2. Çocuklar güçlü duygularını düzenlemek için yetişkin yardımına küçük yaşlarda daha çok ihtiyaç duyarken büyüdükçe sakinleşme becerilerini öğrenmeleri ve kullanabilmeleri gerekir. Bu durumda iki önemli aşama vardır: Birincisi çocukların küçük hayal kırıklıkları yaşamalarına fırsat vermek (bir nevi aşılama yaparak sonraki yıllar için sistemi hazırlamak), ikincisi ise sakinleşebilmeleri için onlara yöntemler konusunda yardımcı olmak.  (“Çok üzgünsün, sakinleşmek için biraz parkta yürümek ister misin? Kızdığının farkındayım, sakinleşebilmen için yardım istersen ben buradayım.”)
  3. Çocuklar anne-babalarına güvenmeye ihtiyaç duyarlar. Onların öfkesi, üzüntüsü, hayal kırıklığı sizi yıkmamalı, korkutmamalıdır. Çocuklar, ebeveyn olarak onlara destek olacağınızı bilmek ve görmek isterler. Aman şimdi kriz çıkmasın, aman üzülmesin diyerek kısa vadede krizleri engelleme çabanız uzun vadede anne-baba olarak güvenilirliğinizi sarsabilir.

Ebeveynlerin üzerindeki en büyük stres belki de çocuklarına model olma zorunluluklarıdır; çünkü biliyoruz ki, çocuklarımıza sözlerimizle aktardıklarımızdan daha büyük bir payı yaptıklarımız ve etrafımızla kurduğumuz ilişkilerimiz kaplıyor. Çocukların sağlıklı ilişkiler geliştirmeleri için ise onlara yardımcı olmamız ve model olmanın etkisini en çok bu alanda sergilememiz gerekiyor.

  1. Empatiyle yaklaşmak.

Her olayı karşınızdaki insanla bire bir yaşamanıza imkan yoktur. Her an karşı tarafla aynı duyguyu hissetmenize de imkan yok. Ancak empati kurduğunuzda, karşı tarafa vereceğiniz duyguyla (“Ne hissettiğini anlayabiliyorum.”) ilişkileriniz adına çok büyük bir adım atmış olursunuz. Çocuklarınızın da sizi, selam vermeyen komşunuza “Hay Allah, bizim çöpler sizin tarafa doğru biriktiği için kızdınız herhalde,” derken görmeleri; “Empati kurmak harika bir şeydir,” derken duymalarından daha etkilidir.

  1. Önyargısız anlamaya çalışmak.

Kişiler ve olaylar hakkında kestirmeden sonuca gitmek, bir GPS uygulamasından sürekli “Rota yeniden hesaplanıyor” uyarısını duymak gibidir, çünkü yeterince bilginiz, gözleminiz olmaksızın sonuca gitmek sıklıkla yanlış yola çıkar. Birisinin bir davranışının size ne hissettirdiğini ancak siz bilebilirsiniz. Ancak olup biten hakkında bilgi toplamayı önemsemek; “Tam olarak ne olduğunu bilemiyoruz,  anlamadan kimseyi suçlamayalım!” demek, önyargı duvarlarının örülmesini engeller.

  1. Kendi söz ve davranışlarından sorumlu olmak.

Herkes bizim istediğimiz gibi davransa hayat harika olurdu! Ama öyle olmuyor, belki de “iyi ki” öyle olmuyor. Biz kendi sözlerimiz, davranışımız, etik kararlarımız kadar varız. Kişilerin ne dediklerini kontrol etmek, onları değiştirmek üzerine kafa yormak ve sonunda da öfkelenmek yerine; kendi yaşam prensiplerimizi korumaya çalışmalıyız. “Arkadaşın senden hoşuna gitmeyen/uygun olmayan bir şey yapmanı istese de sen doğru bildiğini seçme/yapma hakkına sahipsin,” diyerek çocuğumuza kendi davranışlarının sorumluluğunun ona ait olduğunu anlatabiliriz.

  1. Dinlemek.

Dünyanın en kolay işi gibi gözükse de, “iyi” bir dinlemeyi zihniniz, bedeniniz ve kalbinizle yaparsınız. Bu üçünü aynı anda kullanmak da kolay olmasa gerek. Çocuğunuzu hakkını vererek dinlerseniz, o da sizi ve başkalarını dinlemeyi öğrenir. Unutmayın ki “İyileşme dinlendiğini hissedince başlar”.

  1. İlişkilerde zorlanınca da nazik olmak.

Ayrılıklar, bitirmeler zordur. Birisi ile yüz yüze bakıp “Ben/biz artık…….. istemiyorum/istemiyoruz” demek için yetişkin de olsanız sosyal ve duygusal olgunlaşma gerekir. Çocuğunuzun piyano derslerine artık devam etmeyeceğini, öğretmeninin cep telefonuna yazılan kısa bir mesajla bildirmek yerine gerçek iletişim öğeleri kullanmanız daha önemlidir. “Piyano derslerine artık devam etmeyeceğini öğretmenine söylemek bana da zor geliyor. Hem üzülüyorum hem de çekiniyorum. Ancak eminim öğretmenine emekleri için teşekkür etmek hem bizim hem de onun için güzel bir bitirme olur,” dediğinizde ileride canı yansa bile, ayrılık/bitiş zamanı geldiğinde bunu uygun bir dille yapabilir.

Peki ya okulun bu süreçteki işlevi nedir?

 Okul bir öğrencinin senede ortalama 1700 saatini geçirdiği, yeni bilgiler öğrendiği, sosyal ilişkileri denediği, kendini geliştirdiği, kendini gerçekleştirme için destek gördüğü öğretim kurumudur.  Okulun en önemli görevlerinden biri öğrencilerini hayata hazırlamaktır.  Ancak hızlı değişimlerin olduğu bir zamanda, çocukları hayata hazırlamak da oldukça zorlu bir süreçtir.  Bir yandan verilmesi gereken temel dersler, bir yandan değişen teknolojiler ve sıklıkla değişen sistemler aslında okul yöneticileri ve öğretmenler için de oldukça zorlayıcı olabilir.  Ancak 2017 yılında Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir araştırmada, gelecek 50 yıl içinde önemi azalmayacak iki adet becerinin altı çizilmektedir. Bu beceriler; kişilerarası ilişkiler ve teknoloji bilgisidir. Bu sonuçtan da anlaşılabileceği gibi; geleceğin mesleklerine ve geleceğe hazır bireyler yetiştirmek için gereken temel becerilerden bir tanesi de sosyal duygusal öğrenme temelli bir beceridir.

“Sosyal ve Duygusal Öğrenmeyi” okul ortamına dahil etmenin öğrencileri hayata hazırlamak gibi uzun süreli sonuçlarının yanında okul ortamına da olumlu yansımaları olması beklenir. CASEL tanımına göre; kişisel farkındalık, öz yönetim, sosyal farkındalık, kişiler arası ilişkiler, sorumlu karar verme sosyal duygusal öğrenmenin 5 temel alanıdır. Çocukların sosyal duygusal öğrenme becerilerini geliştirmeye yönelik yapılan çalışmaların çoğu öğrencilerin sosyal olarak uygun davranışlarını artırıp, önce okulda, daha sonrasında günlük hayatlarında sosyal açıdan uygun davranışlar sergilemelerini sağlamaktadır. Üstelik akademik başarı düzeyinde de artış gözlenmektedir ki çocukların kendilerini ifade edebildikleri bir sınıf ortamı için bu sonuç hiç şaşırtıcı değildir.

Elias ve arkadaşları tarafından yapılan bir araştırmaya göre okulların sosyal duygusal becerilerini yaygınlaştırabilmek için çok yönlü, programlı bir yaklaşıma ihtiyaçları vardır. Okulda öğrencilerle iletişimde bulunan her bireyin sosyal duygusal öğrenmeye katkısı olumlu etki yaratır. Öğretmenin kendisi ve öğrenciler için yarattığı sınıf atmosferinin olumlu, destekleyici ve anlayan bir ortam olması; bu davranış şeklinin sınıf içinde düzen haline getirilmesi, sosyal duygusal becerilerinin etkin bir şekilde kullanılması için oldukça önemlidir. (Evertson, Emmer, & Worsham, 2003; National Research Council, 2000; Wang,Haertel, & Walberg, 1994).

Sosyal duygusal öğrenmeye sistematik olarak yer verilen okullarda öğrenciler zamanla;

  • Duygularını tanır ve isimlendirebilirler, kendi istek ve ihtiyaçlarını fark edip uygun şekilde ifade edebilirler,
  • Karşısındakinin ne hissettiğini anlayıp, onlara ihtiyacı olan şefkat ve ilgiyi verebilirler,
  • Yoğun duygularını fark edip sakinleşme adımlarını kullanabilirler,
  • Problemlerini uygun şekilde ifade edip, etkili problem çözümlerini deneyebilirler,
  • Farklılıklara karşı saygı ile yaklaşmanın önemini bilirler,
  • Zor durumlar karşısında verilecek dürtüsel tepkinin sonuçlarını öngörebilir ve herkes için uygun çözümü seçmeyi denerler.

Sosyal duygusal öğrenme alanının tüm okul zemininde yer alması güvenli ve olumlu bir okul ikliminin yaratılabilmesi için gereklidir.  Böylesi güvenli bir ortamda ise; öğrenmek çok daha kolay ve keyifli olacaktır.

Konuk Yazar:
Seçil Akaygün Cüntay
Uzman Psikolojik Danışman

Seçil Akaygün Cüntay | Uzman Psikolojik Danışman

Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünden 1999 yılında lisansını, 2001 yılında yüksek lisansını almıştır. 2008 yılından bu yana sosyal-duygusal öğrenme becerileri ile ilgilenmekte, kurucularından olduğu “Sosyal Duygusal Öğrenme Akademisi” bünyesinde, bu alandaki çalışmalarını çocuk, aile ve eğitimcilere yönelik olarak sürdürmektedir. 2011 yılından bu yana birçok öğretmene ulaşarak, “Second Step – İkinci Adım Programı”’nın Türkiye temsilciliğini ekibi ile birlikte yürütmektedir. Boğaziçi Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim görevliliği yaptığı dönemde “Toplum Danışmanlığı” ve “Okul-Aile İşbirliği” derslerini vermiş, halen Maltepe Üniversitesi İngilizce Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünde yarı zamanlı öğretim görevliliğine devam etmektedir. Kurucularından olduğu bir danışmanlık merkezinde, çocuklar ve ailelere yönelik psikolojik danışmanlık hizmeti vermektedir. “Alıştığımız Gibi Değil” kitabının yazarlarındandır.

Kaynakça

Berger, G. (2017) World Economic Forum, 2017 Human Capital Report; https://www.weforum.org/agenda/2017/09/linkedin-job-skills-human-capital-report-2017/

Darling-Hammond, L. (1996) The quiet revolution:Rethinking teacher development.Educational Leadership, 53, 4-10.

Elias, M.J., Zins, J.E., Weissberg, R.P., Frey, K.S.,Greenberg, M.T., Haynes, N.M., Kessler, R.,Schwab-Stone, M.E., & Shiver, T.P. (1997). Promotingsocial and emotional learning: Guidelines for educators. Alexandria, VA: Association for Supervision and Curriculum Development

Edutopia Team (2008) Why Champion Social and Emotional Learning? https://www.edutopia.org/social-emotional-learning-introduction

Kang, S. (2017). Why We Need Social and Emotional Learning at Schools. https://health.usnews.com/wellness/for-parents/articles/2017-08-10/why-we-need-social-and-emotional-learning-in-schools

Pittman, K. (2017) Needed: Social and Emotional Healing; https://www.huffingtonpost.com/entry/needed-social-and-emotional-healing_us_59b6a800e4b0e4419674c35b

Gabor Mate (2003). Vücudunuz Hayır Diyorsa. İletişim Yayınları

Sosyal Duygusal Öğrenme – Sosyal Duygusal Öğrenme Akademisi (sdoakademi.com)