Ergenlik Nedir?
Ergenlik, çocukluk ile erişkinlik arasında kalan; ruhsal ve bedensel değişimlerin birlikte ve birbirini etkileyerek yaşandığı bir dönemeçtir. Bu dönemeçte beden ve ruhsallığın yanı sıra cinsellik ve özdeşleşmeler de değişikliğe uğrar. Ergenin tüm bu değişimleri yaşayış süreci, erişkinlikte bedeni ve cinselliği ile kuracağı ilişkiyi ve yine erişkinlikte bu değişimleri nasıl taşıyacağını önemli ölçüde belirler. Bu önem, ergenlik döneminde ergenlere sunulacak desteği ve eşlik edişi yaşamsal kılar.
Ergenlik Nasıl Bir Değişim Sürecidir?
Ergenlik döneminde, ruhsallıktaki ve bedendeki değişimlerin hızlı ve zaman zaman ani oluşu ergenin bu değişimlere uyumunu güçleştirir. Dürtüsellik artar, ergen adeta kabına sığmaz. Bir yandan da kabına sığmayan beden kendini tutacak, tutarken sınırlarını hissettirerek gelişimini kolaylaştıracak güvenli bir zarf arar.
Ergenlik, ergenin kendisini anne babasından ayırdığı, otonomi kazandığı ikinci bir “ayrılma-bireyleşme” dönemi olarak değerlendirilebilir. Ergen, bebeklikteki ilk “ayrılma-bireyleşme” döneminde (6 ay – 36 ay arası) olduğu gibi kırılgandır, desteğe ve onaya muhtaçtır.
İlk ayrılma-bireyleşme döneminde, insan yavrusunun anneden ayrılmaya başladığı altıncı ay ile girdiği birey olma sürecinde, çevreye olan ilgisinin artması gibi; ergen de, anne baba dışındaki dünyaya yönelik bir merak ve ilgi içindedir. İlk ayrılma bireyleşme döneminde oyunları keşfeden çocuk gibi, ergen de hayat oyunlarını keşfe çıkar. O güne dek seyrettiği erişkinler dünyasında gözlediklerini denemeye girişir. Bu denemelerdeki acemilikleri kimi zaman sevimli olsa da çoğunlukla riskler barındırır.
İlk ayrılma bireyleşme döneminde çocuk cinslerin anatomik farklılığını algılar; ikinci ayrılma bireyleşme dönemi olan ergenlikte ise genç, cinslerin farklılığının neler getirebileceğini yani genital cinselliği fark eder.
Parman’ın (2000), “Ergenlik ya da Merhaba Hüzün” kitabında ele aldığı gibi ergenlik biraz da hüzün demektir, “giden ve geri gelmeyecek olanın hüznü”. Çocuklukla birlikte kaybedilenlerin yasını tutmak gerekir. Belki de bu yüzden ergende mutlu anlar uzun sürmez, mutluluk ve hüzün yan yana akar.
Veda edilen yalnızca çocuk bedeni değil, çocukluğun güvenli ve sıcak iklimidir. Ergen özdeşleşmelerini tamamlayıp kendi güvenli ortamını yaratmaya çalışırken anne babanın sunacağı güvenli bakış yeterince yakın, yeterince uzak desteği sağlayacaktır. Küçük çocuğun yürümeye başlarken hem uzaklaşmak istemesi hem de kafasını çevirip annesinin orada olup olmadığını kontrol etmesi gibi; ergen de ardına bakmadan koşarak uzaklaştığı kimi anlarda, ihtiyacı olduğunda hemen yakınında anne babayı bulmayı umut eder. Koşarken onu durdurmaya yeltenmeyen anne babayı…
Ergenlik döneminin kazançları da vardır. Varoluş, hayat, ölüm sorgulanır; kimlik yeniden inşa edilirken yeni özdeşleşmeler kurulur. Gruplara dâhil olunur. Arkadaşlıklar güçlü, aşklar tutkuludur. Bir yandan da ergenlik devrimci bir süreçtir. Ergen dünyayı değiştirebilecek ideallere ve güce sahip olduğunu düşlemler.
Ergenlikte Beden Nasıl Etkilenir?
Erinlik (Püberte, Buluğ) ile beden hızlı bir değişime girer. Boy ve beden ağırlığı artar. Her iki cinste de ikincil cinsiyet karakterleri ortaya çıkar. Kızlarda göğüsler ve kalçalar belirginleşir, erkeklerde ses değişir, her iki cinste de kıllanma artar. Tam da bu ikincil cinsiyet karakterleri gençlerde dikkatle takip edilecek ve kaygı duyulacak alanlara dönüşür. Duygular karmaşıktır, utanç, kaygı, gurur ya da alay nesnesi olabilir bu özellikler. Cinsiyetin ilanıdır bu işaretler; hem gösterilmesi ve süslenmesi, hem de gizlenmesi ve örtülmesi gerekir. Bedendeki bu değişimler dönemin çifte değerli duygularının bir alanı olur ve bu alan üzerine zihinsel uğraş çok artar. Ergen değer verdiği kişiler ve gruplar tarafından kabulünün bu bedensel işaretlerden geçtiğini düşlemler. Ayna karşısında saç biçimiyle saatlerce uğraşır. Karnı, kalçası bir türlü istediği ölçülerde değildir. Burnunun üzerinde çıkan sivilce bütün gün zihnini kurcalar. Bütün bu olumsuz duygular mutsuzluk kaynağıdır ve çok az teselli bunu yatıştırabilir. Oysa gencin aslında uğraştığı “Kadın olmak nedir*, Erkek olmak nedir?” ve “Belirginleşen cinsiyeti ile kabul edilebilir midir?” gibi sorulardır.
Ergen için, bedendeki fiziksel değişimlerin yanı sıra, bedenin simgesel temsilleri de değişir. Ergenin bedeni, çatışmalarının, ilişki biçimlerinin simgesel dışavurum aracı haline gelir. ( Marcelli & Braconnier, 1992). Örneğin, uzun ya da kısa saç belli bir tarzın yansıması olabilir. Ya da kulağa takılan küpe, giyilen bir tişörtün rengi. Bu şekliyle de ergen için anlamları çok yüklüdür, vazgeçilmezdir, uğruna kavga bile edilir.
Farklılaşan beden kaygı nesnesine dönüşür. Hem değişen bedeni kabullenmek, hem de değişen beden ile ortaya çıkan, belirginleşen cinsiyeti karşılamak gündemdedir. Ergende beden kolaylıkla iç çatışmaların alanı haline gelebilir. Bilinçdışı çocuk kalma arzusu ile büyüme isteği ergenliğin ilk dönemlerinde ikili duygular yaratabilir. Bu tereddütte de yine ergene verilecek destek önemlidir.
Ergenliğe giren genç artık çocuk bedenine sahip değildir, zaten artık çocuk olmadığı da her ortamda ona vurgulanmaktadır; ancak henüz kim olduğunu da bilememektedir. Bedeni değişmekte, düşünce referansları farklılaşmakta, ebeveynler eski güvenlikli yerlerini koruyamamaktadır. Çocukluğu geride bırakan ergen artık annesinin kucağına sığamaz; çünkü bedenin sınırları değişmiştir. Sanki bu değişen sınırları ve dolayısıyla bedenini hissedebilmek için fiziksel olarak kendini zorlar; az uyur, spor yapar, aşırı fiziksel etkinlikte bulunur. Bedenin referansları altüst olmuştur. Üstelik bu değişim o kadar hızlı gelişmiştir ki, ergen bedeninin nerede başlayıp nerede bittiğini kestiremez. Kolları, bacakları uzamıştır; sürekli sağa sola çarpar. Bu beden şemasının değişimi öyle allak bullak edicidir ki ergen bedenini taşımakta, sınırlarını tasarımlayabilmekte zorluk çeker. Bu ani değişim ergenlerde yüksek kaza sıklığını açıklayan bir nedendir. Ergenlik. Anne Babalar ve Uzmanlar için Nirengi Noktaları kitabından aktarabileceğimiz 1990 yılına ait bir veriye göre, bu tür kazalar 15-24 yaş arasında Fransa’da birinci ölüm nedenidir.
Ergenlikte Cinsellik ve Beden
Erinliğin başlamasıyla çocukluk cinsel yaşamını, normal ve son biçimine taşıyacak değişimler ortaya çıkar. Beden değişirken ve erişkin beden haline gelirken, tek vazgeçilen çocuksu beden değildir. Freud, (1905) Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme adlı yapıtında şöyle der:
“Erinliğin başlangıcından önce, çocuksu cinsel yaşamı nihai ve normal biçimine taşıyacak olan değişimler ortaya çıkar. Cinsel dürtü buraya kadar aslında otoerotiktir, şimdi artık cinsel nesneyi keşfedecektir.” Değişen, cinsiyeti belirginleşen ve cinselleşen beden yeni nesnelere yönelecektir. Cinsel yaşam ve eylem artık olasıdır. Beden bütün sükûnetini kaybetmiştir. Büyüyen ve cinselleşen bedenin salgıları artmış, kokuları farklılaşmış, erotizm çağrışımları ile sarmalanmıştır. Olasılıklar ürkütücüdür. Yani ergenlik aynı zamanda çocuk cinselliğinden erişkin cinselliğine geçiş ve erişkin cinselliğini kabulleniş sürecidir. Cinsiyeti belirginleşen beden bir narsisistik kazanç olabileceği gibi; her değişiklik korku ve kaygı da uyandırabilir. Çocukluğun kaybının yası erişkin erkek / kadın kimliğinin vaadi ile birliktedir. Ergeni bu dönemeçte, bütün bunlara uyum sağlama çabası beklemektedir.
Cinselleşen bedenin kabulü ile birlikte mahremiyet başlar. Ergen bu noktada da mahremiyetine saygı bekler. Tersi müdahaleler ergeni çatışmaya düşürecek, sınırlarını belirsizleştirecektir. Ergen kendi alanına yöneltilen saygıyı erişkinliğe doğru yol alışının onayı olarak görür, alanına yönelik müdahaleleri ise tam tersi çocuklaştırılma olarak alır ve şiddetli tepki gösterir.
Ergen cinsiyeti belirginleşen bedeninin kabulü ile karşı karşıyadır. Oysa bu dönemeçte, cinsiyeti belli bedeni karşısında kolaylıkla anksiyeteye kapılabilir. Bu noktada, o güne kadar özdeşleşme nesneleri olan anne babasının onayı çok önemlidir. Ergen, onların bu değişimi destekleyip cesaretlendirmelerine karşı çok duyarlıdır. O artık çocuk bedenini kaybetmektedir ama acaba anne baba buna ne diyecektir? Ergen, bu değişimin anne babaya itici geleceğini düşünüp korkuya kapılabilir (Küey, 1999). Anne babadan onay görmüyorsa çocuksu bedenine dönmek isteyebilir. Oysa tam tersi, bu değişim sürecinde göreceği kabul, onun da artık cinsiyeti belirgin ve cinselliği yaşayan bedenini kabul etmesini kolaylaştırır.
Ruhsallık ve Beden
Ergenlik sürecinde beden çok temel bir yerdedir. Bu süreçte bedendeki değişimler hem çarpıcı bir şekilde görünürdür; hem de ergene, geri dönülmesi zor bir yolda olduğunu hissettirecek ölçüde, biyolojik olarak da bedeni sarsıcı niteliktedir. Bedendeki bu değişimlere, ruhsal gelişme eşlik etmezse bedenin genç tarafından kabulü ve üstlenişi çok güçleşir (Küey, 2013).
Anzieu’nün (1998), Freud’un Otoanalizi ve Psikanalizin Keşfi adlı yapıtında izi sürülen Freud’un otoanalizinde; Freud’un düşlemsel bedeni anlamaya çalışırken biyolojik beden modelinden kurtulduğu ve düşlemsel bedeni rüyalarda şekillendirilen beden, hazzın bedeni, arzunun bedeni, suçun bedeni olarak ifadelendirdiği okunur. Bu ifade; düşlemlenebilen erişkin bedeninin, hazzı ve arzuyu üstlenen beden olduğu şeklinde de anlaşılabilir.
Zihinde bedenin temsili benliğin gelişimiyle birlikte şekillenir. Bedenin insan zihni tarafından algılanışı kişinin kendine dair beden imgesini belirler. Ergenlikte hızla değişen beden, bu algıyı da zorlar. Özellikle cinselleşen özne olarak kabul ile beden olarak kabulün, ergenin zihninde birlikte yol alışı; bu iki onayın da birbirlerini etkilemesine yol açar ve kendi kimliği içinde tam olarak varoluşunu hissedemeyen ergen, bedeninde de tam olarak yerleşemediğini algılayabilir. Bu beden imgesinde sorun yaratabilir ve imgeyle aşırı uğraşa yol açabilir. Beden imgesine bağlı patolojilerin ergenlik döneminde başlaması bu nedenlerle şaşırtıcı değildir. Ergenin kendisini olduğundan şişman bulduğu, diyetlere başvurduğu, kıyafet seçmekte zorluk çektiği az rastlanır değildir.
Beden Anneden Ayrı Düşünülebilir mi?
Beden Nasıl Ayrışır?
Beden imgesi, benliğin inşası sırasında gelişen bir temsildir. Ruhsal örtü olarak benliğin oluşumu, çocuğun başlangıçta annesi ile paylaştığı koruyucu örtüden ayrılmasıyla gerçekleşir. Beden imgesinin sınırları, çocuğun annesi ile yaşadığı bütünlük durumundan çıkma sürecinde kazanılır (Anzieu, 1995).
İlk dönem etkileşim içerisindeki bebeğin anneyle ilişkisindeki aksamaların iki tür gelişime yol açabileceği akla gelir: Dizginsiz bir sınır arayışına yol açacak olan tutarsız, bulunamayan, hatta var olmayan bir zarf, ya da dıştan gelen içe girmeler sonucunda fazlaca sıkılaşmış, delinmiş ve korunması gereken bir zarf.
Jeammet (1990), aynı durumu şu şekilde ifade eder: Çocuk anneyle iyi bir ilişkiyi içselleştirirse otoerotizm nesneyle ilişkinin izini taşır. Annenin göreli istikrar taşıyan içselleştirilmesi sayesinde yavaş yavaş otonomi kazanır. Tersine durumda; anneden aşırı uyaran yüklenmesi ya da uyaranların yokluğu, nesneyle bağı olmayan bir otoerotizmi kışkırtacaktır. Bu ikinci durum nesnenin yerine hatta ona karşı gelişecektir.
Annenin içinden çıkıp ondan ayrılan, daha sonra da bedenini onun devamı sanırken giderek farklı olduğunu keşfedip ondan uzaklaşan ve kendi bedeninin sınırlarını tanıyarak ayrışan insan yavrusu; ergenlik döneminde bir kez daha ve son kez anneyi kaybedecektir. Bu ayrılma, bedenin ancak erişkin bedeni özgürlüğünde ruhsal bütünlüğüne kavuşması ile tamamlanacaktır.
Ergenlik döneminde gençler adeta bir bebeğin yaşamın ilk yıllarında bedenini keşfettiği, algılamayı zihinselleştirdiği gibi, yeniden bedenlerini keşfetmeye, nerede başlayıp nerede bittiğini duyumsamaya girişirler. Bu kez bir bebek gibi annenin bedeni dolayımıyla bu keşfi yapıyor olmamaları; tam tersi anneden bir kez daha ayrılarak bu keşfi gerçekleştirecek olmaları ise büyük bir farktır. (Küey, 2013) Bu ayrışma ruhsallıktaki ayrılma ve birey olabilme ile birlikte mümkün olur. Kendi zihninde anne babadan ayrılamayan ergen, bedeninin hala onlara ait olduğunu düşünebilir. Bu sorunsal özellikle genç kızdaki kadınlık ve kadınsının gelişimi göz önünde bulundurulduğunda anne kız arasındaki ayrışma güçlüklerini anlaşılır kılar.
Ergenin Bedeni ile İlişkisinde Ailenin Rolü
Ergen, ne çocuk ne de erişkin dünyasına aittir, tam bir geçiş aşamasındadır. Ergen için anne baba yuvasının sıcaklığı kaybolmuştur, artık odalara sığınma ve kapıları kilitleme zamanıdır. Yüzlerine kapanan kapılar anne baba için ilk aşamada kolay kabul edilebilir değildir. O güne dek sıcak ilişkiler içinde oldukları çocukları onlardan yüz çevirmektedir. Oysa ergen kendi alanında ihtiyaç duyduğu otonomi ile, ruhsal ve bedensel alanındaki sınırlara duyduğu ihtiyacı da tanımlamaktadır. Bu mahremiyet onun için yaşamsaldır.
Kendine ait oda, mahremiyet dışında onun için aynı zamanda koruyucudur. “Yapı halinde olan bedenini ve ruhunu birleştirmek için kapalı bir mekân yaratır” (Jacquet & Huerre,1993). Ergenin ihtiyaç duyduğu güvenli, esneyebilen ama bir yandan da tutan bir çerçevedir. Bu çerçeve alan bırakan, otonomi sağlayan ve kulak vermeyi ihmal etmeyen bir ilişki ve bağ sunabilir. “Ergen simgesel bir beşiğe ihtiyaç duyar yani yasaklar, kurallar, kendisiyle yapılan anlaşmalar şeklinde sınırlarla karşılaşabilmesi gerekir.” (Jacquet & Huerre,1993).
Ergen, anne babasının bilgisinin göreceliğini ve iktidarının kırılganlığını keşfetmektedir. Bütün bu değişimler ve henüz yanıtı tam bulunmamış sorular gençte anksiyete kaynağı olabilir. Anne baba da ergenin anksiyetesini karşılayabilecek sağlamlıkta ve hazırlıkta olmalıdır. Çocuklarında karşılaştıkları dürtüsellik, değişen duygular, çatışmalar anne babayı da kendi ergenliklerine doğru bir yolculuğa götürebilir. Tamamlanmamış ve hesaplaşılmamış sorunların olduğu yaşam öyküleri bu dönemde anne babanın da çatışmalarla başa çıkmalarını zorlaştırabilir.
Yetişmekte olan gençler, ailelerinden otonomilerine saygı duyulmasını bekler. Ebeveynin gencin otonomisine müdahalesinin sık yaşandığı ailelerde, bağımsızlaşmayı engellemeyle bağlantılı patolojilerin geliştiği görülebilir. Ergenin ruhsallığı için ihtiyaç duyduğu alanı ona sunmayan ailelerde “ait olma” hissinin otonomiden daha çok değer gördüğü ve bireyleşmenin cesaretlendirilmediği gözlenir. Bu durumda genç hem bireyleşme mücadelesi vermekte, hem de bağımlı olduğu aileden kopmakta zorlanmaktadır. Bu çatışma onu, kontrol edemediği aile ilişkileriyle mücadeleden vazgeçip bu kontrolü bedenine yöneltmeye sürükleyebilir ve tüm kontrolünü ailenin ona bıraktığı tek alan olan bedenine yöneltebilir. Bu yönelim, gerilim ve çatışma sonucu artık şiddet de taşımaktadır. Kendi bedenine yönelik şiddet gençte çaresizce bedenini tahrip etmeye yol açabilir. (10). Bu dinamiğin erkek çocuklarda bedene yönelik agresyona, kız çocuklarda yeme bozukluklarına zemin hazırlayabileceğine dikkat etmek gerekir.
Konuk Yazar:
Ayça Gürdal Küey
Psikiyatrist, Psikanalist
TPD Yeme Bozuklukları Çalışma Birimi ile Dünya Psikiyatri Birliği “Psikiyatri içinde psikanaliz” çalışma birimi kurucusudur. Ayrıca Psikanaliz Yazıları Dergisi Yayın Kurulu üyeliği ile Bağlam Yayınları düş/düşün dizisi editörlüğünü yürütmektedir.