Geçmiş Ve Gelecek Arasında Bir Konum: Kendini İnşa

Gençlik çağı onlu yaşların başından yirmili yaşların ortasına kadar geniş bir aralıkta devam eden bir gelişim evresidir. Bu dönem (ergenlik), sonlanan çocukluğun ardından şimdi ve geleceğe dair yeni temsilleri vaat eden gencin kim olduğu sorusuna yanıt arayışında olduğu, çocukluk ideallerinden uzaklaşarak yeni idealler oluşturmanın peşine düştüğü , “kendini inşa” döneminin başladığı zamandır. Nedir kişinin kendini inşa etmesi?

İnşa kelimesi, Arapça bir kökene sahiptir ve bu kelime, ortaya çıkarma, yaratma, kurma ifadelerini içinde barındırmaktadır. Kelime aynı zamanda yapı kurma, yapı yapma; edebiyat alanında ise, düz yazı veya şiir kaleme alma, yazıya dökme anlamlarını taşır. İnşa süreci, genellikle parçalardan nihai bir sonuca vararak, bir ürün ortaya koyma ile sonuçlanır. Genç de kendini bulma yolunda yeni keşiflerle bu inşa sürecinden geçer.

Çocukluğuyla vedalaşmakta olan kişi bedensel, duygusal ve zihinsel bir dönüşüm ile karşı karşıyadır ve bu dönüşüme uyum sağlamaya çalışmaktadır. Bu döneme kadar daha çok anne ve babanın arzuları ile belirlenen idealler sorgulanmaya başlanır, eskiden yaşanılan heyecanlar yavaş yavaş yitirilir yenileri araştırılır, bulunur, deneyimlenir. Dış dünya, albenisi fazla olan yeni uyaranlarla doludur.

Dönüşüm yalnızca ruhsal dünyada değildir. Dış görünüm de gündemde önemli bir yer tutmaya başlar. Çocuksu, renkli ve çizgi film karakterli kıyafetler yerini başlangıçta daha renksizlere bırakır. Ardından kendini farklılaştıracak tarzlar, ifadeler içeren kıyafetler, saçlar, takılar ile farklı bir dış görünüm inşası başlar. Genç bedenini yeni algısı ve ihtiyaçları ile tekrar giydirir. Zaman zaman aşırılıklar içeren dış görünüm, kimi zaman görünmez olma ihtiyacına hizmet ederek silikleşir. Genç ve çevresi iç dünyadaki devinimin dışa yansımasına şahit olur. Beden üzerinden dönüşümle başlayan bu yeni dönem, ruhsal dünya ve zenginlik kazanan zihinsel işlevler ile bezenir.

Ergenlik ve Özdeşim

Özdeşim ergenlik döneminde önem taşıyan kavramlardan biridir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Bireyin güçlü olarak bağlandığı, düşünce, inanç ve davranışlarını benimsediği küme.” olarak tanımlanmaktadır. Ruhsal açıdan özdeşim ise bir kişiye duygusal açıdan duyulan bağı anlatır. Gencin dünyasında özdeşimler, oldukça değişkenlik gösterir. Anne ve baba ile kurulan kökenlere dair özdeşimlerin ekseninden çıkma çabası baş gösterir. Bu çaba içerisinde bulunma genç için büyük önem taşır. Bu özdeşimlerin yası tutulur. (Lauru,2013)

Lauru (2013) “Ergenlik bir gün sonlanır mı?” adlı makalesinde Françoise Dolto’dan bir alıntı yapar. Dolto, bir metninde, büyüyen bedenine dar geldiği için kabuk değiştiren yengecin hikâyesinden bahsetmektedir. Kabuğu düşen yengeç kendini yengeç yiyicilere karşı koruyamayan yeni, narin bir kabuk ile bulur kendini. Bu nedenle anne ve babalara dair özdeşimlerin yasını tutabilmek, dışarıdan gelen saldırılara karşı ergenin güçten düşmüş iç dünyasını koruduğunu söyler. Özdeşimsel dayanaklar bulmanın öneminden bahseder. Bunun da başka idoller edinerek ve anne babalara ait idolleri bırakarak gerçekleşebileceğinin altını çizer. İşte bu dönemde ergenin akranları ile birlikte varlığını sürdürebilme ve dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı kendini aynalayan ve benzer kırılganlıkta olan akranlarıyla kendine koruyucu bir kabuk oluşturma çabası daha anlaşılabilir hale gelir.

“Ben kimim?” sorusunun yanıtını ararken yeni özdeşim nesneleri, idoller ve akranlarla birliktelik, platonik aşklar ya da öznesi olan aşklar, ergenin iç dünyasında yer tutmaya başlar. Kişilik yapılanması her ne kadar erken dönemde temelleri atılan bir ruhsal süreç olsa da son rötuşlar ergenlikte verilir. Gencin yaşamında önem kazanan bazı ihtiyaçları izleyerek bu yapılanmanın izlerini sürmek mümkündür. Ergenlik ile birlikte ad ve soyadını tanımlayacak imza arayışları başlaması bunun bir örneğidir. Pek çok imza denemesi yapılır. Güzel görünen ve kendini en iyi anlatan imza bulunana kadar hummalı bir deneme süreci yaşanır. Çünkü bir çeşit dönüşüm, sanki bir yeniden inşa söz konusudur ve oluşmakta olan kimliğin altına atılacak, genci tanımlayacak bir imza gerekmektedir.

Kimlik, cevap arayışı içinde olduğumuz önemli kavramlardan biridir. Kimlik; toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirtiler, nitelikler ve özelliklerle, bir kimsenin belirli bir kimse olmasını sağlayan koşulların, onun kişiliğine ilişkin özelliklerin tümü, bir insanın kim olduğu anlamını taşır. Öte yandan da bir insanın kim olduğunu kanıtlayan belge, kimlik belgesi, eski deyişle nüfus sureti anlamına da sahiptir. Nüfus ise birey kişi, suret; görünüş, o kişinin yüzü, resmi anlamına gelmektedir.

Anne babalar, çocuk sahibi olduğunda, önce çocuklarına ad koyarlar, soyadı ise bazı özel durumlar dışında babadan geçer. Konan adın ardından, yeni doğanın nüfus kaydının yaptırılması kanuni olarak tanınmayı sağlar. Anne ve baba tarafından tanınmanın yanına kanunlar yoluyla devlet tarafından tanınma eklenir. Memleket, aidiyet, cinsiyet, kültür, değer kavramları yeni doğanın kimliğinde temsili bir yer bulur. Yaşama atılan ilk adımlarla ben olmanın ruhsal saati işlemeye başlar.

Ad Koyma, Soyadı Alma

Thesone, “Adların İzinde” adlı kitabında ad ile anne babaların arzularının hem kayıt altına alındığından hem de bu arzuların başka bir düzeye aktarıldığından bahseder. Theson’a göre ad; “Çocuğu kuşatan ailevi bir mitin hareketli hazinesi, gelecekteki kimliğinin çerçevesi ve temelidir. Ad; anne ve babanın çocuğa ilişkin arzuları arasında bir uzlaşmadır. Kimi zaman tek ad da yeterli olmayabilir, birden fazla ad bu uzlaşmayı sağlayabilir.” (Thesone,2013)

Yeni doğana anne baba tarafından konulan ad onun birey olarak tanınmasını sağlar, soyadı ise kuşaklararası aktarımın bir aracısı olur. Bu durum kültürlere göre bazı farklılıklar gösterse de birey için genellikle ad verilme, soyadı alma ritüeli bu anlamlar çevresinde ifade bulur.

Nasıl anne baba tarafından dünyaya gelen çocuğun adının konması onun bireysel varlığının, biricikliğinin tanınması, aynı zamanda anne ve babadan ayrı bir kişi olduğunun kabulü anlamlarını içeriyorsa, alınan kimlik ile de suret netleşir, hukuksal olarak tanınma sağlanır.

18’e Gelince

Genç ruhsal, zihinsel ve bedensel gelişimini tamamlamaya yaklaşırken reşit olur. 18 yaşını doldurmak yetişkin haklarına sahip olmak demektir. Son aylar geriye sayım ile geçer. Örneğin; ehliyet alma ve bir arabaya sahip olma hayalleri süsler gencin düşlerini. Direksiyon başına geçmek, aslında pek çok sembolik anlam içermektedir. Ne yöne, ne zaman ve hangi yolla gidileceğinin kararını vermek ve aracı kendi başına kullanabilme hayalleri… Yol metaforu yaşamı, aracın başına geçmek de bağımsızlaşma arzusunu ifade etmektedir belki de. Bağımsızlaşma ve geleceğe hızla varma düşleri…

18 olmak rüştünü ispat etmektir. Tanıdık bir kavram olan rüştünü ispat etmek ne anlatmaktadır? Rüşt, erginlik anlamına gelmektedir ve bu durumun ispatı ile reşit olunur. Yani kanunlara göre ergin yaşa gelinmiş olunur, diğer anlamıyla her hangi bir konuda yeterli seviyeye gelinir. Artık uzun yılları alan büyüme serüveninin nihayetine erişilmiştir. Bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişimin benzer seviyeye gelmiş olduğu ya da gelemediyse de belli bir uyum içerisinde işleyebilecek niteliği kazandığı var sayılır. Deli akan kan debisini yitirmeye başlayacak, kararların ve yaşamın tüm sorumluğu 18 sayısı ile kişinin kendisine teslim edilecektir.

Nasıl bir yaşam istenilmektedir, nasıl bir gelecek hayal edilmektedir? Her inşa süreci içinde farklı duyguları barındırır; sevinç, heyecan, mutluluk, merak, endişe, korku, hüzün, yas gibi. Yeni olana işaret eden gelecek heyecanlandırır ve aynı zamanda eski olanla veda söz konusu olur; bu nedenle hüzün ve yası da içinde barındırır.

Geçmişten Şimdiye…

Gelecek ancak geçmiş ve şimdi üzerine temellenir. Kendini inşa zemininin yapısı erken dönem ve çocukluk çağı deneyimlerinden doğar. Peki, geçmiş temelleri atılmakta olan gelecek için yeterince iyi bir zemin oluşturmakta mıdır?

Yeterince iyi bir zemin gencin yaşam deneyimleri, yakın aile bireyleri ile bağlarının yapısı, büyürken edinilenler, sosyal çevre ve kontrol edilemeyen dış faktörler yani çevresel etmenlerin birikimleri, kazanımları, kimi zaman da kalıntıları ile şekillenir. Erken döneme ait olumsuz deneyim ve travmalara maruz kalındığında, zeminin yapısında ve taşıyabilme kapasitesinde bireysel farklılıklar oluşması olasıdır.

Genç, bütün bu değişkenler arasında, kendine yol çizmede ve varmayı hayal ettiği noktaya ulaşma konusunda endişeler, kararsızlıklar yaşayabilir. Bu ergenliğin doğasında vardır. Kararsızlığın ya da şiddetli kararlılığın yoğunluğu geçmiş dönem yaşantıları ile şekillenmektedir.

Göz ne kadar keskin görürse görsün, gelecek anlam olarak, zaman ve mekân olarak uzak bir mesafeye gönderme yapar. Uzaktaki nesnelerin varlığını bazı yardımcı araçlar ile net bir şekilde görmek mümkün olsa da sürecin birey üzerinde yaratacağı ruhsal etkileri kestirebilmek, geleceğe dair detayların ayırdına varabilmek pek de kolay olmayacaktır. Özellikle de kendini inşa etmekte olan genç için…

Belirsizliğin yarattığı huzursuzluk bir an önce büyümeye duyulan heyecana eşlik eder. Senelerce hayali kurulmuş, düşlerde duygusal pratikleri yapılmış ve hedeflere varılmaya ramak kalmıştır. Bu durum kimi gencin üzerinde baskı hissi yaratan bir kuvvet olarak belirir.

Gelecekte varılacak noktaya yaklaşmak yetişkinliğe az bir mesafe kaldığını da anlatmaktadır gence. Shakespeare’e ait “Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu”. tiradını bizler gencin ruhsal dünyası boyutunda “Büyümek ya da büyümemek işte bütün mesele bu.” olarak okuyabiliriz. Gencin iç dünyasında çocuklukla vedalaşarak, çocuksuya dair olanın yasını tutarak, bu zamana kadar kurulan temel bağların niteliğindeki değişimlerin eşliğinde; geçmiş, şimdi ve gelecek ekseninde… “Büyümek ya da büyümemek işte bütün mesele bu.”

Yazan:
Funda Tezer
Uzman Psikolojik Danışman