Çocukluktan yetişkinliğe, okul hayatıyla başlayan sonrasında da yaşamımızın her alanında hem sıkça duyduğumuz hem de kullandığımız iki kavramdır tembellik ve çalışkanlık. Tembellik hemen her zaman olumsuz çağrışımlarıyla zihnimizde yer eder, çalışkanlık ise tam tersi şekilde olumlu anlamlarıyla sahnedeki yerini alır. Her ne kadar yaşamın her alanında karşılaştığımız durumlar olsa da yine de tembellik ve çalışkanlık kelimeleri en çok okul hayatına damga vurur.
Her yetişkinin kendi yaşam deneyimlerinden az çok bildiği, karşılaştığı, tanıklık ettiği durumlar vardır. Ödevini yapmayan öğrenciler… Sürekli çalışmaya hazırlanan ama bir türlü çalışamayan öğrenci ya da yetişkinler… Darmadağınık odasından hoşnut, okula gitmek istemeyen ergenler… Yapması gereken işi yapmayan, sürekli erteleyen sonunda başkalarının yapmasını sağlayan iş yaşamında karşılaştığımız insanlar… Tam tersi durumlar da vardır elbette. Sürekli ders çalışan, hep yüksek not alan öğrenciler… Her anını dolduran, hiç boşluk bırakmayan, hep çalışmaya odaklanan yetişkinler… Akla farklı örnekler gelse de, yine de bu örneklerin çoğunun çocukluğa ilişkin olduğunu söyleyebiliriz. Her iki durumda da sanki öğrenciler, çocuklar, yetişkinler bilerek ve isteyerek tembel ya da çalışkan olurlar ve bu nedenle de çevrede gizli bir öfke ya da hayranlık uyandırırlar. Genellikle övgü ve takdirle karşılanan çalışkanlık, öfke ve acıma hissi uyandıran tembellik olsa da durum o kadar da basit değildir.
Tembel ya da çalışkan olma hali her zaman kişinin seçtiği bir durum değildir ve her zaman kişinin ruhsal yaşamına hizmet eden bir nedeni vardır. Hepimiz yine kendi deneyimlerimizden biliriz ki, bazen insan yaşamı boyunca bu iki durumu, tembel ya da çalışkan olma halini gösterebilir. İçinde bulunduğumuz yaşam deneyimlerimiz, bilinçli olmasa da, bu seçimi yapmamızı sağlar.
Bir kavramı tüm boyutları ile ele almak, anlayabilmek için ilk olarak bu kavramların kelime anlamlarından yola çıkmalıyız. İlk başlığı ya da ilk adımı şu temel soruyu sorarak atabiliriz: Nedir tembellik? Nedir çalışkanlık?
Nedir Tembellik?
Nedir Çalışkanlık?
Nedir tembellik? Sözlüklere bakarsak tembel, iş görmeyi çalışmayı sevmeyen, çaba göstermekten, sıkıntıdan kaçan (kimse), üşengeç ve fonksiyonunu yerine getirmede yavaşlık gösteren (organ) olarak tanımlanmaktadır. Tembelliği ifade eden çalışkan olmama, çalışmama hali önemlidir çünkü bu kişilerde çalışmayan, işlemeyen bir şeyler vardır. Üstelik çalışmak kelimesi Fransızca “zahmetli iş”, “acı veren iş” anlamına gelir. Bir tür işkence gibi. Öyleyse şöyle diyebiliriz: tembelliğin, düşünmemenin, çalışmamanın ardında ruhsal dengeyi korumaya yönelik bilinçdışı bir neden vardır.
Öte yandan tembellik zaman zaman övülen, sempatik bulunan bir durum olmuş, bir hak olarak görülmüş, hatta konu ile ilgili kitaplar yazılmıştır. Herhangi bir karışıklığa neden olmamak için açıklamak gerekir ki, “tembellik yapmak” ile “tembel olmak” birbirinden farklıdır. “Tembellik yapmak” ifadesi çalışmaya gönderme yapar ve çalışanın yapabileceği bir eylemdir. Aynı zamanda tercihi bir durumdur. Özgür zamanın peşine düşmek, kişinin kendine, kendi için bir alan yaratma isteğidir. İçinde yaşadığı sisteme, sürece bir mesafe alma durumudur. Mesafe sayesinde boşluk oluşur ve böylece düşünmek, sorgulamak, muhalefet etmek, başkaldırmak mümkün olur. Oysaki “tembel olmak” çalışmanın zıddı bir durumdur ve tercihi değildir. Bilinçli hiç değildir.
Peki ya çalışkanlık? Tembelliğin tanımını yapmak bir anlamda çalışkanlığı da tanımlamak demektir. Ama yine de sözlüklere tekrar başvuracak olursak çalışkan olma halini açıklayabilmek için önce çalışmak kelimesinin anlamına bakmak gerektiğini görürüz. Çalışmak, bir şeyi oluşturmak veya ortaya çıkarmak için emek harcamak, makine veya aletlerin işe yarar durumda olması veya işlemekte bulunması, bir şeyi öğrenmek veya yapmak için emek vermek anlamlarına gelmektedir. Çalışmak ruhsal dünyanın verimliliğinin bir kanıtı, ideal yaşamın amacıdır. Çalışkan kişi ise işte bu çalışmak eylemini yapabilen kişidir.
Çalışkan olma halini bu tanımlardan da yola çıkarak iki boyutta ele alabiliriz. İlki, zihni bir aygıta ya da makineye benzetirsek bu aygıtın çalışmasıdır. Tek başına ders çalışabilmek, bir konuyu anlayabilmek, düşünebilmek, merak etmek ve öğrenmeyi bu ilk boyutta düşünebiliriz. Diğeri ise günlük yaşamı ya da kişinin kendi yaşamını hiç boş yer kalmamacasına doldurmak. Bir anlamda sürekli çalışmak ve boş kalmamak.
Tembel olmak ile tembellik etmeyi, çalışkan olmak ile tüm yaşamı çalışarak doldurmayı birbirlerinden ayırdığımıza göre şimdi ruhsal yaşamda tembellik ve çalışkanlığı nereye koyacağımızı anlamaya çalışabiliriz. Bunu yaparken öncelikle yaşamın ilk yıllarına dönmek gerekecektir. Çünkü neden tembel ya da çalışkan olduğumuz sorusunun cevabı ve izlerini ancak orada bulabiliriz.
Tembellik ve Çalışkanlığın Ruhsal İzleri
Tembellik ve çalışkanlığı birbirinden ayıran bazı beceriler vardır. Çalışkan olabilen çocuğun yapabildiği ancak tembel çocuğun yapamadığı. Bunları yaşamın ilk yıllarına dayanan ruhsal olarak sahip olunması gereken bazı donanımlar olarak adlandırabiliriz. Kimdir bu çalışkan çocuk? Hangi özelliklere sahiptir? Yine konuyu tersinden ele alırsak tembel çocuğun yapamadığı aslında nedir? Fransız psikanalist Emmanuelle Caule (Caule, 2014) “8. Okul ve Psikanaliz” sempozyumunda sunduğu “Sevmek ve Çalışmak Mı? Tembellik Etmek Mi?” başlıklı konuşmasında tembellik ve çalışkanlığın çocuk ve ergende görülen özelliklerini şu başlıklarda ele almıştır:
Çalışkan çocuk anne babasından ayrılabilen, tek başına kalabilen çocuktur. Tembel çocuğun en büyük zorluğu tek başına kalabilmektir.
Tek başına kalabilmek ve aileden ayrılabilme yeteneği yaşamın ilk günlerine dayanır. Ünlü İngiliz psikanalist D.W. Winnicott “yalnız kalabilme kapasitesi” adlı makalesinde bu kapasitenin, bu yeteneğin nasıl geliştiğini şöyle açıklar: Çocuk ilk olarak annenin yanında nasıl yalnız olabileceğini öğrenir. Yalnız kalabilme kapasitesi bireyin ruhsal gerçekliğinde “yeterince iyi annenin” var olmasına bağlıdır. Annenin görevi sadece çocuğun gereksinimlerini anı anına karşılama değildir. Annenin görevi çocuğun kendi başına durabildiği sakin dönemleri ve yalnızlık deneyimlerini gereksiz uyaranlarla bölmeyerek onun ihtiyacını fark etmek ve yalnızlık deneyimine eşlik etmektir. Bu sürecin gelişebilmesi için yaşamın başlangıcında annenin bebeğin tüm ihtiyaçlarına eşduyumlu bir şekilde cevap vermesi gerekir. Bir anlamda ihtiyaçlarını karşılaması. Süreç ilerledikçe annenin yavaş yavaş geri çekilmesi ve çocuğuna yapabilecekleri ile ilgili alan açması gerekir. Bu şekilde çocuk annesinden gördüklerini yapabilir, kazandığı becerileri hayata geçirebilir.
Bazen de bu süreç farklı yollara sapar. Kendi ihtiyaçları çocuğun ihtiyaçlarının önüne geçen, çocuğu hiç yalnız bırakmayan, kendi ihtiyaçlarını çocuğu aracılığı ile karşılayan ebeveynler çocuklarında bir becerinin gelişmesinin de önüne geçerler. Bu şekilde yaklaşan anne babalar çocuğun bir gereksinimi olduğunda kendisinden bunu talep etmesini bekleyemez ve çocuğun gereksinimlerinin önüne geçerler. Bu çocuğun düşünme süreçlerinin de önüne geçmek demektir. Bir tür engellemedir. Böyle çocuklar çevrenin kendilerinden beklentilerini karşılayamaz. Çünkü bu beklentileri karşılayabilecek ruhsal donanımı yoktur. Sonunda tüm beklentiler karşısında yapabileceği tek şeyi yapar, her şeyden kaçar.
Öte yandan çocuk hazır olmadan yalnız bırakıldığında, ihtiyaçları karşılanmadığında yalnız kalmayı bir tehdit olarak görür. Hep görünmek ister. Görünmek sanki var olmak gibidir. Görünmemek endişe yaratır. Bu kadar endişe içindeki çocuğun da çalışabilmesi mümkün değildir.
Tek başına kalamayan, çalışamayan çocuk aynı zamanda anlamakta da zorluk çeker. Evde anne-babası, büyüdükçe özel öğretmeni ile çalışır, ancak okulda tek başına kaldığında başarısız olur. Düşünmek, çalışmak aynı zamanda ıstırap verici olur. Çalışkan çocuk ise bu yalnız kalabilme deneyimini zengin bir şekilde yaşar. Çalışır, üretir, oyun oynar.
Çalışkan çocuk kendini kontrol edebilen çocuktur. Tembel çocuk ise kendini kontrol edemez, isteklerini erteleyemez.
Kendini kontrol edebilen demek öncelikle bedenini ve zihnini ona ayrılan yerlerde (örneğin okul sıralarında) tutabilen, daha geniş anlamda kurallara uyabilen, son olarak da saldırganlığını bastırabilen demektir. Kurallara uyabilmek, sınırlar içinde hareket edebilmek zaman zaman ebeveynler tarafından yaratıcılığın köreltilmesi olarak algılanmaktadır. Bu tehlikeli bir algılayış biçimidir. Sınır koymaktaki güçlük son yıllarda aileler içinde sıkça yaşanılan, karşılaşılan bir durumdur. Zaman zaman ise sınır koymak, çocuğu kırmak, onu mutsuz etmek şeklinde düşünülebilmektedir. Hâlbuki sınır koymak anne babanın çocuğu için yapabileceği en temel iyiliktir. Ancak sınırlar eşliğinde çocuk ne yapıp yapamayacağını bilir. Sınırlar yol gösteren işaretler gibidir. Çocuk kendisine koyulan sınır sayesinde bir ötekinin varlığını kavrar, aynı zamanda dış dünyanın varlığını ve onun beklentilerini de. Sınırlar bazen mutsuz edebilir, hayal kırıklığına uğratabilir. Bu çocuk için gerçek yaşamla başa çıkabilmesindeki önemli bir basamaktır. Hayal kırıklığı yaşanır ve aşılır. Tam tersi sınır koyulamayan çocuklar dış dünyada, örneğin okulda hep hayal kırıklığı yaşar. Bu dış dünyada her dediği olmuyordur; herkes kendisine göre hareket etmiyordur. Okulun kuralları ile karşı karşıya gelir, sorunlar yaşar. Düşünmek ve çalışmak çok zordur. Çünkü çalışabilmek için de sınırlara ihtiyaç vardır. Sınırın olmadığı yer boşluktur ve çocuk için oldukça korkutucudur. Çocuk korktuğunu direk söyleyemez. Ancak sınırlara olan ihtiyacını ve korkusunu davranış sorunları ile saldırganlık olarak dışarı vurur. Bazen evde bazen de okulda…
Çalışkan çocuk bilmek isteyen çocuktur. Merak etmek önemlidir. Merak, ruhsal yaşamın canlılığıdır. Çalışamayan çocuk için ise bir anlamda bilmek istemeyen çocuk da diyebiliriz.
Bir çocukta merak etmek nasıl oluşur, çocuğun merak etmesinin yolu nasıl açılır? Bir çocuk neden merak etmez? Soruları artırmak mümkün. Bir çocuğun merak etmesinin ön koşulu anne babasının onu merak etmesidir. Daha anne karnındayken başlar bu merak. Kız mıdır, erkek mi? Kime benzeyecektir, kişiliği nasıl olacaktır? Bir mucize olur ve bebek doğar. Bu sefer anne babanın merakı farklı gelişir. Bebeğin acıkıp acıkmadığı, ağladığında ihtiyacının ne olduğu, altına yapıp yapmadığı hep sorgulanır. Çocuk büyüdükçe ihtiyaçları anne babasından farklılaşır. Bu farklılaşmayı önce anne babanın kabul etmesi gerekir. Çocuğun büyüme serüvenindeki kendini keşfetme sürecine anne baba yine merakı ve çocuğunu anlama çabası ile katılır. Ancak kendi ihtiyaçları çocuğun ihtiyaçlarının önüne geçen, çocuğu ile ilgili sürekli kendi hayallerini gerçekleştirme peşine düşen anne baba çocuğunun kendi üzerine düşünme merakının da önüne geçer. Bu meraksızlık zamanla büyür ve çocuğun tüm yaşam alanlarını etkiler. Bu etkiden ilk nasibini alan ise elbette okul yaşamı olur.
Günümüzde en çok karşılaştığımız durumlardan biri de her anı dolu, etkinlikten etkinliğe koşan, hiç boş kalmayan, boş kaldığında sıkılan ve ne yapacağını bilemeyen çocukların içinde bulunduğu durumdur. Bu çocuklar hiç boş kalmadıkları için düşünmenin, sorgulamanın, boş vaktini nasıl dolduracağını bulamamanın zorluğu içindeki çocuklardır. En çok dile getirdikleri ifade bu yüzden “sıkılıyorum” ifadesidir. Aynı şekilde her dediği yapılan, her istediği alınan çocuklar için de geçerlidir. Her dedikleri olduğu için aslında kendileri için hiç bir şeyin anlamı yoktur. Her istedikleri alındığı için hiçbir oyuncağın önemi de… Yine dile getirilen ifade aynıdır: “Sıkılıyorum”.
‘Merak’ın gelişmesi için çocuğun sıkılmaya, her istediğinin hemen olmayacağını kabul etmeye yani hayal kırıklığını yaşamaya, sabretmeye, ertelemeye, beklemeye ihtiyacı vardır. En önemlisi de anne babasının kendisi için sınırlar koymasına…
Tembellik ve Çalışkanlığın Çocuk ve Ergen Dünyasındaki İşlevi
Çocuğun ya da ergenin elbette yetişkinlerin de ortaya koyduğu tüm davranışların mutlaka bir nedeni vardır. Çalışkan ya da tembel olmanın da çocuk ve ergen için bir işlevi, ruhsallık için hizmet ettiği bir durum vardır. Daha fazlasını yapabilecekken yeteri kadar çalışan çocuklara tembel diyebilir miyiz? Peki, ya zamanın, eğitim sisteminin hızına direnip kendi hızında ilerleyen çocuklara… Evet, bu çocukların ve ergenlerin çalışabildiğini ancak bir nedenle zaman zaman tembellik ettiğini merak edip biraz daha yakından bakarsak görebiliriz. Tembellik işte bazen tam da bu örneklerde olduğu gibi bir savunma mekanizması işlevi görür. Bir anlamda kendi ihtiyaçları görülmeyen, görülmek istenmeyen çocukların “ben de buradayım” deme biçimidir. Bazen eğitim sistemine, bazen öğretmenlere bazen de anne babasına aktif ya da pasif bir şekilde “hayır” diyerek kendi istek ve ihtiyaçlarına sahip çıkma şeklidir.
Sınırları fazlaca ihlal edilen çocuklar için hayır diyebilme kapasitesi tek var olma biçimi olabilmektedir.
Öte yandan bazı çocuklar için “hayır” diyebilmek oldukça zordur. Çünkü “hayır” demek kaybetme tehlikesini gündeme getirecektir. Bu tehlike ile baş etmek için kimi çocuklar çevreye, çevresindeki yetişkinlere ve onların isteklerine yüzde yüz uyum gösterir. Hep ders çalışan, bir iki puan düşük not aldığında bile kendini hırpalayan, ders dışında başka bir şey düşünmek ya da sorgulamak konusunda zorluk yaşayan çocuklar işte bu çevre ile hep bir uyum içinde olan çocuklardır. Çalışkan olmak, her boş anı doldurmak bazen de “kaçmak” demektir. Kendi istek ve düşüncelerinden, anne babadan farklılaştığı yerlerden, “hayır” deme isteğinden… Çalışkan olmak her zaman olumlu bir durumu ifade etmeyebilir; tıpkı tembellik etmenin her zaman olumsuz bir durumu ifade etmediği gibi…
Ergenlikle birlikte ise hikâye biraz farklılaşır. Değişen ilgi alanları ve ihtiyaçlarla ergen, akademik beklentilerin bir süre uzağına düşebilir. “Ergen tembelliği” terimi önemlidir; çünkü gerçekten bu döneme özel, bu dönem için geçerli bir tembellik biçimidir. Odasından çıkmayan, dağınık, ders çalışmak istemeyen ergen örneği hepimiz için tanıdıktır. Aslında ergen için “çalışmak” eylemi devam etmektedir ve belki de hayatının hiçbir döneminde olmadığı kadar çalışmaktadır. Çalışma durumu dış dünyadan kendi iç dünyasına yönelir. Sürekli sorgulamalar yapar: Ben kimim? Ne olmak istiyorum? Nasıl bir gelecek hayal ediyorum? Nelerden hoşlanıyorum? Ergenin zihni doludur. Enerjisini bir zorunluluk olarak kendi ihtiyaçlarına yöneltir.
Ergenin tembelliğinin tek nedeni yalnızca kendi iç dünyası üzerine çalışması değildir. Büyümeyi, anne babadan ruhsal olarak ayrılmayı, kendine, yalnızca kendine ait istek ve düşüncelere sahip olmayı endişe verici olarak yaşayan ergenler de vardır. Büyümek ayrılmak demektir. Çocukluktan, anne babanın mükemmel olduğu düşüncesinden, çocuksu bedenden… Endişeli ergen için ayrılık bu kayıpları fazlaca gündeme getirir. Tam da bu nedenden dolayı bir gün mutlaka yapması gereken bu sorgulamaları askıya alır; kendisinde hiçbir değişim yok gibi davranır. Ergen bu sorgulamaları iki şekilde davranarak bir anlamda yok sayar. İlki çalışmamak yani tembellik etmektir. Çalışmak ilerlemek demektir, kendine hedefler koymaktır bir anlamda. Bazı ergenler bilinçdışı davranışlarla çalışmayarak ilerlemenin önüne geçmek isterler, aynı zamanda büyümenin. Diğer ergenlerin seçtiği yol ise tam tersi çok çalışmaktır. Onlar da her anlarını doldurarak, yalnızca ders çalışarak kendilerini sorgulamaktan bir anlamda kurtulurlar.
Çocuk ya da ergende çalışmanın ya da tembellik etmenin her zaman bir nedeni olduğunu unutmamak, hatta bu nedeni anlamaya çalışmak önemlidir. Anlamaya çalışmak demek her şeyden önce çocuğun ve ergenin ihtiyaçlarına yer açmak demektir. İhtiyaçlarına yer açıldığını gören çocuk için bu durum dönüştürücü olacaktır. Zaten yalnızca anlayabildiğimiz ölçüde üretebilir, oyun oynayabilir, anlamlı bir hayat yaşayabiliriz. Bu yalnız çocuk ve ergen için değil, hepimiz için geçerlidir. Anlamaya çalışmak, öncelikle kendimizi ve sonra çevremizdekileri, yaşamlarımız adına kendimize olan sorumluluğumuzdur.
Ve son söz…
Tembellik ve çalışkanlığın olumsuz özelliklerinin olması kaçınılmazdır ancak olumlu özelliklerine odaklanmak ve bunları nasıl kullanabileceğimizi fark edebilmek önemlidir. Çalıştığımız süreç boyunca kendimize zaman ayırmak, zaman zaman tembellik etmek belki de bizi daha verimli hale getirecektir. Çünkü tembellik edilen süre boyunca insan en çok düşünür ve elbette en çok kendi üzerine düşünür. Bu düşünceye tersinden bakarsak da şöyle söyleyebiliriz: Tembellik edilen vakitlerin anlamlı hale gelmesi için çalışmak, çalışmanın keyfine varmak gerekir. Çünkü Schiller’in ifadesi ile “Yaşam çalışmayla çiçek açar”.
Yazan:
Filiz Torun
Psikolojik Danışman