Kimse beni anlamıyor!
16 yaşına geldim ama annem-babam beni hala çocuk sanıyor. Bana karışmalarından nefret ediyorum. Son zamanlarda içim çok sıkılıyor ama onların buna aldırış ettiği yok. Varsa yoksa Ders çalış. Sanki konsantre olabiliyorum. Okuduğumu bile anlamıyorum. Notlarım düştü. Ne yapayım ders çalışmak hiç içimden gelmiyor. Boğulacak gibi oluyorum.
Bu aralar kendimi sadece odamda iyi hissediyorum.
Bari orada beni rahat bıraksalar. Yalnız kalmak istiyorum!
En ufak şeye patlıyorum. Okulda herkesle, en yakın arkadaşlarımla bile tartışıyorum. Eskiden hiç böyle değildim. Ne oldu bana, anlamıyorum.
Hiçbir şeyi başaramıyorum. Ne fark eder ki ders çalışsam! Sürekli ağlamak ve uyumak istiyorum.
Sulu göz oldum! Canım hiçbir şey yemek istemiyor.
Mutsuzum işte!
Depresyon sözcüğünün latince kökü “depresus”dur; Aşağı doğru bastırmak, çekmek, bitkin, kederli olmak anlamına gelir. Tıbbi terminolojide ise, “çökkünlük” olarak ifade edilen depresyon, belirtileri tanımlanmış, tedavisi mümkün psikiyatrik bir rahatsızlıktır.
Her mutsuzluk depresyon değildir. Mutsuzluk, depresyonun sadece bir belirtisidir.
Modem çağın en yaygın hastalıklarından biri olarak kabul edilen depresyon Amerikan Psikiyatri Birliği’nin sınıflandırmasına göre aşağıdaki belirtilerle tanılanır. Bu belirtilerin en az beşinin, iki hafta boyunca görülmesi halinde kişi depresyondadır denilebilir. Her mutsuzluk depresyon değildir.
- Kendini mutsuz hissetme
- İştahta artış veya azalma
- Hoşlandığı etkinliklere karşı ilgide azalma, bu etkinliklerden zevk almama
- Uyku bozukluğu (uykusuzluk, aşırı uyuma veya yorgun uyanma gibi)
- Huzursuzluk hissiyle sürekli hareket etme isteği veya aşırı durgunluk, ağırlık çökmesi durumu
- Yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybının olması
- Kendini değersiz, çirkin veya suçlu hissetme
- Bir konuya konsantre olmada güçlük, sürekli kararsızlık yaşama
- Yineleyen ölüm düşüncesi, intihar düşüncesi olması veya intihar girişiminde bulunması
DSM-TV-TR Tam Ölçütleri Başvuru Kitabı Amerikan Psikiyatri Birliği
Kimler Depresyona Girer?
Depresyonun nedenleri ile ilgili birçok açıklama yapılmıştır. Bunlardan biri genetik faktörlerdir; yapılan araştırmalar depresyon geçiren kişinin akrabalarında da depresyonun sık görüldüğünü göstermektedir. Bir başka neden ise bazı kişilik özelliklerinin depresyona daha yatkın olmasıdır. İçe dönük ve kaygı düzeyi yüksek olan bireylerin depresyona girme olasılığının daha fazla olabileceği gözlemlenmektedir. Ayrıca kendi değerini ciddi anlamda küçümseyen, kendini acımasızca eleştiren kişilerin de depresyona daha eğilimli oldukları söylemektedir. Dopamin, serotonin, endorfin, melatonin gibi beyin hormonlarındaki değişimler de depresyona neden olabilmektedir. Beyin kanaması, beyin travması, beyin damar hastalıkları, tiroit hormonlarındaki dengesizlikler, guatr hastalığı, diyabet, yatağa bağımlı hastalıklar, anemi, böbrek yetmezliği, kanser hastalıkları ve hipertansiyon gibi rahatsızlıklarda da depresyon görülebilmektedir. Bunun yanı sıra vücut biyokimyasındaki ergenliğe, menopoza girme, doğum vb. değişiklikler, yaşanılan panik atak, fobi, obsesif-kompulsif bozukluklar gibi psikolojik rahatsızlıklar ve eş/iş kaybı, aileden birinin hastalığı veya uzakta oluşu, boşanmalar, mevsimsel değişimler gibi sosyal ve ekolojik faktörler de depresyona neden olabilmektedir.
Genellikle yetişkinlerin yaşadığı düşünülse de, depresyon aslında çocukların, ergenlerin hatta bebeklerin bile yaşadığı bir hastalıktır. Buenos Aires’te yapılan 16.Dünya Nöroloji Kongresi’nde okul öncesi döneminde %0,3, okul çağı döneminde %2,5 ve ergenlik döneminde ise %7-8 oranında depresyona rastlandığı açıklanmıştır.
Depresyon durumunda intihar girişimleri görülebilir. İntihar olasılığını bizlere düşündürecek durumları da şöyle sıralayabiliriz
- İçine kapanma ve ilişki kurmama
- Nasıl intihar edeceğine dair kesin fikirleri olma, planları hakkında ipucu verme
- Yaşamda bir amacı olmadığını belirtme
- Başarısızlık, işe yaramama, umutsuzluk, karamsarlık gibi duygulardan söz etme
- Hiçbir çözüm yolu görmediğini belirterek sorunlar hakkında sürekli konuşma
Bu belirtiler gözlemlendiğinde kişi tek başına bırakılmamalı ve hemen profesyonel bir destek alınmalıdır.
Depresyonda Önleyici Ve İyileştirici Unsur: Aile
Hepimizin yaşantısında ailemiz önemli rol oynamaktadır. Kişilik yapımız, zorluklarla baş etme becerimiz, problem çözmedeki yaklaşımlarımız, olaylara yüklediğimiz anlamlar aile içindeki ilişkilerle şekillenir. Yapılan araştırmalar, yetişkinlerin tutumları nedeniyle özgüven gelişimi zedelenen çocukların, gelecekte depresyona girme risklerinin daha yüksek olduğunu göstermektedir (Black Dog Institute, 2002). Her şeyden önce depresyonda olsun veya olmasın çocuğumuza karşı sabırlı, anlayışlı ve duyarlı olmalıyız. Ona sevildiğini ve değerli olduğunu hissettirerek, duygu ve düşüncelerine saygı göstermeli, farklı bir birey olduğunu kabul etmeliyiz. Onun yerine adım atmamalı ve yapabileceklerini kendisinin yapması konusunda onu desteklemeliyiz. Karşılaştığı problemlerde olası çözüm yollarını belirleyerek uygun olanına karar vermesine, seçtiği çözüm yolunu uygulayarak sonuçlarını değerlendirmesine yardımcı olmalıyız. Ayrıca sorunlar karşısındaki yaklaşımımız ile olumlu model olmalıyız.
Çocukların bir hobi edinmesini sağlamak da depresyonu önleyici veya depresyon sürecinde iyileştirici bir unsur olabilir. Hobi olarak edinilen spor / müzik / sanat faaliyetlerinin beyin kimyasında temel değişiklikler meydana getirerek, endorfin hormonunu etkilediği ve kişinin kendisini iyi hissetmesini sağladığı görülmüştür. İlköğretim öğrencileri ile yapılan bir araştırmada, spor yapanların, yapmayanlara oranla depresyona girme eğilimlerinin daha düşük olduğu belirlenmiştir (Niğde Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, 2011).
Unutmamak gerekir ki, çocukların yaşam deneyimleri yetişkinlerden azdır ve duygularını sözel olarak yetişkinler kadar iyi ifade edemezler. Dolayısıyla bazı çocuklar depresyon döneminde aşırı hareketlenme, hırçınlaşma gibi davranışlar sergileyebilirler.
Bu durumlarda çocuğun depresyonda olduğu fark edilmeyerek “Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite” gibi tanılar da konulabilir. Yanlış tanıların olmaması için mutlaka ciddi psikiyatrik bir tetkikin yapılması gereklidir.
Başka bir araştırma ise, sporun olumlu etkisinin; süresi ve yoğunluğuna bağlı olduğunu ortaya koymuş, sporun hafif ve orta dereceli depresyona iyi gelirken, şiddetli depresyonda aynı etkiyi yaratmadığını göstermiştir (Hacettepe Üniversitesi, Spor Bilimleri Dergisi, 2004). Kişinin bireysel farklılıkları ve fiziksel sağlığı göz önünde bulundurularak, haftada 2-4 gün arasında en az 20-30 dakika süreyle düzenli spor yapmasının, ruh sağlığına olumlu yönde etki edeceği de uzmanlar tarafından belirtilmiştir (Hacettepe Üniversitesi, Spor Bilimleri Dergisi, 2004).
Çocuğuna depresyon tanısı konulduğunda bazı ebeveynler durumu büyük bir endişe ve korku ile karşılamaktadır. Oysa ki, depresyonda durumu ne abartmak ne de değersiz kılmak gerekir. Önemli olan bu durumun nedenlerini fark edip destek alarak bu süreci başarıyla atlatmaktır. Depresyondaki bireye daha fazla zaman ayırmak, etkili paylaşımlarda bulunmak depresyonla beraber gelen yalnızlık duygusunun aşılması için oldukça destekleyici olacaktır.
Mümkün olduğunca tartışmaya girmekten ve çocuğa yapması gerekenlerle ilgili öğüt vermekten kaçınılmalıdır. Çünkü bu yaklaşımlar hem onun sizden uzaklaşmasına hem de tedavi sürecinin uzamasına neden olabilir.
Çocuğa etkisi olabilecek kişi / mekan / eşya gibi çevresel faktörleri düzenlemek de tedavi sürecinde önemlidir. Örneğin; sevdiği arkadaşlarını eve davet etmek, kardeşi ile sürekli çatışması varsa farklı etkinliklerde zaman geçirmelerini sağlamak, odasının şeklini değiştirmek gibi. Ayrıca ona destek olabilecek kişileri (öğretmen, yönetici, psikolojik danışman vb.) bilgilendirmek tedavi sürecinin daha etkin olması için gereklidir.
Sergilediği olumsuz davranışları kişiselleştirmeden, yargılamadan ve ceza yöntemine başvurmadan nedenlerini anlamaya çalışmak etkili iletişim kurmak açısından önemlidir. Depresyondaki bireyin profesyonel destek alması gerektiğini unutmamalıyız. Tedavi sürecinde, ilaç, bireysel psikoterapi, grup terapisi, aile terapisi gibi birçok yöntem kullanılabilir. Uzman-aile işbirliğinin sürekliliği tedaviden sonuç alınması açısından oldukça önemlidir.
Bunları Biliyor Musunuz?
Bazı vitamin, mineral, aminoasit ve yağ asitlerinin eksikliği, duygusal durumumuz üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Sebze, meyve, balık, kabuklu yemiş, tahıl ve zeytinyağı ağırlıklı bir beslenme şeklinin depresyona karşı koruyucu bir niteliği olduğu düşünülmektedir (E. Saraç, 2010).
Amsterdam’daki Vrije Üniversitesi uzmanlarının yürüttüğü bir çalışmada, depresyondaki insanlarda D vitamini oranının, diğer insanlardan % 14 düşük olduğu belirlenmiştir (E-Psikiyatri, Nöropsikiyatri Portalı, 2008).
Uyku ile depresyon arasında iki yönlü bir ilişki olduğu bilinmektedir. Yapılan bir araştırmaya göre, her gece 6-9 saat aralığında uyuyan kişilerin yaşam kalitesinin daha iyi olduğu ve bu kişilerde depresyon riskinin azaldığı; aynı zamanda depresyonun da, uyku bozukluklarına yol açtığı belirlenmiştir (N. Zengin, TOSAGEM2003).
Manik depresif psikozun, halkın %1’ini etkilerken, sanatçıları %10 oranında etkilediği saptanmıştır. Bu kişiler manik evrelerde, yoğun entelektüel faaliyetler gösterirler ve o dönem süresince noradrenalin boşalması yaşanır. Bu maddenin yoğun üretimi, bazı nöronlar arasındaki iletişimi daha hızlı ve etkili hale getirerek bilişsel ve yaratıcı kapasiteyi arttırır; ama bu yoğun uyarım evresinden sonra nöronların enerjisi tükenerek kişi depresyon ve entelektüel durgunluğa girer (Bilim ve Teknik Dergisi, 2001).
Depresyonun işsizlik, medeni durum, cinsiyet ve yaş ile ilişkili olduğu gözlemlenmiştir, işsizlerde depresyon yaygınlığının, herhangi bir işte çalışanlara göre 10 kat daha yüksek olduğu, orta yaş döneminde depresyon riskinin arttığı, kadınlarda erkeklerden daha sık görüldüğü ve anksiyete ile örtüştüğü belirlenmiştir (B. Kaya & M. Kaya, 2007).
Depresyona fiziksel şikayetlerin (mide-bağırsak sorunları, karın-kas ağrıları, solunum güçlüğü, kalp sorunları, sırt-boyun ağrıları, terleme, baş ağrısı, baş dönmesi, uyuşukluk vs.) eşlik ettiği hatta bu şikayetlerin daha ön planda kalarak arka planda bulunan ruhsal bozuklukların görülmesini engellediği, böyle bir durumda maskelenen (gizlenen) bir depresyondan söz edilebileceği ve depresyonun tedavi edilmediği veya yetersiz tedavi edildiği için kronik bir seyir geliştirebileceği, tedavi edilmeyen depresyonun ortalama ömrü kısaltabileceği belirlenmiştir (Martin Keck, 2006).
New York Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yaşları 5 ila 17 arasında değişen çocukları olan yaklaşık 22 bin ailenin katılımı ile yapılan bir araştırmaya göre, babaları depresif olan çocukların %11’i okulda ya da evde sorun yaşıyor. Bu oran, depresif annelerin çocuklarında %19’a, hem annesi hem de babası depresyonda olan çocuklarda ise %25’e yükseliyor. Ebeveynleri depresyon belirtileri göstermeyen çocuklarda duygusal ve davranışsal sorunlara rastlanma oranı ise %6. Araştırmacılar, depresif ebeveynlerin çocukları ile daha az meşgul olduklarını, evde daha sert, olumsuz ve eleştirel davranış sergilediklerini, bunun da çocukları doğrudan etkilediğini ileri sürmüş.
Yazan:
Aylin Germiyen Alioğlu
Psikolojik Danışman
Ceni Palti
Psikolojik Danışman