Başarıya Giden Yol

Başarı deyince herkesin aklına farklı kavramlar gelir; çünkü başarı görecelidir. Kişiden kişiye değişir. Kimine göre iyi derecede müzik aletini çalmak, sporun belli bir dalında dereceye girmek başarıdır. Kimine göre ise kimseye muhtaç olmadan hayatını devam ettirebilmek, çevresindeki kişiler tarafından “dürüst” “yardımsever” bir insan olarak anılmak veya akademik yönden belli bir not ortalamasının üzerinde kalabilmek, sosyal duygusal anlamda güçlü ilişkiler kurabilmek başarıdır. Başarıya giden yolda sonuçtan çok sürecin önemini vurgulayan, her zaman çabayı öven, yapılan işin sonucunda ne olduğunu değil de, nasıl olduğunu öne çıkaran yaklaşımlar kişinin başarmaya yönelik arzusunu destekler.

Okul başarısını ele aldığımızda sadece akademik başarıyı değil, okul yaşamının içinde var olan sosyal ilişkileri, kişinin kendini ifade etme ve empati kurabilme yeteneğini, becerilerini fark ederek yönetebilme arzusunu da düşünmek doğru olacaktır. Başarıyı sadece not olarak değerlendirilmek hem sonuç odaklı hem de süreç içinde kişinin gelişimini yok sayan bir yaklaşımdır. Bu noktada okul başarısının, geleceğe yön verecek şekilde amaç belirlemek ve çaba göstermek olduğu söylenebilir.

Başarı için öğrencinin öğrenme potansiyeli, yetenekleri, kişisel özellikleri, aile ve okul ilişkileri önemli rol oynar. Başarı ve zekâ ilişkisi ön yargıların aksine, “başarılı” olabilmek için her zaman çok üstün zekâya ihtiyaç olmadığını göstermektedir. Hatta çok zeki kişilerin bile “başarısız” olabileceği sonucu çok önemli bir tespittir. Öyleyse, var olan zekâ potansiyeli doğru şekilde yönlendirilmelidir. Başarının elde edilmesinde sosyo-ekonomik durum, aile ortamı ve tutumları, duygusal nedenler de etkili olmaktadır. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan çocuklar ne kadar zeki de olsalar bunu kullanamayabilir ve “başarısız” olabilirler.

Başarıda Ailenin Rolü

Aile içi ilişkilerin dengeli olması kişinin başarısını olumlu etkiler. Aile içi huzurun olduğu, anne baba rollerinin dengeli bir paylaşımla üstlenildiği sağlıklı bir aile ortamında çocuk, karşısında anlayışlı, güven veren, sorunlarıyla yakından ilgilenen bir anne baba bulur. Bu ailelerde çocukla kurulan olumlu iletişim, çocuğun başarı için çaba göstermesini ve mevcut becerilerini ortaya koyabilmesini destekler, başarısızlığı anlayışla karşılanarak mantıklı çözümler birlikte aranır. Anne baba arasında veya ebeveyn çocuk arasında yeterli duygusal etkileşimin bulunmadığı ailelerde ise çocuğun başarısının olumsuz yönde etkilendiği görülür. Çocuğun yeterli ilgi ve sevgi görmediği bu tür ailelerde aile içi geçimsizlik ve dengesizlikler çocuğun bir hedef koyarak ilerlemesini olumsuz yönde etkileyebilir.

Çocuğa ihtiyacından fazla korumacı davranılan, sınır ve kuralların anne baba tarafından net konulmadığı ailelerde ise çocuk yaşamın her alanında zorlanır. Çocuğun her istediği sınırsızca karşılanan ailelerde, onun başarılı olmak için çaba sarf etmesini gerek yoktur. Zaten her istediğini bir çaba harcamadan elde ediyordur. Okula devam etmek, ödevlerini yapmak bile ağır bir yüktür onun için.

Okulla işbirliği çocuğu başarıya götüren yaklaşımın önemli bir parçasıdır. Anne baba olarak okulda ele alınan müfredatı takip etmek, gerektiği noktada çocuğa destek vermek gereklidir. Burada dikkat edilmesi gereken, anne babaların çocuklarıyla birebir ders çalışma yolunu seçmemeleridir. Eğer ilişkilerde anne baba rolünü seçmek yerine öğretmen kimliğine geçilirse, anne baba çocuk iletişimi bozulabilir, çocuk aileden uzaklaşabilir.

Çocuğun, okul başarısını etkileyen bir başka konu ise ödevlere karşı ailenin tutumudur. Okula başlanılan andan itibaren ödev yapma ve ders çalışma alışkanlığının temelleri atılır. Aile bu konuda destekleyici bir tutum sergilemeli, yol gösterici olmalı ama çocuk adına ödev sorumluluğunu almamalıdır. İçinde yaşanılan aile ortamı, çocuğu öğrenmeye karşı motive eden işleve sahip olmalıdır. Çocuğun gerektiği zaman başarısızlıkları hakkında konuşulup motive edilebilmesi, başarısızlığını aile içinde utanç verici bir durum olarak değil, çaba gösterince aşılacak bir engel olarak kabul etmeye çalışılması önemlidir. Aksi takdirde çocukta kaygı düzeyi yükselebilir. Başarısızlık ve kaygı arasında yüksek bir korelasyon vardır. Yüksek kaygı fizyolojik anlamda öğrenilmiş bilgilerin hatırlanmasını engelleyebilir.

Öğrenilen konuları tekrar etmek öğrenilen malzemenin pekiştirilmesi için gereklidir. Çocuğun dikkatini dağıtmayacak en uygun çalışma ortamının sağlanması ve kendi öğrenme biçimini bilerek çalışması için yön vermek işini kolaylaştıracaktır. Arkasından zaman yönetimi konusunda bilinçlendirilmesi ve kendisine en uygun olacak ders çalışma planının yapılması çalışmalarını daha verimli hale getirecektir. Mümkün olduğu kadar öncelik sırasına göre planlamanın yapılması, çalışmasının kalitesini artıracaktır. Teknolojik aletler ile ilgili sınırlamaları onunla konuşarak, geçirilecek süreyi birlikte belirlemek de zamanını kontrol altında tutması için ona yardımcı olacaktır.

Öğrenme motivasyonu için model oluşturmak ise yine ailenin önemli bir işlevidir. Kitap, gazete, dergi okuma alışkanlığı olan ailelerin çocuklarının öğrenmeye karşı daha açık oldukları söylenebilir. Bunun yanında eğitimin önemli olduğunu söyleyen ama okuma ve öğrenmeye hiçbir kişisel ilgi göstermeyen anne babaların çocuklarının öğrenme motivasyonunu yaratmaları zor olabilir.

Başarıda Öğrenme Ortamının Rolü

Öğretmeni tarafından kabul görmek, sevilmek çocuklar için çok önemli bir ihtiyaçtır. Eksik oldukları alanlarda onları güçlendirirken kişiliğe değil davranışa yönelik eleştiri sunmak geliştiricidir. “Eğer çocuk öğretmenini seviyorsa o derste başarılı olur.” ifadesi çok duyulan bir yargıdır. Aslında bu sevgiden öte öğretmenin çocuğu bütünüyle kabul ettiğinin bir yansımasıdır. Kabul doğal olarak başarıyı getirir. Öğrenme ortamının sağlıklı olmasında çocuğun sosyal duygusal gelişim süreci de önemlidir. Sırasını bekleyebilme, erteleyebilme, karar verebilme, empati, kendini ifade edebilme, yaşına uygun davranışlar gösterebilme okul başarılarına anlamlı bir katkı sağlar.

Öğretmen, iyi bir öğrenme ortamını oluşturabilmek için öncelikle çocuğun en temel ihtiyaçlarının giderilmiş olduğundan emin olmalıdır. Öğretmenin, öğrencim aç mı, evde uygun bir çalışma ortamına sahip mi, uykusunu yeterince aldı mı gibi sorulara vereceği yanıt, öğrenmenin başlangıcı için önemlidir. Bunun yanı sıra öğretmen, öğrencinin duygusal dünyasında neler oluyor, öğrenmeyi etkileyecek bir yaşantıya sahip mi gibi boyutları da ele almalıdır. Eğer tüm bu alanlar öğrenme için bir engel oluşturmuyorsa çocuk öğrenmek için artık hazırdır.

Her yaşam olayına eşlik eden bir duygu vardır, bu duygunun tanımlanması, isimlendirilmesi zorlayıcı olsa da, bunu başarmak o duyguyla baş edebilmeyi kolaylaştırır. Öğrenme ortamları çocuklar için zorlayıcı duyguları barındırsa da bunlar ile baş edebilmek başarıya giden yol için önemlidir. Bu noktada hem anne babalar hem de öğretmenler çocuklara duyguları tanımada, anlamlandırmada ve ifade etmede yol gösterici olmalıdırlar.

Öğretmenin yanı sıra akran ilişkileri de öğrenmede önemli bir rol oynar. Akranları ile sınıf ve okul ortamında ders dinlemek, birlikte çalışmak, anlamadığını sorarak yaratılan öğrenme ortamlarından faydalanmak okul başarısını olumlu anlamda etkiler. Bunlara ek olarak yaşanılan tatlı rekabetler de çocuğun kendi sınırlarını zorlamasını sağlar.

Okul Başarısında Merak

Aynı okulda çalışan iki öğretmenin merakla soru soran ve sormayan öğrencileri bulunmaktadır. Carnegie Mellon Üniversitesinden Prof. George Loewenstein, bir grup üniversite öğrencisine, FMRI makinesinden rastgele sorular sorar ve daha sonra yanıtlarını verir. İkinci gruba ise aynı soruları yöneltir ama yanıtları vermeden önce öğrencilerden yanıtları tahmin etmelerini ister. Bu sırada öğrencilerin beyin aktivasyonlarına bakılır ve ortaya büyük bir farklılığın çıktığı görülür.

Merak Etmek Zevk Verir: Birinci grup soruların yanıtlarını öğrendiğinde, beyinlerinin “striatal” bölgesinde çok hareketlilik olmazken, ikinci grupta büyük bir hareketlilik olur. Yani, yanıtları öğrenmek birinci gruba keyif vermezken, ikinci gruba inanılmaz keyif verir. Peki, neden? Bunun merakla ilgisi olabilir mi acaba diye düşünülür?

Merak Ne Demek? Merak etmek demek, bir bilgiye açlık duymak demektir. Çocuğun kafasında bir bilgi boşluğu oluşursa, çocuk o boşluğu dolduracak bilgiye açlık duyar. O zaman öğreten ilk önce çocuğun kafasında bir “bilgi boşluğu” oluşturmalıdır.

Merak Nasıl Oluşur? İnsanlar deneyimlerini “bütünsel” bir çerçeveye, yani bir şemaya oturturlar. Şemalar yoluyla hayatı anlamlandırmaktadırlar. Her yeni deneyim bir şemaya eklenir ya da yeni bir şema oluşmasına neden olur. Öğretmen çocuğun kafasında şema oluşturmazsa, çocuk, hangi çerçevede “ne bildiğini” ve “ne bilmesi gerektiğini” bilmeyecektir. Yani, bütünlük yoksa, boşluk da oluşmayacaktır. Bu durumda yeni bilgiye ihtiyaç duymayacak ve merak etmeyecektir. Örneğin, size 10 farklı “puzzle”dan onar parça versek, elinizde birbiriyle alakası olmayan 100 parça olurdu. Hangi parçalar eksik merak etmezdiniz. Ama yüz parçalık bir “puzzle” için 90 parça versek, hangi 10 parça eksik merak ederdiniz. Eksik olanları talep ederdiniz.

Tahmin Etmek Merak Uyandırır mı? İşte araştırmacılar bu deneyde öğrencilere tahmin ettirerek, tam olarak bunu yapmıştır. Öğrenciler ilk önce tahmin ederek kafalarında bir fikir oluşturmuşlardır. Yani var olan bir şemayı etkin hale getirmişlerdir. Yanıtlar, bu şemayı tamamlayacak mı tamamlamayacak mı merak etmişlerdir. Ama diğer grupta herhangi bir şema etkin hale getirilmemiştir. Dolayısıyla “şema boşluğunu” tamamlama ihtiyacı doğmamıştır. Onun için o bilgiyi öğrenmek çok da keyif vermemiştir.

Sonuç olarak çocuklarda merak duygusu oluşturmak için, birbirinden bağımsız bilgileri aktarmayı bırakmalıyız. Deneyim, keşfetme, problem çözme, tartışma aracılığıyla çocukların kafasında bir bütünsellik oluşturmalıyız. O zaman çocuklar merak edecektir. Merak eden çocuk da öğrenme sorumluluğunu zaten alacaktır, diye düşünülmektedir.

Yazanlar:
Filiz Koçak
Psikolojik Danışman

Osman Hakan Özpar
Psikolojik Danışman