Vazgeçemediklerimiz

Bu sabah uyandığınızda ilk iş olarak ne yaptınız? Hemen duşa mı girdiniz? Yoksa ayılmak için bir kahve mi içtiniz? Dişlerinizi duştan çıkıp kurulandıktan önce mi, sonra mı fırçaladınız? Önce sağ ayakkabınızı mı, sol ayakkabınızı mı bağladınız? Kapıdan çıkarken çocuklarınıza ne dediniz? İşyerinize hangi yoldan gittiniz? Masanıza oturduğunuzda önce e-maillerinizle mi ilgilendiniz, bir meslektaşınızla sohbet mi ettiniz, yoksa hemen bir mesaj yazmaya mı koyuldunuz? Her sabah uyandığınızda güne başlamadan önce yaptığınız ritüeller neler? Dün de güne aynı şekilde başlamamış mıydınız? Yarın gece de yatmadan önce bu gece yaptıklarınızı mı yapacaksınız?

Yaşantımız sürerken hepimiz sevgi, kabul görme, güven duyma ve duyulma, aidiyet gibi temel duygulara ihtiyaç duyarız. Sevdiğimiz insanlar, alıştığımız ortamlar, benimsediğimiz davranış kalıpları, günlük rutinimiz… Bunların hepsi bizi güvende hissettirir ve hiçbirinin değişmesini istemeyiz bilinçli olarak. Sımsıkı tutunuruz bizi sarmalayan alışmış olduğumuz döngüye, insanlara. Hatta gün içinde birçok rutinimizi farkında olmadan tekrarlarız, çünkü alışmışızdır. Her gün aynı saatte yemek yemeye alışan vücudumuzun ertesi gün aynı saatte açlık sinyalleri vermesi gibi. Burada kilit nokta alışkanlıktır. Tanım olarak alışkanlık; insanın yinelenen bir etkiyle edindiği tutumdur. Burada alışkanlık insanın kazandığı bir tutum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilimsel araştırmalar göstermektedir ki, günlük yaşantımızın % 40’ını alışkanlıklarımız oluşturuyor. Alışkanlıkların, zararlı olmadıkları sürece bize kattığı bir olumsuzluk yoktur. Hatta bazen alışkanlıkların bizleri rahatlattığı, günlük hayatın stresinden kurtardığı da olur. Her gün annemizi arayıp sesini duymak istemek de bir alışkanlık, geceleri dişlerimizi fırçalamadan yatmamak da bir alışkanlıktır. Bu şekliyle baktığımızda, bayramlarda tüm ailenin bir araya gelmesi, her gün annemizle yaptığımız telefon görüşmesi, sağlıklı beslenme konusundaki alışkanlıklar, akşam tüm aile bir araya gelmeden yemeğe oturmamak gibi süregelen alışkanlıklarımız, aile bağlarını güçlendirme veya sağlıklı yaşam için bizi koruyan bir etki yaratır hayatımızda.

Toplumsal yaşantımız süresi içinde kötü alışkanlıklar da edinebiliriz. Bazen, bize zarar verdiğini bile bile devam ettirdiğimiz alışkanlıklarımızın kurbanı oluruz. Yeter ki düzenimiz, rutinimiz bozulmasın diye mutsuz da olsak “vazgeçemediklerimizle ” sürdürdüğümüz hayatımızda aslında en çok kendimize zarar veririz. Bazen yenilikleri tatma ve deneme cesareti göstermemize engel oldukları için, bazen de güvenli alanda kalmak daha kolay geldiği için. Belki, para kazanmak için çalıştığımız; ancak sevmediğimiz iş yaşamımıza bağımlıyız. Belki, bizden başka kimse sahiplenmediği için üstlenmek zorunda kaldığımız; yazılı olmasa da bizim görevimiz olmuş işler yüzünden ailemize, eşimize, çocuklarımıza içten içe kızgınız; ama rollerimize devam ediyoruz. Belki, sigara, alkol, fazla yemek yemek gibi zararlı alışkanlıklarımız var. Her defasında pişmanlık, utanma ve kendimize kızgınlık duyduğumuz ancak bırakamadığımız, tutunduğumuz vs…

“Alışkanlık haline gelmiş her davranış üç aşamalı bir döngüden oluşur.” diyor Charles Duhigg. “Alışkanlıkların Gücü” adlı kitabında ‘Önce bir işaret, yani beynimize otomatik moda geçmesini söyleyen ve hangi alışkanlığı kullanacağını gösteren bir tetikleyici belirir. Sonra fiziksel, zihinsel veya duygusal olabilen bir rutin oluşur. Son olarak, bu döngünün gelecekte kullanılmak üzere hatırlanmaya değer olup, olmadığına karar vermesinde beynimize yardımcı olan bir ödül ortaya çıkar.”

Yeni bir alışkanlık edinirken ya da varolan bir alışkanlığınızı değiştirirken dikkat etmeniz gereken de bu döngüdür. Bu döngünün önemi, yeni bir alışkanlık ortaya çıktığı zaman beynin karar verme sürecine katılmaktan vazgeçmesinde yatar. Duhigg “… bir alışkanlıkla bilinçli olarak savaşmadığınız ve yerine yeni rutinler koymadığınız sürece, eski davranış kalıbı otomatikman tekrar edecektir.” diyor. İşaret, rutin ve ödülden oluşan bir döngü asla tamamıyla zihnimizden silinmiyor. Kötü bir alışkanlık bu nedenle asla yok olmuyor. Alışkanlıklar ancak değiştirilebiliyor. Sigarayı bırakan kişilerin yıllar sonra tekrar sigaraya başlaması ya da verilen kiloların geri alınması bu bilgilerin ışığında açıklık kazanıyor.

Alışkanlıklar güçlü kazanımlardır, o halde bize düşen, iyi alışkanlıkları huy edinmektir; çünkü kendimizi kötü alışkanlıklara alıştırabiliyorsak bunun yerine tam tersi olan iyi alışkanlıklara da alıştırabiliriz. Burada tamamen başlangıçta bireyin kendi tercihi söz konusudur. Tercih esnasında akıl ve bilginin doğru bir mantıkla kullanılması halinde kötü alışkanlığa yönelme olmayacağı için iyi alışkanlığa yönelme olacaktır. Kuşkusuz ki bu süreçte başta aile olmak üzere bireyin ve çevrenin aynı duyarlılıkta olması ve bununla ilgili eğitim evresinin mümkün olduğunca erken başlatılması olumlu bir katkı sağlayacaktır.

Günümüzde anne ve babaların, erken çocukluk yaşlarından itibaren çocuklarının yaratıcılık, paylaşma, duygusal rahatlama, araştırma-sorgulama, merak, dili etkin bir şekilde kullanma, yorum yapabilme, bedenini etkili bir şekilde kullanabilme vb. becerilerini geliştirmeleri için sosyal etkinliklere çok önem verdiklerini görüyoruz. Bununla ilgili en çok zorlandıkları konu ise bir etkinliğe başlayan çocuklarının bir süre sonra bu etkinliği sürdürmekten vazgeçmesi oluyor. Anne ve babaların burada yaptıkları hatalardan biri, çocuğunun balede, sanatta, eskrimde, yüzmede vb. yetenekli ve istekli olup olmadığını doğru bir şekilde değerlendirmeden kendi isteklerine göre çocuğu yönlendirmeleridir. Eğer çocuğunuzun başladığı bir işten çabuk sıkılmadan pes etmesini istemiyorsanız, onun için doğru etkinlik seçtiğinizden emin olmalısınız. Çünkü çocuklar ancak, keyif aldıkları, başarılı bir performans gösterebileceklerine inandıkları etkinliklerden kolayca vazgeçmek istemezler.

Ebeveyn olarak çocuklarınızın yetişmesinde vazgeçemedikleriniz neler? Anne babalar çoğu zaman kendi zaaflarından, egolarından dolayı vazgeçemedikleri şeyleri çocuklarında direterek onların karar verme becerilerinin gelişmesine, olgunlaşmalarına engel olmaktadırlar. Özellikle küçük yaşlarda onların ne yiyeceğine, ne kadar yiyeceğine, hangi sporu yapacağına, hangi müzik aletini çalacağına, hangi mesleği seçeceğine, kimlerle arkadaşlık yapacağına, çocuklarının fikirlerini almadan karar veriyorlar. Belki de kendileri çocukken elde edemedikleri beceri veya kazanımları çocuklarının edinmesinin doğru olduğuna inanıyorlar. Oysa anne-babanın en önemli sorumluluklarından biri de çocuğa karar verme becerisini kazandırmaktır. Küçük yaştan itibaren çocuğun kendi istekleri dikkate alınmalı, kontrollü bir şekilde karar-sonuç deneyimini yaşamasına izin verilmelidir. Ancak bu şekilde çocuklar kendine güvenli, ne istediğini bilen, kararlarının arkasında duran ve sonuçlarına katlanan bireyler haline gelirler. Aksi takdirde anne veya babalarının direttiği hayatı yaşamak zorunda kalıp, kendine güveni olmayan, mutsuz yetişkinler olurlar. Eminim hiçbirimiz çocuklarımıza bunu yaşatmak istemeyiz; o yüzden önce kendimizi iyileştirmekle işe başlamalıyız.

Gelin birlikte düşünelim: Vazgeçemediklerimiz bize güvenli bir alan mı yaratır, yoksa farkına bile varmadığımız bir hapishane mi? Belki de bu sorunun cevabı her ikisi de. Ve bunu fark ettiğimiz an değişim başlar. İnsanın kendine zarar veren bir davranışı düzeltmesi için önce farkındalık oluşturması gerekir: Neden bu davranışta direttiğine dair bir farkındalık. Bağımlılıklarımızdan ancak bu şekilde kurtulabiliriz, nedenlerinin farkına varıp bunların altında yatan psikolojik sorunları düzeltmeye çalışarak. Eğer vazgeçemediklerimiz bize ve sevdiklerimize zarar veriyorsa, değişimin zamanı gelmiş demektir. Tabii ki değişim kolay olmaz, her şeyden önce değişmeyi istemek ve çok uğraşmak gerekir.

İlk mülkiyet duygumuz ne zaman başlıyor hiç düşündünüz mü? Bir iki yaş arasında çocuklar oyuncakları, eşyaları “benim, benim” diye sahiplenirler. Bebeklikten itibaren annelerine sarılan bebekler “Benim annem” demeye başlarlar. Onlar annelerini sahiplenirken, annelerinin de onları sahiplendiğinin ve bu sahiplenmenin çok daha güçlü olduğunun farkında değillerdir. Büyüdükçe bu sahiplenme artar. Sonra çevremizde sık sık gördüğümüz; artık erişkin olmuş çocuklarını bırakamayan, onların yaşamlarını kontrol etmeye çalışan aileler oluşur. Kendilerini, çocuklarının sahipleri olarak gören aileler, bırakabilmenin değerini fark edemezler. Oysa sevdiğiniz, değer verdiğiniz şeyleri, kişileri gerektiği zaman bırakabilmek, onlara gerçekten sahip olduğunuzu gösterir. Bırakmak, bazen onlara daha ileriye, daha güzele giden bir yol açabilmektir.

İnsan kayıplarıyla olgunlaşır. Anne karnından çıktığımız anda tüm ihtiyaçlarımızın doğrudan karşılandığı annenin rahmini kaybederiz. Büyüdükçe çocukluğumuzu, sorumsuzluğumuzu ve de tabii ki yavaş yavaş sevdiklerimizi ve değer verdiklerimizi kaybederiz. Kayıplar acı verir. Ancak kaybın hayatımızdaki yerini anlamak ve onu sembolleştirmek bizi olgunlaştırır. Kayıpsız hayat olmaz. Kayıpların yadsındığı bir hayat ise yerinde sayar ve tekrara yönelir. Hayat her zaman doğrudan kayıplar sunmaz bize. Bazen olgunlaşmak için bizim kendimize bazı “bırakış”ları yaşatmamız gerekir. Buna da vazgeçmek denir.

Gelin, olmadığınız bir kişi olmaya çalışmaktan, geçmişte olan biteni kafanıza takmaktan, çevrenizdeki negatifliğin bir parçası olmaktan, başkalarının hayatta sizden daha kolay şartlarda ilerlediğini düşünmekten, başkalarının olduğu yerde olmayı istemekten, başkalarının yargılarının sizi kontrol etmesine izin vermekten, zarar verici ilişkilerin sizi aşağı çekmesine izin vermekten vazgeçin.

Mutlu insan, kendiyle barışık kendini seven, sevdiklerine, alışkanlıklarına bağlı ama “bağımlı” olmayan, kendi kendine yetmeyi bilen, gerektiğinde vazgeçebilen, hayata ve olaylara pozitif bakan kişidir. Mutlu insanlar çevrelerini de mutlu eder, sağlıklı ve mutlu çocuklar yetiştirirler. İşte bu yüzden bir an evvel hayatınızdaki “vazgeçilmez” sandığınız ama size zarar veren her türlü ortam, duygu, insan ve alışkanlığın farkına varıp değişime hızla başlamalısınız. Vazgeçmek zayıflık değildir, bırakacak kadar güçlü olmak demektir. Sizi esir eden her türlü olumsuz durumdan özgür kalmaktır.

Yazan:
Meltem Erdinç Cingöz
Psikolog