Çocukluğa Veda Ergenliğe Uyum

İlk bağ…

İnsan yavrusunun dünyaya gelişi sadece biyolojik bir olgu olmayıp içinde derin bir ruhsallığı da barındırır. Henüz anne ve baba adayı iken bile dünyaya gelecek çocuğa dair düşlemler insanın iç dünyasına düşüverir. Hangi cinsiyette olacağı, sağlıklı bir çocuk olup olmayacağı, verilecek isim, anneye mi babaya mı benzeyeceği, çift olmaktan aile olmaya nasıl uyum sağlanacağı gibi pek çok soru anne ve baba adayının ruhsallığında yer almaya başlar.

Bu düşlemlerle dünyaya gelen bebek ilk bağını anne ile beslenme yoluyla kurar. Annenin bebeğini emzirmesi sürecinde ilişki tanımlanmaya başlar. Bu dönemde bebek kendini anne ile bir bütün gibi algılar, dış dünyaya tüm bağlantısı bu var olan sıkı bütüncül bağ ile gerçekleşir. Zaman içerisinde bebeğin ruhsallığı da yine bu bağ sayesinde şekillenecektir.

İnsan yavrusu diğer canlılardan farklı olarak bakıma ve anneyle olan bu güçlü bağa ihtiyacını daha uzun bir dönem sürdürür. Doğada diğer canlılarda bu bağ yavrunun üreme yetisi kazanması ile son bulur ve ardından ayrılma gerçekleşir. (Bowlby, 2012) Bebek de anne ile olan bağını farklı aşamalarda da olsa, çocukluk çağının sonuna kadar korur, ta ki büyüme sürecinde dönüşümün gerçekleştiği ön ergenliğe yani ergenlik sürecinin arifesine kadar.

Bu zamana kadar çocuk, anne ve babasının bir uzantısı olarak büyür ve gelişir. Çocukluk çağında, anne ve babalar evlatları için her zaman en iyiyi, en doğruyu bilirler, en güzel ya da en yakışıklı onlardır, anne ve baba yıldırım düşse dahi onu tutabilirler, anne ve baba tarafından yapılan seçimler, alınan kararlar, kendileri için biçilmiş gelecek idealleri sorgulanmaz.

Anne ve babalar güven duygusunun ve hayatı sürdürmenin temel kaynağıdırlar.

Tıpkı dünyanın evrendeki döngüsünü sürdürmesi için güneşe duyduğu ihtiyaç gibi çocuk da anne ve babaya ihtiyaç duyar ve hiç şüpheye düşmez.

Peki birdenbire ne olur da her şey farklılaşır. Kararlar tartışılmaya, anne ve baba beğenilmemeye, eleştirilmeye, daha önce tutkuyla bağlanılan ideallerden vazgeçilmeye ya da farklı ideallere geçiş yapılmaya başlanır. Artık çocuk tanımlaması yerini genç kız ya da delikanlı tanımlamalarına bırakır. Bu ergen için çok şaşırtıcı ve pek çok yeniliği barındıran bir değişimdir. Kaçınılmaz bir biçimde ergenin etrafında yer alan kişiler de bu dönüşüme şahitlik eder, bu uyum sürecine dahil olurlar.

Çocukluğa Veda

Ergenlik dönemi yapısı gereği, çocukluğa vedayı, anne ve babaya olan koşulsuz bağın sorgulandığı bir ayrılık sürecini temsil etmektedir. Ayrılık ergenin bu ruhsal çalışmasına hüznü de ekleyecektir. Bu dönem, çocuk ve ebeveynleri için geleceğe dair bir vaad içerse de vedanın hüznü yaşanacak, çocukluğun yası tutulacaktır.

Genç kendini bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan inşa edecektir. Bu zamana kadar deneyimlenen, iç dünyada yer eden kazanımlar ortaya dökülecek ve son haliyle ruhsallığa hummalı bir çalışma ile yerleştirilecektir.

Peki çocukluktan ergenliğe geçilince ne olur?

Ne, neye dönüşür? Kız çocuk, genç kadına, oğlan çocuğu, genç erkeğe, çocukluk düşlemleri gerçeğe dönüşecektir. Bu ergen için belirsizlik demektir ve oldukça da kaygı uyandırıcıdır.

Parman(2011), “Winnicott’un Kuramında Ergenlik” adlı yazısında ergenlik ve çocukluk dönemine ait önemli çalışmaları olan Donald W. Winnicott’un “Adolescence: Struggling Through The Doldrums” adlı makalesine yer verir. Winnicott bu makalesinde bir denizcilik teriminden yola çıkarak ergenliği anlatmaktadır.

“Makalenin başlığında yer alan  “Doldrums” bir denizcilik terimidir. Yoğun sisin içinde beklemenin zorunlu olduğu durumları tanımlar. Ergenlerde ekvator yakınlarında rüzgarın çok az ya da hiç olmadığı bölgelerde, tıpkı denizciler gibi önlerini göremeden uzun süre beklemek zorunda hissederler kendilerini.

Çocukluğu ile vedalaşmakta ve bir arayış ve dönüşüm sürecinde olan ergeni anlamak da ebeveynler için pek kolay olmayacaktır. Anne ve babalar olarak her ne kadar bu dönem yaşanmış, ergenlik deneyimlenmiş olsa da araya giren zaman o döneme ait duyguları unutturmuştur. Bütün bu yaşantılar, duygular; dönüşen, değişen ve gelişen çocuk ile tekrar gündeme gelirler. Bu, ebeveynlerin unutulmuş, dolabın arka köşelerinde kalmış gençlik anılarının tekrar hatırlanacağı ve son bir muhasebesinin yapılacağı, bir deneyim olarak karşılarına çıkar.

Aslında ergenlik içinden geçilecek bir yoldur. Genellikle de çoğu genç takılmadan ya da çok fazla tökezlemeden süreci tamamlar, kendine dair olumlu imgelere sahip, yaşamına yatırım yapabilen bir genç yetişkin haline gelir. Tabii ki bu olgunlaşma hızla gerçekleşmeyecektir. Ergenin bu ilerleme için zamana ihtiyacı vardır.

Ergenlikte sabır kavramı henüz tam olarak evrimini tamamlamamış olduğu için, bu noktada sabretmek de ebeveyne düşecektir.

Şair Naime Erlaçin (2004)’in “Gece Kırıkları” adlı şiirine ait şu dizeler çocukluğa vedayı ve ergenliğe uyumu çok güzel bir şekilde anlatır.

…Gece Kırıkları…

gecenin ek yerlerinden kırılır uyku
sessizce şahlanır derin bilinç
müsveddelerin
temize çekildiği an bu

kıyasıya çarpışır
çocuklukla ergenlik

birer iç çekişidir duvar hıçkırıkları
sözün mahremine düşer kağıt
erbain zamanları çağrıştırır bir ses
gece kırıklarına sıkışır saatleri günün
tarifesiz seferlere koşarken yürek

düşerim ahh!

vurulduğum saatlerde
kutsalar bir ay ışığı umarak geceden…

Tıpkı şairin dizelerinde söz ettiği gibi kaçınılmaz olan doğa kanunu» gerçekleşecek, çocuk ergenliğin içine düşüverecektir. Kaçış yoktur… Çocuğa ve anne babasına bu dönüşüm dayatılır. Çocuklukta sürecinde iç dünyaya yazılanlar temize çekilir. Şiddetli bir çarpışma yaşanır, hem iç dünyada hem de dış dünyada…

Öncelikli olarak bedenin çağrısı kendini gösterir. Bu çağrıya dürtüler de eşlik eder. Eski beden, süregiden güvenli, koruyucu bağın bir teminatı olarak çocuğun hayatında bu zamana kadar yer almıştır. Bu nedenle vazgeçmek hiç de kolay değildir. Bu dönüşüme ilk adım erinlikle atılır böylece çocuk kendisine bir cinsiyet verildiğini fark eder. Erinlik ergenliğin başlangıcı demektir.

Beden hızla büyüyordur ve dönüşüyordur. Bu hıza ayak uydurmak lazım gelir, yeni beden fazlasıyla huzursuzluk verici olmaya başlar. Çocuğun aynadan yansıyan görüntüsü, kendinden giderek farklılaşmaktadır. Cinsiyetsiz beden genç kıza ve genç erkek bedenine evirilmektedir. Bu da anne ve baba ile araya konulacak mesafenin ilk tohumlarını atacaktır.

Ergen kendini artık üreme yeteneğine sahip yeni bedenine göre tekrar konumlandıracak, ilişkilerindeki mesafeleri tekrar tanımlayacaktır. Bu da farklı dışavurumlarla gerçekleşir. Anneye babaya karşı daha edilgen ve itaatkar tavırlar yerini daha atılgan, şiddetli girişimlere bırakır.

Ergen yavaş yavaş daha içine dönük, hassas hale gelir ve ebeveynler çocuklarının kendilerinden giderek uzaklaştığı hissini daha yoğun bir şekilde fark ederler. Bu sağlıklı bir ergenlik süreci için gerekli çatışmaların kaynağını oluşturur.

Değişimin yarattığı kaygı…

Giderek daha öfkeli tepkiler, itirazlar, yalnız başına odaya çekilmeler memnuniyetsiz tavırlar çoğalır. Aslında hepsi de geride yaşanan kaygıyla baş etmek için ergenin savunmaları olarak oluşurlar. Fazla bir davranım içerisine girme ihtiyacı duyar genç.

Ergen kimi zaman da bu kaygı ile bunu kendini tamamen farklılaştırarak baş etme yolunu seçebilir. Değişik tarz, kılık ve tavırlarda görürüz ergeni ve bu oldukça sıkça değişme eğilimi gösterir. Aynaya yansıyan değişimin yarattığı beğenilmeme kaygısı tüm benliği sarar, ancak gencin kendini gerçekten beğenilmez bir hale, görünüme getirmesi ile bu duygu yatıştırılabilir. (Jacguet, Huerre, 2012)

Ben kimim?

Bedensel değişikliklerin başlattığı bu süreçte esas yapılanma ergenin ruhsal kimliğinde gerçekleşmektedir. Bu “Ben kimim?” araştırmasıdır. Geçmişten taşınanlar, ailevi ve toplumsal değerler içerisinde bir yer bulmak için, bu ana sorunsal etrafında dönüp duracaktır ergen…

Karşı cins tarafından beğenilmekte midir?

Okul yaşamında başarılı ya da başarısız bir öğrenci midir?

Tek başına mıdır yoksa ait olduğu bir grup var mıdır?

Müzik, sanat, edebiyat hakkında yeterli bilgisi var mıdır?

Genç işte bu gibi pek çok meselede arayışa girer. Bunların hepsi gerçek kimliği oluştururken yapılan küçük egzersizlerdir.

Bu noktada ebeveynin sakin ve kabul edici tutumu genci rahatlatacak, kendini inşa sürecinde daha güvenle ve daha az kaygıyla yol almasını sağlayacaktır.

Bunun aksi tutumlar belli bir noktada ergenin donmasıyla, içinde bulunduğu davranımda sabitlenmesi ve ilerleyememesi ile sonuçlanabilir. Her ne kadar bu yapılanma ergene ait bir gelişimsel bir süreç olarak tanımlansa da ebeveynlerin tutumlarından ve geçmişinden bağımsız olarak düşünülemez. Her ebeveynin kendi çocuğu için düşlediği bir gelecek vardır.

Çocuğunun nasıl bir genç kız ya da delikanlı olacağı, nasıl dostluklar edineceği, kaç yabancı dil öğreneceği, ileride nasıl bir okula gideceği, nasıl bir kariyer sahibi olacağı ve nasıl bir eş seçeceği gibi hayaller… Sıklıkla da bu arzular gencin hayalleri ile örtüşmezler.

Jacquet ve Huerre bu konuda şöyle der (2012) : “Bazı anne ve babalar ergeni olduğunu hayal ettikleri gibi değil kabul etmekte zorluklar yaşarlar ya da nasıl biri olduğunu hesaba katmadan onu hayal etmeye devam etmeyi tercih ederler. Her şey hayal ve hakikat arasında olabilecek “akort” içinde oynanacaktır. Birinden öteki için vazgeçmek söz konusu değildir. Genç, gelişimini hareket ettiren arzu ve istekler yaratır. Bunu tamamen yadsımak kesinlikle çok ketleyici olurdu.”

Genç bireyselleşmenin, kendi kimliğini oluşturmanın anne ve babası gözünde olumsuz algılanacağı kaygılarıyla doludur.

Ebeveynleri tarafından bu yeni ilişki tanımı, değişen beden ve kimlik beğenilecek midir, her ne olursa olsun istenmeye, kabul edilmeye, sevilmeye devam edilecek midir? Çünkü ergenin iç dünyasında, bireyselleşme ve var oluş süreci anne ve babaya rağmen gerçekleşmektedir. Bu temel kaygı onun gelişimine, yetişkinliğe geçişe kadar ona eşlik edecektir.

Gencin çatışmaya olan ihtiyacı… Bana kim karşı koyar?

Jeammet; karşı çıkmak davranışının ergen için etrafındaki yetişkinlere özellikle anne babasıyla ilişkisinde kendini konumlandırmanın ayrıcalıklı bir yolu olduğunu söyler. Ergen bu karşı koyuşla ayrışma hareketini başlatır ve bu yolla kendisinin kim olduğunu keşfetmeye çalışır. Bu aynı zamanda uzaklaşma da demektir…

Kısaca gencin çatışmaya olan ihtiyacını gözardı etmemek gerekir. Çünkü olgunlaşmanın yolu ebeveynle olan bu karşılaşmadan geçer.

Parman’a göre (2010), Ergenin belli belirli bedensel ve toplumsal sınırlarla karşılaşması onun bireyselliğini oluşturmasında yapıcı rol oynar. Sınırları zorlamanın, karşı koyma tavrının haz da sağladığı ve bunun önemli olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle ergene hiçbir kural koymamak onu karşı koyma hazzından yoksun bırakır, çok sıkı kurallar ise bu hazzın ortaya çıkışına izin vermez.

Bu noktada Winnicott, “Ergen Gelişimine İlişkin Çağdaş Anlayışlar” adlı makalesinde, “Ergenlerin bir hayat sahibi olabilmeleri ve hayat dolu olabilmeleri için yetişkinlere ihtiyaçları vardır. Yetişkinlerle yaşanacak çatışmaların sınırlama oluşturma gibi bir gücü vardır. Eğer ebeveynler tahtlarından feragat ederlerse, o zaman ergenler sahte bir olgunluğa atlayıp yaratıcılıklarını ve dürtülerine göre davranma özgürlüklerini yitirmiş olurlar.” der.

Bazen anne ve babalar çatışmadan kaçınırlar. Belki de bu karşılaşmalar anne babanın geçmişine dair izler taşımaktadır, büyük bir olasılıkla da kendi ebeveynleriyle olan çözümlenmemiş çatışmalarını hatırlatır.

Ebeveynler de çocuklarının bu gelişim döneminde kendi gençliklerini tekrar gözden geçirecek ve yetişkin olarak yollarına devam edeceklerdir.

Anne babaların kendi ergenlik deneyimlerini anımsamaları çocuklarını daha kolay anlamalarını sağlayacaktır. Kimi zaman çözüm kendi içimizde durmaktadır.

Kendi odam, benim alanım…

Erinlikle yani ergenlik sürecinin başlamasıyla birlikte çocuğun ev içerisindeki tavırlarında da farklılaşmalar başlar. Kendine ait bir odası varsa bu odanın kapısı kapanır, hatta kimi zaman kapıya “dur” ya da “içeri girmek yasaktır” yazıları ya da bunu anlatan simgeler konur.

Anne babalar da orada olan biten ile ilgili kendi gençliklerinden mutlaka bir fikre sahip olsalar da, çoğu zaman bu bilgi göz ardı edilir, tüm merak oraya, kapalı odanın içinde olup bitene yönlendirilir. Ebeveynler tarafından orada yani içeride (hem ruhsal hem de mekansal) yer alan gizin aydınlatılması için yöntemler, çözümler düşünülmeye başlanır. Acıkmış olması ihtimali ile gence yiyecek ya da içecek götürmeler, fikir alma ya da soru sorma bahaneleri ile oda ziyaretleri ve benzerleri…

Peki genç odasının kapısını neden kapatıyordur. Sakladığı bir şey mi vardır? Aslında kendisinin de çok yeni tanıştığı cinsel kimliğe sahip bir bedeni ve ruhsallığı vardır. Ayrıca kendini oluşturabilmenin tek yolu da kendini tanımlayacak olan sınırın çizilmesi ihtiyacıdır. Bu sınır çizilirken aslında bir yandan benliğin ve kimliğin de sınırları çiziliyordur. Ergenin saklanması gereken sırları olacaktır ve özel hayatı da…

Yetişkinleri çocuklardan ayıran en önemli şeylerden biridir, sırların olması, özel alanın oluşturulması. Bu da gencin bu özel alanını sınırlama egzersizidir.

Jacquet ve Huerre (2012), ergenin kendini ve odasını bu yeni konumlandırışına önemli bir katkı getirirler. Nasıl bir bebek ağladığında anne ve babası, onu kucağına alma, konuşma ve sarmalama eğilimindeyse ve bu dokunuşlar nasıl bebeği sakinleştirirse, bebeğe bedensel bir bütünlük hissi sağlayarak, sınırlarını hissettirecekse; ergenin de tıpkı bir bebek gibi bu beşiğe ihtiyaç duyduğundan bahsederler. “Bahsedilen simgesel bir beşiktir. Yani yasaklar, kurallar; kendisi ile yapılan anlaşmalar şeklinde sınırlarla karşılaşılabilmesi gerekmektedir ergenin. Bu çerçeveyi ister çünkü tıpkı bir bebek gibi kapsanmaya ihtiyacı vardır.

Aslında genç sarsılmış ve ne olacağını bilmez bir durumdadır. Bir patlama ihtimalini içinde taşır. Odasını girilmez bir hale getirerek kendine kapalı, kapsayan bir mekan yaratır. Duvarları posterlerle kaplanmıştır. Yüksek sesli müzik onu sarmalar. Burada tıpkı annesinin kucağındaymış gibi sakinleşir, kendini güvende hisseder.”

Bu nedenle büyümekte olan çocuklar kendilerine ait bir alan oluştururlar, odalarının sınırlarını çizerler. Anne ve babalar olarak bu davrananların alt yazılarını okumak önem taşır. Hem büyümelerine izni hem de gerekli güven ihtiyacını sağlayacaktır.

Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için…

Bir diğer önemli değişimde ergen için arkadaşlığın anlamında gerçekleşecektir. Çocukluk çağındaki arkadaşlıklar daha derinleşecek, dostluklar yapılanmaya başlayacaktır. Bu dönemde, çocuklukta anne ve babaya olan bağ ile oluşturulan idealler, arkadaşların idealleri ile yer değiştirme eğilimi taşımaya başlar. Akranlarla birlikte hareket etme eğilimi artar. Aynı tarz giyinmeler, aynı tarz müzik dinlemeler… Aynı tavırlarda davranmalar, hatta yeni bir dil, lisan oluşturmalar… Bunlar gibi benzer pek çok tutum gelişecektir ergenin yaşamında.

Gencin arkadaşlarıyla daha fazla zaman geçirme arzusu, akranları tarafından aynalanma ihtiyacından kaynaklanır. Kendinde olup biten pek çok yeni şey vardır. Tıpkı kendisi gibi bu süreci içinden geçmekte olan akranları ile olmak değişimin yarattığı kaygıyı azaltacak, bir yandan da cinsel kimlik gelişimini de sağlıklı ve güvenli bir şekilde sürdürebileceği bir alan yaratacaktır. Pek çok duygu burada farklı bir şekilde sahne alacaktır. Rekabet, kıskançlık, sevgi, hayranlık, aşk, tutku, yalnızlık hissi, aidiyet hissi, beğenilme, beğenilmeme, başarılı olma ya da olmama…

Ergeni anlamak…

Ergenlik döneminde değişim beden üzerinden başlasa da esas çalışma değişen bedene uyum ve çocuğun kendi kimlik ve ideallerini oluşturma üzerinden gerçekleşmektedir. Bu zamana kadar idealize ettiği yakınları yalnızca anne ve babayken, şimdiyse hayran olunan ünlü bir kişi, bir öğretmen ya da bir arkadaş gencin yeni benlik ideali için özdeşleşim nesnesi olurlar. Burada ergenin kendi oluşumu gerçekleşirken, geleceğe olan yatırımları da şekillenecektir. İşte bu bağlamda ergenlik dönemi diğer gelişim dönemlerine farklılaşmaktadır. Kimliğin tanımı yapılır. Anne baba ile hem çatışarak hem de özdeşleşilerek cinsel kimlik edinilecek, birer genç kadın ve genç erkek olunacaktır. Sadece genç erkek ya da genç kadına dönüşmek de yeterli değildir, yetişkinliğin getirdiği sorumlulukların da taşınabileceği bir ruhsallığın inşası önemlidir.

Bu nedenle bu dönem içerisinde olan genci anlamak, sabır göstermek, bunları onun ihtiyaç duyduğu sınırları da tanımlayarak yapmak ebeveynlere düşen önemli bir görevdir. Çünkü çocukluk sonlanmış, ergenlik içerisinde yol alınmıştır, genç ardından da kuşakların devamını temsilen bir yetişkin olarak bu hayattaki rolünü sürdürecektir

Ergeni anlamak, anlayabilmek aslında ebeveynlerin kendi içinde saklıdır. Sadece cesaretle anımsamayı denemek yeterlidir biz yetişkinler için. Atlas Dergisi’nin “Ergen Olmak” isimli ekinde bir şiire yer verilmiştir ergen olmaya dair. Ergeni anlamayı güzel bir dille anlatır…

Anlamak mı istiyorsunuz ergeni, bahara sorun.
Yoksa sokağınızın köşesinde bir bodur erik ağacı,
Bakın ergenin buğulu gözlerine.
Bahar hep oradadır; bahar kokar ergen
Bahara uyanır her sabah
Toprak bir gayret, bir telaş içerisindedir baharda,
Tıpkı ergenin içine sığmazlığı,
Yerinde durmazlığı gibi kıpır kıpır.
Tohumu yarıp güneşe doğru başkaldıran filizler de
Onun kadar isyankardır.
Bahar yorgunudur o,
Durmaksızın eskiyi deşip
parçalayıp kendini kurma çabasında bir kardelendir.
Bu yüzden öfkesi burnundadır ve
Bahar yağmurları kadar hüzünlüdür.
Doğa kendini baştan başa tazelemektedir baharda,
Aşk dolar loş odalara, telefon tellerine, sayfa aralarına.
Nevruz kadar şen gönüllü ergenler,
Bir kelebek öpüşü kısalığındaki sevdaların tutkularıdır.
Anlamak istiyorsanız onları,
Bahara erteleyin aşklarınızı.
Sümbül koyun ergenlerin adını,
Ballıbaba koyun, erguvan, sardunya, mimoza, papatya koyun.
Onlar bahar çiçekleridir.
Bahardaysa ergen bambaşkadır.
Kırmızı, beyaz, mavi, yeşil, mor, turuncu.
Bahara sorun o size anlatır…

Yazan:
Funda Tezer
Uzman Psikolojik Danışman