Zamanla Değişen Anne Babalık…

Hikâyeler nasıl değişir? Zaman hikâyelerin değişmesinde nasıl rol oynar? Sadece zaman mıdır değişen… Yoksa belli bir zaman aralığında her değişiklikle beraber kendi de yenilenen insan mıdır? Dünün çocukları nasıl anne babalar olurlar yarınlarda?

Öyle bir geçer zaman ki!

Tüm hikâyeler “evvel zaman içinde… diye başlar; herkesin kendi “evvel zamanının” yaşandığı bir gerçektir. Kişinin kendi hikâyesini yazdığı çocukluk yıllarında en çok hatırladığı anıları hep “anne ve babanın” başrol oynadıkları olur. Özellikle kişi kendi anne/babalığını yaşamaya başladığında… Yeni bir hikâyede başrol oynamanın yükü ağır ve yorucudur çoğunlukla; çünkü bilinir ki yarınlarda anlatılacak bu hikâyede iyi şeyler de kötü şeyler de hep başrolün yani anne babanın eseridir. Hatta belki de “hikâyeyi yazan anne babadır” bile denilebilir.

Her dönemin hikâyesi birbirinden farklıdır. Mutlu son hayal edilen, hep mutsuz bitip umudu taşımaktan vazgeçilmeyen ve mutlu bitsin diye çok çaba harcanan dönemler anı defterlerinde yerini alır. Dolayısıyla dönemlerin anı defterleri ile birlikte bunları yaşayan çocukları da değişir. Bu çocukların yetişkinliklerinde “birey olarak duruşları” da anne-baba olarak “tutuşları” da değişir. Farklı hikâyelerin kahramanları aynı zorluklarla karşılaşmamıştır ve aynı konuda kahramanlık göstermezler; hiçbir dönemin anne-babası da birbirine benzemez bu yüzden. 60’ların, 70’lerin, 80’lerin ya da günümüzün çocuklan da ve tabii ki anne babalan da birbirine benzemez… Hep aynı büyüme ve büyütme hikâyesi anlatılır ancak başrol her dönem farklı bir şekilde çıkar karşımıza.

Peki, bu hikâyeler nasıl değişir? Zaman hikâyelerin değişmesinde nasıl rol oynar? Sadece zaman mıdır değişen… Yoksa belli bir zaman aralığında her değişiklikle beraber kendi de yenilenen insan mıdır? Dünün çocuklan nasıl anne babalar olurlar yarınlarda?

Çocuk ve taşıdığı miras…

Daha doğum anından itibaren bebeğin annesine mi yoksa babasına mı benzediğini merak ederiz.

Yeni doğan bebeği görenler, öncelikle bu benzerlik konusundaki kanaatlerini açıklama gereği hissederler ya da gerçekten ortada öylesine bir benzerlik vardır ki, kendilerini bu konuda bir şey söylemekten alıkoyamazlar. Çoğu zaman “Hıh, deyip birisinin burnundan düşmüş”üzdür. Kime benzediğimiz, fiziksel özelliklerimizi, bazı huylarımızı kimden aldığımız yaşamımızın sonraki dönemlerinde de insan ilişkilerindeki temel ilgi alanlarından birisi olmakta devam eder. Bu durum geçmiş ve geleceğe dair gözlenebilen bir imzanın somut bir varlık olarak tam karşımızda durması anlamını da taşır. Bu miras Gabriel Garda Marquez’ in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanında en yalın haliyle karşımıza çıkmaktadır. Romanda aile üyelerinin nesiller boyu birbirinin mirasını nasıl benzer yollarla taşıdıkları, aile üyelerinden birinin beş nesil sonra bile benzer şekilde nasıl yaşadığı anlatılmaktadır.

Çocuk ya da genç, hoşa giden veya gitmeyen bir tutum gösterdiğinde, gösterdiği bir davranışta “aynen annesi” ya da “aynen babası” dedirtiyorsa bize, bu tutumun hep hesapta tutulan sorumlularından biri de genetik mirasıdır. Bu biyolojik olduğu kadar psikolojik örüntülerle de süslü mirasımız, psikoloji kuramlarınca da ele alınmıştır. Psikanalitik kurama göre her çocuk kendi anne babasının ebeveynleri olarak işlev görürler. Bu bir yandan anne babanın çocuğuna aktardığı genetik miras ve çocuğun doğduğu çevreden aldıkları ile alakalıyken öte yandan da çocuğun anne ve babasına hatta yakın yetişkinlere yaşattığı başka fantezilerle de alakalıdır.

Her bireyin bir doğum hikâyesi, doğduğu anda ailesinde olup bitenlerle arasında bir bağ vardır. İlk çocuk sahibi olma kararı anne ve babanın ruhsal gerçekliklerinden şekil alarak oluşur ve doğmamış bebeğin ruhsal gerçekliğini oluşturmaya başlar. Anne kamındaki bebek, bu ruhsal gerçeklere ve kendi doğma arzusuna tutunarak büyür, gelişir ve doğar (Süverin, 2006).

Her anne baba da kendi içsel dinamikleri ile karar verirler bir çocuk sahibi olmaya. Kendi çocukluk düşleri, anne babalarını algılayışları, anne baba olmak ile ilgili fantezileri ve tabii ki bir çocuğa vermek istedikleri önemlidir. Bazıları için çocuk sahibi olmak bir kaderi temize çekmektir, bazıları için kendi hikâyelerini tekrar etmek… Her anne baba yola, “kendi anne babama benzemeyeceğim” ya da tam tersi şekilde “tıpkı annem-babam gibi bir ebeveyn olacağım” şeklinde çıkar. Bazen tüm kaçınmalarıyla birlikte aynı kader ve yol alış vardır; hiç istemediğimiz kader tekrar etmiştir tüm çabamıza rağmen. Belki de en iyisini yapmaya çalışmışızdır ama hiç beklemediğimiz bir sonuçla karşılaşmışadır. Sorun nerededir asla bilinmez.

Anne, baba ve atalar…

Anne baba için çocuk isteği kendi çocukluk dönemi hatıralarını ortaya çıkaran bir zaman tüneli gibidir. Genellikle ebeveynlerin çocuğu ile ilgili yaşadıkları şeyler onların kendi geçmişine ait tatları barındıran bir çeşni gibidir. Özellikle çocukları için istenen her şey kendi geçmişiyle doğrudan ya da dolaylı bağları içerir.

Tarman (2007) bu durumu söyle açıklamaktadır. Çocuğun doğumu ile birlikte bir anne ve bir baba doğar. Ama bu kadarla bitmez. Aynı zamanda, iki dede, iki nine doğar. Tabii amca, hala, teyze ve dayılarda doğar. Yani koskoca bir aile doğar. Öte yandan bu yeni durum yeni anne ve baba olan çiftin anne babalarına doğru dönmesine neden olur. Çünkü bu çocuk onların da devamıdır. Kuşaklar zincirine yeni bir halka eklenmiş, iki ailenin de soyağacında yeni bir dal yeşermiştir. Bu süreç anne babanın kendi ebeveynlerine özdeşimi söz konusu olacaktır. Acaba nasıl bir anne baba olacaklar? Onlar gibi mi? Bu soru kimi kez cesaretlendiricidir, kimi kez de tersi geçerlidir. Çünkü bir hesaplaşmadır bu der “Merhaba Bebek, Merhaba Aile” yazısında.

Anne baba tutumlarını da derinden etkileyen bu süreçte anne ve babalarının zihinlerinde nasıl bir çocuk istedikleri önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Yörükoğlu (1992) dünyaya gelen çocuğun anne ve babanın beklentilerine uygun olmadığı takdirde bir hayal kırıklığı oluşabildiğini, anne ve babada çocuğu reddetme veya yok sayma türünde davranışlar gelişebildiğim söylemektedir. Önce annelik babalık kavramları, ardından göz, ten rengi, boyu poşu, endamı, daha sonra duruşu kişilik özellikleri ve daha pek çok özellik ebeveynin kendi bireysel geçmişinden kaynak bulur.

Bebeğin ilk hafıza kayıtları, daha yumurta spermle buluşmadan önce başlıyor.

Yapılan bir araştırmada; DNA’da taşman genetik bilginin proteine çevirisini sağlayan RNA (Ribonükleik Asit) moleküllerinin, bilgi taşıdığı da kanıtlanmıştır. 2006 Kimya Nobeli’ni alan Kanadalı iki araştırmacı, RNA moleküllerinin bilgi taşıdıklarım ve sadece anneden çocuğa değil, atalardan da yeni nesillere aktarılan bilgi kalıntıları olduğunu göstermiştir. Yani tecrübeler, hayat hikâyeleri, göçler, savaşlar, kayıtlarımızla kuşaktan kuşağa geçmekte. Bebeğin ilk hafıza kayıtlan, daha yumurta spermle buluşmadan önce başlıyor. Geçmişteki her yaşantı çocuğun varoluşuna farklı bir anlam katmaktadır. Anne ve babalarımızdan ve atalarımızdan miras aldığımız ruhsal yapı, kendi anne ve babalığımızda hayat bulmaktadır.

Kısa bir ara: ailedeki değişimin bizdeki tarihsel süreci…

Sadece Türk toplumundaki değişik anlayış ve tutumlara bakarak bile anne babalık kavramı ve rollerindeki değişimin izini sürmek mümkündür. Olan şey sadece psikolojik açıdan değerlendirilemez kuşkusuz; sosyolojik, ekonomik, politik ve tabii ki teknolojik değişmeler anne baba olmayı yalandan etkilemektedir.

Yakın tarihimize baktığımızda çağdaşlaşma hareketleri ile ilk değişen şey kadınların ekonomik hayata ve eğitime katılımları olmuştur. Gelenek ve göreneklere bağlı olarak anne olmak anlamını yitirmiştir; kadınlar belki de ekonomik katılımda çok etkin rol oynamamıştır. Ancak eğitim alma gerçeği ile karşı karşıya kalmış ve yüzü Batıya dönük eğitimli ve Türk usulü “terbiyeye” sahip olan çocuklar yetiştirmekle yükümlü olmuşlardır. Bu şekilde yetişen nesil 40’larda ve 50’lerde bu mirasa sahip çıkmış, bununla beraber kendi çocuklarına dünya gündemini takip edebilecek ve hatta bu gündemi yaratabilecek fırsatlar sunma çabalarına girmişlerdir. Anne babalık o dönemde toplumumuzda iyi eğitim almış, terbiyeli çocuk yetiştirmekten fazla bir şeydir. Ayrıca ülkesine iyi hizmet edecek aydın, sorumluluk sahibi ve duyarlı bireyler de yetişmelidir. Çocuklar; ülkesine sağlık alanında hizmet sunacak doktorlar, ülkesinin ücra köşelerine eğitim götürecek öğretmenler, altyapısını tamamlayacak mühendisler ve tabii ki Batıya ülkesini tanıtacak sanatçılar olarak yetişmelidir. Artık çocuklar gelecekte sadece kendi sorumluluklarım bilen yetişkinler değil, kendilerinden çok büyük olan ülkelerinin de sorumluluklarını bilen yetişkinler olmalıdırlar.

60’lar ve 70’ler bu sorumluluğun ağırlığı altında kalmış anne babalar ile doludur artık. Zamanından önce yetişkin olmuş bu çocuklar artık anne babadırlar. Taşıdıkları sorumluluk en az kendileri kadar iyi yetişmiş çocuklar yetiştirmektir. Dünyada pek çok değişim meydana gelmektedir. Uzaya insan yollanmaktadır, uydular fırlatılmaktadır, atom bombası patlamıştır, soğuk savaş vardır; dünya yeniden yapılanma içindedir ve bu yapılanma içinde artık birey olmak önemli hale gelmiştir. Bunu siyaset, eğitim, teknoloji ve hatta psikoloji bilimi desteklemektedir; toplumcu ve geleneksel düşünmek gericiliktir; böyle düşünen toplumlar gelişemezler; çünkü gizli güçlerinin farkında olmazlar. O zaman anne-babaların görevi de “birey” yetiştirmek olmalıdır. Ama birey yetiştirmek nasıl bir şeydir? Bir örneği yoktur, el yordamıyla bazen fazla özgür bırakarak, bazen çok sıkarak bireyler yetiştirmeye başlanır. Kaynaklar yetersiz olabilir; ancak kendi ayaklan üzerinde duran güçlü çocuklar yetiştirmek “trend” olmuştur. 70’li yıllarda televizyonun günlük hayatımıza girmesi ile modern-Batılı anne baba olmanın nasıl bir şey olduğunu görmek zor değildir artık, oradaki gibi çocuk yetiştirmek ülkenin gerçeğine uymasa da oradaki gibi anne baba olmayı gerektirmektedir.

80’ler gelip çatar; ekonomik olarak daha özgür olan ülkemizde bağımsız, güçlü çocuklar yetiştirmek için yapılacak şey basittir. Artık alım gücümüz artmıştır o zaman çocuklarımıza sınırsız bir tüketim gücü verebiliriz demektir. Sosyal ve eğitsel olarak daha gelişmiş bir toplum olduğumuz için de bu tüketime kaynak olabilecek kaynağı sağlamak için anneler evden çıkabilir; çalışma hayatına tam katılım her şeyin cevabı olabilir. 90’lı ve 2000’li yıllar ise bu tüketim çılgınlığını sınırsız olduğu, anne-babaların çalışma hayatının içinde çocuklarına en iyisini vermek için çabaladığı ve evde bulunamadığı, çocukların bakıcılarla büyüdüğü yıllardır. En iyisini vermek için anne babalar o kadar çalışmaktadırlar ki artık anne babalık da evde olmak demek değildir. Zaten çocuklar da eski çocuklar değildir. Evde bilgisayarları, oyun konsolları, cep telefonları ve bakıcıları vardır. Yalnızlık çekmek için nedenleri yoktur. Oyun oynamak için evden çıkmalarına bile gerek yoktur. Zaten dünya tehlikeli bir dünyadır, çocukların evden çıkmamaları daha iyidir. Birey olarak gelişebilmeleri için anne babalar onların daha korunaklı olabilecekleri evlerinden korunaklı bir şekilde servis araçları ile alınıp korunaklı ve tam donanımlı okullarına, spor okullarına, sanat atölyelerine, alışveriş merkezlerine gidebilmelerini sağlamak için çok çalışmaktadırlar; anne baba olmak da günümüzde bu anlama gelmektedir. Çocuklara anne baba olmanın ne olduğu sorulduğunda “çok zor ve yorucu” olduğu öğrenilir çağımızda, nasıl anne babalar olacakları sorulduğunda ise “çocukları ile daha fazla vakit geçiren” cinsten olacakları ya da zaten “anne-baba olmayacakları” öğrenilir. Çünkü her değişim yeni bir beklenti doğurmaktadır, son gelişimler de anne-babaların çocuklarından, onlara verdiklerinin karşılığını beklemektedir. Bunu yaparken de bazen fazla talepkâr, fazla ısrarcı, fazla saldırgan olabilmektedirler. Modem yaşamların hükmünde yeşeren anne babalık; değişen aile sistemleri ile beraber çocuklara duygusal yatırımı da artırıyor. “Değişimden” herkes nasibini almakta… Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler…” Bu, aileyi oluşturan anne baba ve çocukların değişiminin kısa bir öyküsüdür.

Değişen ana baba rolleri üzerine…

Bir varsayıma göre şu ana dek 150 milyar insan yaşamıştır! Bu büyük rakam, eğer doğruysa şimdiye dek 75 milyar anne ve bir o kadar da babanın yaşamış olduğunu düşünmemiz gerekir. En azından zamanımızı ele alırsak 3,5 milyar anne ve babanın var olduğunu söyleyebiliriz. Bir okulu olmadığına göre hemen hemen her anne-baba da çocuklarını yetiştirirken, kendi çocukluk deneyimleri ile çocuklarınınkini karşılaştırır; böylece hem kendi geçişinin sağlamasını yapar hem de var olan olanakları çerçevesinde çocuk yetiştirirken karşılaştığı sorunlara çözüm arar. Bu kaçınılmaz gerçeği şu şekilde de açıklayabiliriz. Örneğin geçmiş yıllara kadar anne-babanın tartışılmaz otorite ve baskısı ile yetişen çocuklar, biraz da bu baskıya tepki olarak kendi çocuklarına sınırsız özgürlük tanıyarak yetiştirmişlerdir.

Geleneksel aileden çekirdek aileye geçiş toplumsal evrimden doğmuştur ve kaçınılmazdır; ancak bu değişimlerin eşler ve çocuklar yönünden yalnızca olumlu sonuçlar doğurduğunu söylemek oldukça güçtür. Kimi durumların olumlu kimi durumlarınsa olumsuz sonuçlar doğurduğu aşikârdır (Köknel, 1991). Toplumsal değişme, üç kuşağın bir arada yaşadığı geniş aileleri dağıtırken baba ve dede otoritesini de sarsmıştır. Toprağından ve evinden kopamayan yaşlı kuşaktan, köyden kente göç olmamıştır. Dolayısıyla akrabalar yurdun dört buyanına dağılmış, aralarındaki bağlar gevşemiştir. Buna karşın aile içindeki eşitlik artmış, çocuklar daha da özgürleşmişlerdir (İşmen, 2004). Bu eşitlik ve özgürlüğün tam olarak ne anlama geldiği ve gerçek anlamda yararlı olup olmadığı da tartışmalıdır.

Hemen hemen tüm anne babalar çocuklarının, kendinden emin, ne istediğini bilen, hakkım arayan, kendini ezdirmeyen, motivasyonu güçlü, zeki, fark edilen ve içten denetimli olmasını arzular. Ancak bu çoğu zaman söylendiği kadar olmamaktadır. İyi eğitim ortamları bu becerileri geliştirse de asıl referans kaynağı ebeveynin kendisidir. Benzer durumlarda anne ya da babanın ortaya koyduğu becerilerin rol modeli haline gelmesi ya da çocuğun bu becerileri ebeveyninde gözleyecek ortak yaşantıların varlığı da önemli kaynaklardır. Psikanalitik kuramcılara göre bu özellikte çocuk yetiştirmek isteyen ebeveyne sorulacak ilk soru bu becerilerin anne ya da babada ne kadar olduğu, yani; bir sorunla karşılaştığında nasıl çözdüğü, güvenli davranışı olup olmadığı, hakkını ne yollarla koruyabildiği, iç denetimli olup olmadığı kısacası çocuğun ilk referanslarının bu konuda ne güçte olduğudur.

Daha önce değinildiği gibi çocuk ebeveyninin aynasıdır; onun beceri, arzu ve isteklerini yansıttığı kadar kaygılarını, korkularını, beceriksizliklerini ve duygularını da yansıtacaktır ya da kendini en fazla onlar kadar ifade edebilecek, duygularını en fazla onlar kadar ortaya koyabileceklerdir. Bu şekilde ileride ne ve nasıl olacaklarına da karar vereceklerdir, nasıl birer eş, nasıl birer anne-baba olacaklarına da ve onlar da her anne-baba gibi kendi çocukluklarını temize çekmeye çalışacaklar, çocukları da aynı kaderin izlerini süreceklerdir.

Günümüzün anne ve babaları…

Günümüzde her şey gibi anne babalık yeniden tanımlanıyor. Bir yanda kendi anne-babalarımızdan öğrendiklerimiz, diğer yanda kitaplar, uzmanlar, değişen toplum değerleri, mükemmel çocuk yetiştirme ve mükemmel ebeveyn olma kaygısı, zaman sıkışıklığı, korkular… En iyisi olma gayreti, kimseden geri kalmama çabası… Her alanda performansımızı gösterme telaşı içinde; anne babalığımız da günübirlik yaptığımız işlerden bir tanesi oluveriyor sadece… İşte tamda bu nokta da günümüz anne babaların hayata bakış açısı, çocuğunu yetiştirme şekli, gelecek ile ilgili yatırımlan da farklılaştı.

Bir bilimsel çalışmaya göre, İngiliz anne babalar çocuklarıyla günde ortalama sekiz dakikalık anlamlı konuşma gerçekleştirirken, bu süre Amerikalı anne ve babalar için sadece beş buçuk dakika.

1965 yılından 1990 yılına dek anne babaların çocuklarına ayırdıkları süre, neredeyse yarı yarıya azalmış. Oysa bir anne ve babanın çocuğu ile her zaman bir arada olmalı ki gelişimini sürecini görebilsin.

Anne babalar çocuklarının ritimlerini hissedip buna cevap verebilirse, çocuklarının duygusal dünyalarına çeki düzen verme konusunda başarılı olabilirler. Oysa günümüzdeki en büyük sıkıntı çocuk için zaman yaratmaktır.

Günümüzde her iki ebeveynin çalıştığı, çocuk ile geçirilen zamanın azaldığı yeni aile düzeninde anne kadar babanın da çocuğun yetiştirilmesinde etkin rol almaya başladığı, babanın tek otorite olarak kabul edildiği aile yapısından kararların ailece alındığı daha demokratik bir aile yapışma doğru bir değişim yaşanmaktadır. Çocukların bu değişen aile düzenindeki rolü ise daha belirgindir. Anne-baba için çocuk ile geçirilen saatler kısıtlı olsa da aslında temel öncellik çocuğun eğitimi ve gelişimi için daha iyi fırsatlar yaratabilmektir. Geçmiş yıllardaki aile yapısının aksine çocuk ailenin merkezinde yer almaya başlamıştır (Bakanay, 2009).

Bu dönem, babaların tahtından inip küçük prenslerin tahta çıkmasına çok benzemektedir. Çocuk merkezli aile olarak tanımladığımız bu durum özellikle büyük şehirlerde eğitim için birçok fedakârlıkların yapıldığı, her isteği yerine getirilen sınırların genellikle taştığı ailelerde yaygın olarak gözlenmen bir durum haline gelmiştir. Burada özgürlük ile sınırsızlık arasındaki ince çizgiye çok dikkat edilmelidir. Bireylerin en çok istedikleri şeyler her zaman onları “en mutlu” etmeyebilir.

Anne baba olmak ne demektir? Tüm bu eşitlik, özgürlük ve demokrasi içinde anne ya da baba olmak mümkün müdür?

Çocuklar sadece net sınırların belirlendiği ortamlarda güvende hissedip gelişebilirler. Çocuk ve gençlerin anne-babalar tarafından belirlenmiş kurallara büyük ihtiyaçları vardır.

Psikolojik Danışman Ece Bakanay, bir yazısında günümüzde değişen ana baba tutumları üzerine bazı görüşler ileri sürmüştür. Ona göre, günümüzün anne-babaları çocuklarım yetiştirirken onların kendilerine güvenen, başardı, mutlu bireyler olabilmeleri için alışılagelmiş geleneksel yöntemlerin yerine daha farklı yetiştirme yöntemleri kullanmaya başladıklarım belirtmektedir. Özellikle geçmiş yıllarda alışılagelen “otoriter” anne-babalık yöntemlerine karşılık olarak çocuklara daha çok özgürlük ve rahatlık sağlayan tutumların tercih edilir hale gelmesiyle, çocuğun anne-babaya uymak zorunda olduğu aile yapısından, anne-babanın çocuğa uyum sağladığı bir aile yapısı yaygınlaşmaya başladığım ileri sürmektedir.

Peki hangisi daha iyidir? Anne baba olmak ne demektir? Tüm bu eşitlik, özgürlük ve demokrasi içinde anne ya da baba olmak mümkün müdür? Bazen anne babaların yakındıkları duyulur, “Sanki o çocuk değil de benim annem/babam”… ya da eşitlik öylesine önemlidir ve çocuklar öyle merkezdedirler ki artık onlar anne ve babalarının “sevgilileri”, “aşkları” ve her şeyleridir… Çocuk doğduğu zaman eş ilişkisi çoğunlukla unutulmakta tüm evren çocuğun etrafında dönmektedir. Anne baba olmak ise evrenin hizmetini çocuğa sunmak ve bu hizmetin sunulması için aracı olmaktır. İyi birer hizmet sağlayıcısı olarak anne baba olmak demek ise çocukların hiçbir hayal kırıklığına, yokluğa, engellenmeye ve üzüntüye maruz kalmaması anlamına gelmeye başlamıştır.

Yine günümüz ailelerinin aşın korumacı tutumlarının çocuğun becerilerinin gelişmesine engel olduğunu belirtmek gerekir. Onun adına çocuğun yapabileceği bir şeyi yapmak, birçok açıdan zararlıdır. En belirgin zorluk ta çocuğun dışa bağımlı olarak kalması ve yapabilme gücünü, başardım deme referansını yakalayamamasında ortaya çıkmaktadır. Bu durum birey olamamanın önünde en önemli engellerden biridir. Çocukların kendilerine güvenen, yeterli bireyler olabilmesi için doğumdan itibaren gelişen beceriler için pratik yapmaya ihtiyaçları vardır. Temel alışkanlıklar kritik dönemlerde kazandırılamaz ise bu becerilerin ilerleyen yıllarda kazanılması zorlaşmaktadır. Bu durum ebeveynin daha sonraları eğitim kurumlan ile de zorluklar yaşamasına sebep olabilir. Çocuk evdeki düzeni yeni otorite ile sorunlar yaşayacağı için okula sokmak isterken, bu durum akademik ve sosyal gelişim alanları da yara alabilir.

Bakanay’ın dile getirdiği bir diğer kavram ise, çocuklan ile arkadaş olan ebeveynlerdir. Bize göre buradaki en önemli tema anne, baba ve çocuk rolünün asli niteliğine duyulan ihtiyaçtır. Aile içerisinde anne, anne olarak, baba da baba olarak birincil role sahiptir ve bu role her çocuk ve genç arkadaşlıktan çok daha öncelikli olarak ihtiyaç duyar. Çünkü çocukların hayatları boyunca birçok arkadaşları olacaktır ama sahip olacağı bir tek anne-babaları vardır. Burada sınıra dikkat ederek çocuk ile anne-baba arasında sağlıklı ve yakın bir iletişimin olması gerçekten önemlidir. Çocuğun her zaman anne-babası tarafından anlaşıldığım ve kabul edildiğini hissetmesi kişilik gelişimini olumlu olarak etkileyen en önemli faktördür. Arkadaş gibi olmak ise bazen aradaki sınırların kaybolmasına neden olabilir. Çocuklar her ne kadar özgür olmak isteseler de anne-babanın rehberliğine ihtiyaç duyarlar (Bakanay, 2009).

Ama benimki bambaşka!…

Bir diğer değişen tutum da çocukların yüklenen aşın bir dehaya sahip olma arzusudur. Çağımızda teknolojik gelişmelere paralel olarak, birçok çocuğun anne babasından çok evvel teknik beceri ve bilgilere sahip olduğu ve bazı taraflarıyla çok olumlu olduğu da muhakkaktır ancak bu kendi ruhsal gerçekliğimize binen yükün tesiri ile onları olmadıkları bambaşka bir zorlamaya sokmak doğallığa zarar vermekte, şişirilmiş benlik gelişimlerine sebep de olabilmektedir. Burada eğer dikkat edilebilirse, bazı eğitim bilimcilerin ileri sürdüğü gibi; “jenerasyonlar arasındaki farklar ortadan kalkıyor, günümüz anne babalan çocuklarına yetişkin gibi davrandıkları, en ufak yeteneklerinin üzerine gittikleri, onlara değer verdikleri için daha kendine güvenli çocuklarla karşı karşıyayız” noktasını iyi ayarlamak gerekiyor. Bir spor yazarı olan Banu Yelkovan Radikaldeki bir makalesinde durumu şöyle açıklıyor; “altyapıyla haşır neşir olan hangi hocaya, hangi gazeteciye, hangi sponsora sorarsanız sorun, çocuklara en büyük baskıyı bizzat ebeveynlerinin yaptığım söylüyor. Çocuğun iyi okula girmesi de iyi spor yapması da amansız bir rekabet halini alıyor” diyerek bu durumdan dert yanmaktadır.

Anne-babaların çocukları için her şeyin en iyisini isterken düştükleri bu tuzak mükemmeliyetçiliktir. Bazen kendi çocukluklarında yapmak isteyip de yapamadıkları bir etkinliği çocuklarının öğrenmesini isteyerek bazen de çocuklarının istek ve kapasitelerini göze almadan yüksek beklentiler içine girerek farkında olmadan çocuk üzerinde bir baskı kurabilirler. Ama amaç ile aracı birbirine karıştırmamak önemlidir. Sosyal etkinlikler çocuğun keyif aldığı, kendini geliştirebileceği boş zaman etkinlikleridir. Eğer sosyal etkinlik kendi başına bir başarı kazanma platformuna dönerse ya da çocuğun her boş vakti bir sosyal etkinlikten diğerine koşuşturmaya dönüşürse o zaman olumlu etkilerden söz etmek zorlaşacaktır (Bakanay, 2009).

Anne babalar arasında asıl önemli olan noktalardan birisi anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkinin niteliğidir. Bu ilişkinin güçlü olması onu dinlemek, değer verirken kendi duruşumuzu fısıldamak, yargılamadan, suçlamadan, sorun varken çapraz sorgulamadan, başarması için desteklemeyi bilmek, rolümüzün ona bir kılavuz işlevi gördüğünü bilmek, kendimizden memnun olmanın aslında en temel destekleyici öğreti olduğunu unutmamak ve kaldırabileceği yaşına uygun sorumluluklar vermek en temel tutumlar arasında sayılır. Çocuğa neyi yapmaması gerektiğini ya da yaptıkları arasında bulunan yanlışı değil, neyi doğru ve ne kadarını iyi yaptığını belirtmek, tam olarak ne beklediğimizi söylemek, neden yanlış olduğunu anlamasına yardım etmek, büyüyünce kuralları az ama öz uygulamak tutarlı ebeveyn davranışlarını ortaya çıkaracaktır.

Son söz…

Modem çağın sürekli değişim gösteren anne baba tutumları kendi dinamiklerinden yola çıkan ve muhtemelen kendi ebeveynlerini referans alarak ivmelenen tutumlar olarak görmek sanırız yerinde olacaktır. Yörükoğlu’na (1992) göre temel ana- baba tutumları şöyle açıklanmaktadır. Bu tutumlar toplumun kültürel değerleri, anne-babanın yetişme biçimi, ailenin sosyo-ekonomik durumu, çocukların sayısı, çocuğun cinsiyeti, çocuğun yaşı ve sınırlar gibi konularla şekillenir ve artık herkesin bildiği üzere olumlu ve olumsuz olarak ikiye ayrılmaktadır. Olumsuz tutumlar; aşın koruyucu ve kaygılı anne-baba tutumu, aşın baskıcı ve otoriter anne-baba tutumu, sınırsız özgürlükçü anne-baba tutumu, mükemmeliyetçi anne-baba tutumu, tutarsız anne-baba tutumudur. Olumlu tutumu ise yine herkesin bildiği üzere demokratik anne-baba tutumu olarak açıklamaktadır. Günümüzde ise artık ele alınması gereken konu kendi içinde değişen anne baba rolleri olmaya başlamıştır. Çünkü bir çocuğun doğumu ana babasının ruhsal gerçekliğinin bir yansıması ise ana babanın ruhsal gerçekliğinin de zaman içinde çeşitlendiğini söylemek abartılı olmayacaktır.

Yazan:
Gülseren Kaya
Uzman Psikolojik Danışman

Gürcan Avcu
Uzman Psikolojik Danışman