“Dinleyen” Ebeveyn

Bir bebek dünyaya geldiğinde bakım veren yetişkinler için bebeğin fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak öncelik haline gelir. Bununla birlikte bebeğin fiziksel ihtiyaçlarının giderilmesi kadar duygusal ihtiyaçlarının görülmesi ve karşılanması da o bebeğin dünyadaki sağlıklı varoluşu için olmazsa olmazdır.

Çocuğun ruhsallığında anne babanın, bakım verenin çocuğa yaklaşımı en temel etkendir. Bu yaklaşım ile kastedilen doğumdan itibaren bebekle kurulan iletişim, onun duygularını anlama, kapsama ve dönüştürme çabasıdır. Bu çaba, bebeğin duygusal gelişimini destekleyip ruhsal açıdan dengeli bir birey olmasını sağlayacaktır. İlk dönem ilişkilerindeki fiziksel ihtiyaçlara öncelik veren ebeveyn yaklaşımları daha sonra da sürebilir: Anne babalar çocukları okuldan geldiğinde günün nasıl geçtiğini sorarken diyalog çoğu zaman yaşanan olaylar ve durumlar ile yani fiziksel meselelerle sınırlı kalabilir.  “Ne yedin?,  Hangi etkinliğe katıldın?, Koştun mu?” gibi sorularla çocuğun yaptığı etkinliklere yönelmekten çok “Bugün en çok neyi yapmaktan keyif aldın?, Senden yardım isteyen bir arkadaşın oldu mu?” gibi sorularla çocuklar ne hissediyor, ne düşünüyor bunu anlamaya çalışmak çocuğun duygusal olarak büyümesine yardımcı olacaktır.

Ebeveynlerin yaklaşımları çocuğun ruh sağlığının gelişimini etkiler.  Buna ek olarak, çocuğun kendisine dair bir kapasitesi de vardır. Yani birey, kendi ruh sağlığını, iyi oluş halini etkileyen yetilere sahiptir. “Bir çocuğun ruh sağlığı nasıl tanımlanır?” sorusuna Liebermann (2017), öncelikli olarak duyguları düzenleyebilmenin öneminden bahsederek yaklaşır. Bu düzenleme ile kastedilen öfke, hayal kırıklığı, hüsran gibi baş edilmesi zorlu duyguların yarattığı karmaşayı atlatabilmektir. İkinci olarak güvenli ilişkiler kurmak ve ilişkilerde ortaya çıkan çatışmaları onarma becerisini sergileyebilmek gelir. Ruh sağlığına dair bir diğer önemli beceri ise keşfetmek, öğrenmek, başarısızlığın yarattığı duygular ile de baş edebilmektir.

Yaşamda kaçınılmaz olarak yaşanan çatışmaların, ilişkilerde karşılaşılan zorlanmaların, yaşanan stres durumlarının; büyümeyle, duygusal sağlamlık geliştirme ile ilişkisi vardır. Yaşanan zorluk sonunda oluşan hayal kırıklığı, hüsran duygusuyla yapıcı bir şekilde başa çıkmanın da aslında ruhsal sağlık ve mutlulukla ilgisi vardır. Yaşam boyu ihtiyaç duyulan bu beceriler, beş ile yedi yaşlarda temellendiğinde kalıcı ve sağlam beceriler olarak kazanılmış olur. İlk yıllarda temelleri atılan duygusal sağlık, ilerleyen yıllarda karşılaşılan zorluklarda duygusal dengenin korunmasında yardımcı olacaktır.

Çocuklar Büyürken Duyguları

Bir bebeğin sevildiğini ve kapsandığını hissetmesi, anne ve babasının onunla kurduğu ilk ilişkiler ile birlikte yaşamın ilk yılında gelişir. Çoğu bebek, bir yaşına geldiğinde anne ve babasıyla güven temeline dayalı, her biriyle ayrı benzersiz bağlar kurar.  Güvene dayalı bağların koruyuculuğundan emin olan bebek, zaman içinde yeni ve ilginç durumları keşfetmek için çevresine ilgi duymaya başlar. Bu keşif yolculuğunda ilk ve en önemli adım ebeveynden uzaklaşabilmektir. Kurduğu güvenli bağlar sayesinde çocuk bilir ki ihtiyaç duyduğunda güvenli limanına geri dönebilir.  Bu yeni dinamikte anne baba, çocuğunun ne kadar uzaklaşmasına izin vereceğine, ne zaman onu koruyacağına, çocuğun tepkilerini ve ihtiyaçlarını izleyerek karar vermelidir. Ebeveynin bu uzaklaşmaya izin vermemesi, aşırı koruyucu davranması çocuğa “dış dünyanın tehlikeli bir yer olduğu ve keşiflere çıkmanın güvensiz olduğu” mesajını verir. Aynı şekilde dış dünyada çocuğun ihtiyacı olduğu zaman bakım verenin yanında olamaması da başka bir mesaj vererek çocuğun kendine güvenli liman bulamamasına neden olabilir. Dış dünya, çocuğun güvenilir başka destek kaynaklarını bulabilecek potansiyele sahiptir. Okul yaşantısı başladığında, evin dışında güvenebileceği kişilerin de olduğu bir ortam bulmuş olur.

Çocuğun ebeveynden ayrı kalabilmesi ve başka kişilerle de güvenli bağlar kurabilme kapasitesi, anne babanın bu ayrılığı nasıl ele aldığıyla bağlantılıdır. Çocuğun yanından ayrılırken haber verilmesi, vedalaşmak için zaman ve duygusal alan tanınması, çocukla tekrar bir araya gelindiğinde tüm dikkatin ve ilginin ona verilerek güven verici bir karşılama ortamı sağlanması güvenli bağlanmayı sağlayacak örneklerden bazılarıdır. Bunun yanı sıra çocuğun ihtiyaç ve isteklerinin doğru anlaşılması için iyi bir dinleyici olmak, çocuğun duygularına ayna tutabilmek gerekir. Bağlandığı figürden ayrı kalabilmek, çocuğu duygusal anlamda zora sokabilir. Çocuk ayrılığa itiraz ederken, aslında “Seni seviyorum, sensiz ne yapacağımı bilmiyorum, sana ihtiyacım var.” der. Tam bu noktada ebeveynden ayrışmayı kolaylaştıran geçiş nesneleri kavramı devreye girer.  Libermann’a göre geçiş nesnesi kavramı, anneden ayrılmayı kolaylaştıran, çocuğun anneden ayrılma sürecinde kullandığı ve annenin simgesi olan bir nesnedir. Bu anlamda bir nesnenin çocuğun zihnindeki bakım veren kişiyle bağlantılı olması, ayrılık için kullanılan bir ritüel olması “geçiş nesnesi” görevi görmesi için yeterlidir. Geçiş nesneleri çocukla bir anlaşma gibidir: “Ben burada değilim ama bu nesne beni ve sana olan sevgimi, seni unutmadığımı, aklımda olduğunu anlatıyor.”

Üç yaşından önce çocuk, yürümeye ve dolayısıyla özerkleşmeye başlamasıyla birlikte sevgi ve onayı kaybetmeye dair korkular yaşar. Sevgi ve onayı kaybetme korkusu, çocuğun anne-babayı memnun etmeye ve sosyal standartlara uygun yaşamaya yönelik olma arzusunun diğer yüzüdür (Liebermann, 2017). Yeni yürümeye başlayan çocuklar, olayların kendileri yüzünden gerçekleştiğini varsayarlar ve kendilerini anne babanın ruh halinden sorumlu tutarlar. Çocuklar bu yaşta ben-merkezci düşünme tarzı olarak adlandırılan şekilde mantıksal, soyut ve fiziki düzeyde neden-sonuç ilişkisini kurmadıkları bir dönemde olduklarından, kendileri için önemli olan şeylerin kendi algıladıkları şekilde var olduğunu sanırlar. Sadece işe gitmek için telaşla çantasını arayan babasını gören bir çocuk, babasını rahatsız ettiği bir şey yaptığını düşünebilir. “Babam bana neden kızgın?” diye sorabilir. “Neden sana kızgın olduğunu düşünüyorsun?” denildiğinde muhtemel olarak “Yüzü çok sinirli gözüküyor ve hareketleri çok hızlı.” yanıtı alınabilir. Çocuklar kendilerini, anne babanın duygularının sorumlusu olarak görebilirler.

Çocuğu anlamak için zaman harcandığında ve ona şefkat gösterildiğinde, “Sen önemlisin ve ben duygularını anlamak istiyorum.” mesajı verilmiş olur. Çocuklar kendilerine, anne babalarına, kardeşlerine ve çevrelerindeki kişilere çelişkili duygular içinde olabilirler. Hissettiği duyguların gerçekliğini annesinin onaylamasını ister ve onun sevgisini kaybetmeden böyle hissedip hissedemeyeceğini anlamaya çalışır. Örneğin, kardeşiyle ilgili yaşadığı kıskançlık duygusunu ifade etmesinin annesinin sevgisini kaybettirip kaybettirmeyeceğini bilmek ister. Duygusal olarak sağlıklı büyüyen çocuklar onay ararlar, fakat bu konuda ısrarcı değildirler. Ne tepki verileceğini kontrol etmek için ara sıra meydan okusalar da yapmak istemedikleri şeylere yönlendirildiğinde bunun hayal kırıklığı ve hüsranıyla başa çıkabilirler. Bir yandan sınırlarını sınarken bir yandan yapabileceklerinin sınırları onlara hatırlatıldığında bunu kabul edebilirler. Kısacası, hem çocuklar hem yetişkinler sağlıklı oldukları müddetçe, çok çeşitli duyguları deneyimlerken kendilerini rahat hissedebilirler ve gerçekten güçlü duygulardan kurtulduktan sonra mizah anlayışı, biraz mesafe ve biraz hoşgörü sergileyebilirler (Liebermann, 2017).

Çocuklar üç ile beş yaşlarındayken, sadece ötekilerden, anne babadan onay beklemekle yetinmez, kendi kendini de onaylamak isterler. Beş yaşında bir çocuğun, hata yaptığını düşündüğü bir anda babasına dönüp, “Baba beni hala seviyor musun?” diye sorması buna örnek olarak gösterilebilir. Çocuk bir yandan kendini sorgularken bir yandan da bunun, babanın sevgisini yitirmesine neden olup olmadığını anlamaya çalışır. Burada anne babanın yaklaşımları, çocuk için destekleyici ve sosyal ilişkilerini güvenle kurabilmesi açısından önemlidir.  Bu yaklaşım çocuğa anne babanın sevgisinin süreklilik arz ettiğini ancak doğru olanı yapmayı öğrenmesi ve yanlış olan davranıştan kaçınması için de bir beklentide olduğu mesajını verir.

Çocukla İletişim

Çocuk; öfke, kızgınlık, sevgi, hayranlık gibi çelişkili duyguların doğal olduğunu bildiği, bu duygularının kabul edildiği ortamda suçluluk ve kaygı yaşamadan duygularını ifade edebilmeye alan bulur. Etkili iletişim için çocuğu anlamak, çocuğa şefkat göstermek; çocuğun çelişkili duyguların verdiği rahatsızlık hissiyle kalabilmesine yardım eder (Ginott, 2008).

Çocukla “sohbet” içinde kalabilmek ebeveynlikte önemli bir noktadır (Cüceloğlu,2016). Sohbet içinde olmak, yaşam ekibinin bir üyesi olarak diğerleriyle yaşamı paylaşıyor olmak demektir. Çocuk; ona yönelik bakıştan, onunla konuşurken ses tonundan, ilişki kurma hali ve tavrından, kendini tek, özel, yeri doldurulamaz hisseder. Güvenilen çocuk, güvenen ve güvenilen yetişkin olur; huzurludur, güler yüzlüdür ve mutludur.

Çocuklarla kurulacak sağlıklı iletişim için anne babaların; saygı, sevgi ve şefkat içeren bir dile ihtiyaçları vardır. Bu dil çocukların sadece kendileri hakkında olumlu bir benlik algısı geliştirmelerini sağlamaz, aynı zamanda anne babalarına karşı düşünceli ve saygı içerisinde davranmayı öğretir, çünkü çocuklar onların duyguları ve yaşadıkları karşısında verdiğimiz tepkileri ve iletişim biçimlerimizi de kopyalarlar.

Çocuklar; sevgi, saygı ve empati üzerine kurulu bir ilişkide gelişirler. Bu yaklaşım, anne, baba ve çocuk arasındaki ilişkide, duygulara karşı derin bir hassasiyeti ve ihtiyaçlara karşı daha fazla duyarlılığı yaratır. Her ilişkinin başı, dinlemektir. Empatik dinleme, çocuğun duygusunu, hissettiğini ve yaşadığını onun bakış açısıyla anlamaktır. Çoğu anne baba, duymaktan hoşlanmayacağı şeyi dinlemek istemez. Bu durumda çocuklar yalnızca anne babaların duymak isteyeceği şeyleri anlatır. Çocuğu dinlemek, çocuğun duygularını kabul etmek; aynı fikirde olmak demek değildir. Çocuğu dinlerken eleştirmek yerine onu anlayarak, sorunu ve mümkün bir çözümü ifade etmek ona rehberlik etmektir (Ginott,2008).

Sonuç olarak bir çocuk yetiştirmek, çocuğun davranışlarının duygusal anlamını çözmeye çalışmak; mutluluklarıyla mutlu olmak, korktuklarında onları korumak; neyin iyi neyin kötü olduğunu öğrenmelerine yardım etmek ve hayat yolculuklarında “yanlarında” olunduğunu onlara hatırlatmak anlamına gelir.

Anne baba olarak dinleyen, çocukların yaşamlarına ortak olan, duygularını kabul eden ve gerektiğinde davranışlarını düzenlemesine yardım eden kişiler olabilmek önemlidir. Bütün bunları yaparken en temelde ihtiyaç duyulan sohbet içinde kalabilmektir.

Yazan:
Didem Yıldırım
Uzman Psikolojik Danışman

Kaynakça

Cüceloğlu, D., (2016). Geliştiren Anne-Baba, Remzi Kitabevi.

Ginott, H. G., (2008). Anne Baba ve Çocuk Arasında (Tüfekçi A, Çev.), Okuyan Us Yayınları.

Liebermann, A. (2017). Koruyucu Sağlık Uygulaması Olarak “Ebeveynlik” (Altınel E, Çev), Çocuk Psikanalizi Yıllığı, Sfenks Kitap.