Rüyalar

Bazen hiç bitmesin uzun sürsün isteriz. Bazen de çabucak uyandığımıza seviniriz. Gördüğümüz rüyalara anlamlar yükleyerek o anlamları çözmeye çalışırız. Yıllardır üzerinde düşünülen, bilim dünyasının gizemli alanlarından biridir rüyalar. Nörologlar, psikiyatristler ve psikologlar bu alanda araştırmalar yaparak keşfi zor olan bu dünyayı aydınlatmaya çalışmışlardır.

Rüyalarla ilgili araştırmalar yapan Hipokrat, “Hipokratın Sağlık Bilgisi” adlı çalışmasında bazı rüyaların çeşitli hastalıklar ile ilgili olabileceği düşüncesi üzerinde durmuştur. Rüyalardaki sembolik kalıpların kişinin sağlık durumunu önceden haber verici nitelikte olabileceğini savunmuştur. 1800’lü yıllarda rüya nörofizyolojisiyle ilgili araştırma yapan Alfred Maury ise, rüyaların sürekli ve periyodik olarak özel zamanlarda meydana geldiğini ve uyanmadan önceki iç ve dış uyaranlarla oluştuğu varsayımını ilk kez ortaya atan kişi olmuştur.

Rüyaların incelenmesi ile ilgili ses getiren gelişmeler psikanalizin kurucusu Freud ile başlamıştır. Freud rüyaları, bilinçaltımızdaki düşünce, his ve isteklerin su yüzüne çıkabildiği bir alan olarak görmüş ve rüyaların bilinçaltımıza ittiğimiz, bastırdığımız, kökeninde cinsel arzularla öfke barındıran duygu ve isteklerimizin çıkış yolu olduğunu savunmuştur. Rüyanın asıl işlevinin bilinçaltında bulunan ve kabul edilemeyen içgüdüsel isteklerin fantezisini kurarak doyum sağlamak olduğunu düşünmüştür.

Freud rüya görmenin koruyucu işlevinin de uykunun devamlılığını sağlamak olduğunu söylemiştir. Bu nedenle rüyalarımızı bastırdığımız duygularımızın dosdoğru ortaya çıkması şeklinde değil imgeler yoluyla gördüğümüzü ve bunun uykunun bölünmesini engellediğini, kişinin ruhsal sağlığını koruyucu bir işlevi olduğunu belirtmiştir. “Freud’a göre, bir düşün anlamını bulup çıkarmamızı sağlayan şey, onun görünür içeriği değil, gizli içeriği ya da diğer bir deyişle, düş-düşünceleridir. (Özmen, Akar ve Yazar, 2006)

Freud gibi rüyalarla ilgilenen bir başka isim de Jung’dur. Özellikle çocukluğunda gördüğü rüyalar ve bunların yaşamını değiştirdiğine dair inancı bu alana yönelik çalışmalar yapmasına sebep olmuştur. Jung’a göre rüyalar doğal olarak ortaya çıkarlar ve önemli görevleri yerine getirirler. “Arzu ve isteklerin yanında korkuları, gerçekleri, felsefi ifadeleri, illüzyonları, vahşi fantezileri, hatıraları, geleceğe dönük planları, irrasyonel tecrübeleri, telepatik vizyonları, kehanetleri ve ilahi mesajları içerebilirler.” Kendi ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Jung rüyalara oldukça geniş bir perspektiften bakmıştır.

Jung’a göre rüyanın en önemli fonksiyonlarından biri de dengeleyici olmasıdır. Bu fonksiyonun ruhsal hayatımızı restore edici özelliği olduğunu savunmaktadır; çünkü denge bozulduğunda ruhsal hayatta tahribat yaşanır. Bu tahribatın tamirinde rüyaların öneminin büyük olduğunu vurgulamıştır. (Çetin, 2010)

1950’lere kadar teorik bakış açıları ile ele alınan rüyalar, bu tarihlerden sonra uyku laboratuvarlarının kurulması ve bilimsel verilerin elde edilmesiyle birlikte daha da ilgi çekici bir alan haline gelmiştir. Çeşitli görüntüleme yöntem ve aletlerinin gelişmesiyle birlikte hayatımızın üçte birlik bölümü olan uyku ve rüyalarla ilgili araştırmaların sayısı hızla artmıştır.

Uyku ve rüyaların görülme zamanlarına yönelik yapılan araştırmalarda rüyalar sıklıkla REM Uykusu denilen kısımda görülmektedir. Popular Bilim Dergisi’nin ekim sayısında uykunun beş evresinin olduğu ve bu evrelerin her gece dörtbeş kez tekrarlandığı belirtilmiştir.

  1. Tavşan Uykusu: Alfa ve Teta dalgalarının olduğu evredir. Gözler yavaşça hareket eder ve kaslar rahatlar. Toplam uyku süresinin %5’i olan bu evrede uyandırılan biri uyuyor olduğunun farkına varmakta zorlanır.
  2. Derin Uykuya Geçiş: Uyku süresinin %50’sini kapsayan bu evrede Teta dalgaları gözlemlenir. Göz hareketleri durur, beyin dalgaları yavaşlar. Uyandırılan kişi uykuda olduğunu hatırlar.
  3. Derin Uyku: Uyku süresinin %5’ini kapsayan bu evrede delta dalgaları gözlemlenir. Beyin bu evrede son derece yavaş olan delta dalgalarını yaymaya başlar ama arada daha kısa ve hızlı olan dalgalar da belirir.
  4. En Derin Uyku: Uyku süresinin %15’ini kapsayan bu evrede delta dalgaları gözlemlenir. Beyin sadece delta dalgaları üretmeye başlar. Göz ve kas hareketlerinin tamamen durduğu evredir. Bu aşamada uyandırılan insanların zihinleri karışıktır ve uyanık konuma geçmeleri birkaç dakika sürer.
  5. REM (Rapid Eye Movement) Uykusu: Beta dalgalarının gözlemlendiği bu evre uykunun %20-25’ini kapsar. Kalp atışları hızlanır, kan basıncı artar, nefes ritmi bozulur. Kol ve bacak kasları paralize olur. REM evresinde uyanmak rüyaların net bir şekilde hatırlanmasını sağlar. Paralize olan vücut, kaslardan doğan hareket gücünü tamamen kaybettiğinden en hatırlanabilen ve bastırılmış duyguların su üstüne çıktığı rüyalar bu evrede görülür. Paralize olmanın bir diğer olumlu yanı ise rüya gördüğümüz esnada hareket etmemize engel olarak kendimizi ve çevremizi fiziksel bir zarardan korumasıdır.

REM dışı uykuda sıklığı az olsa da rüya görülmektedir. REM rüyaları bilinçdışı süreçlerle daha çok bağlantılı iken REM dışı evrelerde görülen rüyalar daha gerçekçidir. Neden sonuç bağlantısı, zaman ve mekân bağlantıları daha iyi korunmuştur. Yapılan araştırmalar REM dışı rüyaların uyandığımızda kendimizi iyi hissetmemize neden olan son derece pozitif bir içeriğe sahip olduğu, kendini olduğu gibi kabullenme ve özsaygı gibi benlik algısı ile ilgili temaların bu rüyalarda ön plana çıktığını göstermiştir. REM uykusu sırasında beynin amigdala (korku ve öfke gibi ilkel dürtülerden sorumlu beyin bölgesi) bölgesinin aktif olması sebebiyle çoğunlukla derinlerdeki korkuların açığa çıktığı, negatif duygulara ve deneyimlere dayanan rüyalar görüldüğü saptanmıştır.

REM uykusu ile ilgili yapılan farklı araştırmalarda bebeklerin REM uykusunda daha fazla zaman geçirdikleri tespit edilmiştir. Bu durum REM uykusu ve rüya görmenin gelişimde rolü olduğunu düşündürmektedir. Eski ve yakın yaşantılar arasında bağlantı kuran rüyalar, belleği koruma işlevi de görmektedir.

Bilişsel bakış açısını savunanlara göre ise rüya; günlük yaşantımızda aklımızı kurcalayan kaygı ve düşünceleri içeren zihinsel işleyişlerin bir uzantısıdır. Bilişsel yaklaşım, rüyaların bir düşünce biçimi olduğundan ve gün içerisinde çözümünü bulamadığımız sorunlarımıza çözümler üretme fonksiyonundan bahsetmiştir. Bu nedenle yetişkin rüyalarının içeriklerinin çocuk rüyalarına göre daha karmaşık olduğunu ifade etmişlerdir.

Rüyalara ilişkin bir diğer teorik yaklaşım nöropsikoloji alanından gelmektedir. Bu yaklaşıma göre, beyin sapı yapılarından olan ponsun düzenli bir biçimde ateşlenmesiyle üretilen bir imge rüyanın temel uyaranıdır. Nöral ateşleme sayesinde görece anlamsız bir imgeyle rüyanın oluştuğunu ve sentez aşamasında beynin daha yüksek katmanlarının sürece dâhil olduğunu ifade eder ve bu yolla içsel olarak üretilmiş uyarandan daha anlamlı bir anlatımın kurulduğunu savunulur. Yani düş anlamsız olarak başlar ve daha sonra anlamlı hale gelir.

Rüyalarda Sık Rastlanan Temalar

Popüler Bilim dergisinde en çok görülen rüya temaları şu şekilde sıralanmıştır:

  • Okul, öğretmen, dersler ve öğrenme
  • Kaçma, kovalanma ve takip edilme
  • Cinsel deneyimler
  • Düşme
  • Bir yere geç kalma
  • Yaşayan bir insanın ölmüş olarak görülmesi
  • Uçma ya da kısa bir süre havalanma
  • Bir sınavdan geçememe
  • Düşmek üzere olma fakat son anda kurtulma

Rüya temaları kısaca bireylerin rüyalarında ortaya çıkan karakteristik yapılar olarak tanımlanmaktadır (Beck & Ward, 1961). Hebbrecht ise rüyaların yalnızca araştırma yapmak için iyi bir konu olmadığını, aynı zamanda rüyaların psikiyatrik bozuklukları tanılama ve tedavi sürecinde de kullanılabileceğini ifade etmektedir (Hebbrecht, 2007). Depresyon ve anksiyete bozukluğu gibi hastalıklarda ortaya çıkan belirtiler (DSM-IV-TR, 2000) ve rüyaların bireylerin duygularından, düşüncelerinden, algılarından, bilişlerinden, yaşantılarından vs. etkilenebileceği göz önünde bulundurulduğunda, psikiyatrik hastalıkların bireylerin rüyalarını etkileyebileceği düşünülebilir. (Genç, Koçak, Çelikel ve Başol, 2013)

Araştırmalar, can sıkıcı rüyaların kökeninde, o sıralar hissedilen kaygı, korku ve üzüntü duygularının olabileceğini de işaret ediyor. Tabii tüm bilim insanlarının bu görüşte anlaştığını söyleyemeyiz. Bazıları rüya analizinin, kişinin kendini anlayabilmesi ve duygularını açığa çıkarabilmesi için güçlü bir yöntem olduğunu düşünürken, diğerleri anlamın yorumda değil, beyinde gerçekleşen süreçlerde saklı olabileceğini söylüyor.

Harvard Üniversitesi psikologlarından Deidre Barrett, “Rüyada gördüğümüz şeyler hakkında fikir yürüttüğümüzde o durumu iyileştirebilme gücüne sahip oluyoruz” diyor. Barrett, herkesin rüyaları kendisine has filtrelerden süzerek yorumladığını, dolayısıyla iki kişi aynı rüyayı görse de anlamlarının bireysel çıkarımla anlaşılamayacağını söylüyor. Bu nedenle, psikolojik olarak sıralanmış olan temalara bakarak herkes için aynı sonucun alınabileceği fikrine kapılmak çok doğru bir yaklaşım değil. (Emren, 2015)

Her ne kadar rüyalarla ilgili çeşitli varsayımlar ortaya atılmış, araştırmalar yapılmış olsa da bunlar buz dağının görünen yüzü gibidir. Rüyaların tümüyle beyinle ilgili bir fonksiyon olup olmadığı, duygularımızın, yaşantılarımızın etkisi, geçmişte yaşadıklarımız ve gelecekte yaşayacaklarımız ile ilgisi gibi cevaplanması gereken çok soru vardır.

Rüyaları Neden Unuturuz?

Hatırlamıyor olsak da hepimizin gece boyunca gördüğü rüya sayısı üç ile altı arasında değişmekte ve her bir rüyanın 5-20 dakika arasında sürdüğü düşünülmektedir. Uyanınca rüyalarımızın %90’ ının unutulduğu ifade edilmektedir. Freud “Rüyalarımızı unuturuz çünkü bizim bastırdığımız istek ve dürtülerimizi içerir, bilincimizde onları hatırlamak istemeyiz.” demiştir. Uyandığımız zaman rüyalarımızı unutmamız, bu rüyaların bizde kaygı uyandıran niteliklere sahip olmasından ve uyanıkken onları bastırma eğiliminde olmamızdandır. “Günümüzde geliştirilen modern nöro-bilimsel kurama göre unutma, rüyada düşüncelerin sürekli ileri akışı ile açıklanmaktadır. Rüyada muhakeme eden, düşünceleri tekrar ele alan, geri dönüşler yapmayı sağlayan merkezin uykuda olduğu ve bu nedenle hiç düşünmeksizin rüyaların hep ileri doğru görüldüğü vurgulanır. Bu bilinçli uyanıklıktaki düşünce akışından farklıdır. Unutmamızda rol oynayan önemli bir diğer etken birçok rüya imgesinin belirsiz olmasıdır. Bu durum da kolayca unutmaya yol açmaktadır.” (Aslan, 2011)

Rüyalarla ilgili çok sayıda araştırma yapan Dement, REM evresinde uyandırılan deneklerin %80 ‘inin rüyalarını hatırlamasına karşın, uykunun “derin uyku” evresinde uyandırılan deneklerin sadece %7’sinin rüyalarını hatırladıklarını saptamıştır.

Rüyalar olmazsa ne olur sorusunun yanıtı iyi bilinmemektedir; çünkü rüyalar unutulduğu için kişinin rüya görmediğini ispatlamak zordur. Öte yandan Rem uykusuna girerken uyandırılarak Rem yoksunluğu oluşturulan bireylerde ertesi gün daha fazla kaygı, sinirlilik, tahammülsüzlük ve dikkati toplama güçlüğü olduğu gözlemlenmiştir. Hiç rüya görmeyen kişilerin aslında gece uykularının çok az bölündüğünü, bu kişilerin deliksiz ve derin uyuduğunu söyleyebiliriz. Buna karşın çok sık rüya gören kişiler, sıklıkla uyandıkları için rüyalarını daha çok anımsamaktadır. Ancak bu fazla anımsama zihnin yorulmasına yol açmaktadır, uykunun dinlendirici özellikleri azalmaktadır. (Aslan, 2011)

Çocuklarla Rüyalarını Nasıl Konuşmalıyız?

Çocukluk rüyalarına baktığımızda da çok genel anlamıyla üç tip rüya ile karşılaşırız.

  • Gerçekliğe dayanan çocuğun yaşamındaki olumlu bir deneyimi ya da ulaştıkları gelişim düzeyini gösteren rüyalar
  • Fantastik serüvenler ve düşsel dünyaları içeren sembolik anlamlar taşıyan rüyalar
  • Rahatsız edici nitelik taşıyan, korkutucu kabuslar

Çocuklarla, onların düşlerini konuşmak, paylaşmak, gelişimlerini desteklemenin bir yoludur. Rüyadaki duyguları, kişileri, olayları konuşup onun iç dünyasını dışa vurmasına ve anlamlandırmasına fırsat vermek önemlidir. Bunun için önce kendi gördüğünüz bir düşü anlatmakla başlayabilirsiniz. Kendi rüyalarınız hakkında konuşup eğer hatırlıyor ise onun rüyasını konuşmasına fırsat verebilirsiniz.

Çocuğunuz size bir rüyasını anlattığında, sohbetinizi aşağıdaki başlıkları düşünerek şekillendirebilirsiniz:

  • Ayrıntı-Tanımlama: Çocuğunuz hangi ayrıntıları anımsıyor? Gördüğü rüyada kişileri ve yerleri hatırlayabiliyor mu?
  • Duygular: Rüyasıyla ilgili hangi duyguları ifade ediyor?
  • Eylem: Gördüğü rüyada aktif bir role sahip mi?
  • Anlam: Çocuğunuz gördüğü rüyayı nasıl anlamlandırıyor?

Birçok çocuğun tanımlamakta güçlük çektikleri kabuslara duyarlı yaklaşılması oldukça önemlidir. Ortalama 5 yaşına kadar rüyalarla gerçekliği birbirinden ayırt etmeleri güçtür. Çocuklar rüyada gördüklerini gerçek sanarak daha fazla etkilenirler. Bu nedenle özellikle çocuklarla kabuslarını konuşurken, ikna etmeye çalışmak, gördüklerinin var olmadıklarını söylemek yetersiz kalabilir. Gece kabus gördüğünde yanına gitmek, sarılarak güvende hissettirmek rahatlamasına yardımcı olur. Anlatmak isterse dinleyebileceğinizi ve duygusunu anladığınızı hissettirmek de önemlidir.

Yazanlar:
Asude Işık Tunca
Psikolojik Danışman

Belkıs Elitaş
Psikolojik Danışman