İnsanoğlu için yaşamda kalmayı sağlayacak temel ihtiyaçlar düşünüldüğünde açlık ve susuzluğun ilk sırada yer aldığını görürüz. Açlık, eşlikçisi tokluk ve susuzluk kavramları üzerine biraz düşünelim. Açlık, Türk Dil Kurumu sözlüğünde iki tanıma sahiptir. İlki aç olma durumu tanımıyla fizyolojik bir ihtiyacı tanımlarken ikinci tanım ise aşırı istek içinde bulunma tanımıyla kişinin ruhsal dünyasına gönderme yapar ve bir yetinememe, doyamama durumunu tarif eder. Susuzluk kelimesinin tanımına bakıldığında susuz olma durumu yani bir kuraklık söz konusudur; susamış olma durumunu anlatır. Susamak fiili ise “su içmek istemek” ve ayrıca “çok istemek ve özlemek” olarak tanımlanmaktadır.
Bu üç kavram bireyin dünyaya geldiği andan itibaren önemini hissettiren kavramlardır. Sosyolojik, biyolojik kültürel ve psikolojik anlamlar içerir. Açlık, bebeğin dış dünyada karşılaştığı pek çok dış uyaranla birlikte varlığını hissettiren ilk duyumlardan biridir. Bebeğe ben ve öteki ayrımını yapmasını sağlayacak bir deneyimler dizisi sunar. Anne karnında, hamilelik sürecinin doğal akışı içerisinde fetüsün beslenmesi göbek kordonu yolu ile gerçekleşmektedir. Bu noktada fetüste açlık ya da tokluk duyumuna dair bir anlam oluşmadığı da düşünülebilir. Bebeğin doğumunun ardından, göbek bağının kesilmesi ile birlikte anne-bebek ikilisinin deneyimlediğinden farklı bir ortama geçiş gerçekleşir ve beslenme süreci bir değişime uğrar.
Doğumla anne bedeninden ayrılışı yaşayan bebek, annenin onu kucaklayışı ve emzirmesi yoluyla tekrar güvenli olana kavuşacaktır. Bir bebek için daha önce hissetmediği ya da dönemsel olarak anlamlandırılması zor olan yeni duyumlardan biri de karnının acıkması olacaktır. Bu yeni fizyolojik durum bebek tarafından bedende bir fiziksel gerilim gibi duyumsanır. Annenin bu ihtiyacı fark etmesi ve zamanında bu ihtiyacı gidermesi ile öncelikle bebek açlık hissine dair bir farkındalık kazanır. Anne tarafından yeterince beslenir ve ardından tokluk hissini deneyimler. Burada açlık ve tokluk duyumları bebek tarafından anlaşılmaya başlanır.
Stern (2002) bir metninde annenin çocuğunu beslemesinin/beslenmenin ilişki kurmanın ilk biçimi olduğunu söyler. Besleme ve beslenme eylemleri sırasında kurulan ilişki, çocuğun gelecek yaşamında kuracağı ilişki örüntülerinde de önemli rol oynar. Yine bu süreç beslenme şeklini, sıklığını, yemek yeme ve doyma edimlerinin de temelini oluşturur.
Yeme davranışı anne çocuk ilişkisinin ilk, önemli ve en sorunlu alanıdır der Parman (2012). Çünkü ilk “Hayır” eylemi burada gerçekleşir. Bebek anne tarafından uzatılan memeye, ağzını kenara çekerek “hayır” der. Anne bebek arasındaki alış veriş yani ilişki farklı boyutlar kazanarak ilerlemesini sürdürür. Bebeğin memeye hayır demesi ile annenin zihninde de pek çok yeni soru oluşur. Neden emmek istemedi? Acaba doymadı mı? Sütüm yeterli oldu mu, besleyici mi? Ya doymadıysa, emmek istemiyorsa? Memeyi mi reddetti? Beni mi reddetti? Bu an ve sonrası anne bebek ilişkisinde beslenmenin ilişkisel boyutuna farklı bir ivme kazandırır.
Annelik yaşantısında bebeğin besin ile karşılaşma anları önem taşır ve bu süreç yoğun duygular barındırır. Anne başlangıçta bebeğini anne sütü ile doyurur, bebeği büyüdükçe anne sütüne ek olarak farklı ürünlerle beslenmesini destekler. Bir ileri aşamada da evin mutfağında hazırladığı yiyeceklerle çocuğunu beslemeyi sürdürür. Beslemeyi sadece fizyolojik ihtiyaç olmaktan çıkaran pek çok unsur da bu süreçte yer almaktadır. Anne ile geçirilen zaman, beslenmeye eşlik eden şefkat, sevgi gibi fizyolojik doyum yanı sıra ruhsal doyumu da sağlayan duyguların alışverişi…
Winnicott (2013), iyi beslenmenin, iyi nitelikte bağlanmaya etkisinden bahseder. Bebeğin doğal yaşamının doğar doğmaz başladığını ve sadece uyumak, süt içmek, iyi besini içe almak ve sindirmekten ibaret olmadığını, bu süreçte bebeğin gerçek bir hayat yaşadığını, anılar oluşturduğunu, kendine özgü davranış kalıpları geliştirdiğini söyler. Bebeğin beslenme sırasında ağız yoluyla besini içe almasının yanı sıra elleri ve hassas teni ile de bu sürecin içine alındığından bahseder.
Winnicotta’a (2013), göre “Beslenme fiziksel bir deneyimden çok daha geniş kapsamlıdır. İlk dönemlerde beslenme deneyimi önce annenin göğsüyle başlayarak yavaşça algılanan zengin bir ilişkiyi içerir, bebeğin elleriyle ve gözleriyle yaptıkları beslenme eylemini genişletir, bu meseleyi mekanik olmaktan çıkarır.”
Açlık durumu bir çocuk için yalnızca hızla giderilmesi gereken fizyolojik bir durum gibi görünebilir. Aslında anne tarafından yemeğin hazırlanması, annenin sıcak sesi ile bebeğin yemeye daveti, aynı sıcaklıkla yemeği sunması sürecinde annenin bebeğine duyduğu şefkate, bebeğinin ihtiyacını anlayan ve doyum sağlamasına aracı olarak kapsayıcılığına dair mesajları içinde barındırır. Bebek fizyolojik olarak tokluk hissine kavuşurken ruhsal açıdan da doyurulur. Bunun yanı sıra anneye olan özlem, ihtiyaç yani başka bir deyişle susuzluk giderilir.
Yeme Ritüelleri
Yemek yeme ritüelinde bebekler ve çocuklar farklı davranışlar sergilerler. Kimisi iştahla tabaktaki mamayı annesinin onu yedirmesine pek de engel olmadan bitiriverir, kimi bebek de annesinin uzattığı kaşığı pek çok kıvrak manevra ile geçiştirir. Bazen de eliyle hızla kendi sınırlarından uzaklaştırır. Bu anne ya da bakım veren kişi için hiç de kolay bir durum değildir. Bu durumda da farklı ebeveyn tepkileri oluşabilir. Kimi bakım veren, bebeğinin ihtiyacını gözeterek yemek yedirmeyi durdurur, kimisi ise tabaktaki yemeğin bitirilmesi, bebeğinin iyi beslenmesi endişelerine kapılarak bu geri çevirişi yani bebeğin hayır deyişini duyamayabilir. Pek çok farklı yöntem ile tabaktaki yemek bitirilmeye çalışılır. Bazen lezzet unsuru lokmalar uçak olur bebeğin ağzındaki havaalanına inmeye çalışır, kim zaman tren olur tünele doğru ilerler. Bakım veren kişinin eğlenceli sesler çıkarması bebeği ile iletişim içerisindeki canlı halleri elbette bebeğin dikkatini çekecektir. Ama bebek doymuş ise bu çabalar nafiledir.
Yemeği yediren kişi kendini sıkılmış, yorulmuş, kızgın, endişeli duygular içerisinde bulur. Haz içeren bir eylem iki taraf için de gerilim olarak deneyimlenebilir. Bebeğin beslenmesi sırasında ortaya koyduğu farklı yeme tutumları öteki ile ilişkilerin temelini oluşturacak hem de gelecekte yeme alışkanlıklarını belirleyici etkilere neden olacaktır.
Bebeklerin büyüdükçe kendilerini besleyebilecek motor becerilere sahip olmaya başlaması beslenme sürecinde farklı ihtiyaçları da doğurur. Bu motor becerilerin gelişmesini heyecanla izleyen anneler ellerindeki kaşığı ya da çatalı güvenli buldukları zamanda bebeklerine verirler. Dökerek, bulaştırarak keyifle yemek yemesini izlerler. Zevk ve eğlence içeren bebeğin kendi kendini beslemesi eylemine aynı duygularla katılım da yeme konusundaki doyumu etkiler. Annenin bebeğin ağzının kirli olmasına, mama sandalyesine dökülen, bulaşan mamalara karşı anlayışlı, sabırlı tutumu, bebeğin bu hazla baş başa kalabilmesine de izni verir. Annenin bu kapsayıcı tutumu bebeğinin zevk ile yemeği içe alması ve doyması sürecine eşlik eden olumlu duyguların iyi bir şekilde işlenmesini destekler.
Yeme ve Doyum Sağlamak
Doymak kelimesi açlığın giderilmesi ve doyma eyleminin gerçekleşmesi olarak tanımlanır. Doyum kelimesi ise eldekinden hoşnut olma durumunu tanımlar. Yani o ana kadar olan durum kişiye yetmektedir ve daha fazlasına ihtiyaç duymamaktadır. Bu durum yeme davranışlarında da temel bir meseleye işaret eder. Eğer bebek ya da çocuk yediği yemeğin miktarından hoşnutsa ve artık daha fazlasına ihtiyaç duymadığını anlatan ifadeler içine giriyorsa bakım veren kişinin bu mesajları nasıl duyacağı önem taşır. Normal koşullarda beklenen yeme ve yedirme davranışının sonlandırılmasıdır; fakat farklı durumlarla da karşılaşmak mümkündür. Aşırı besleme girişimleri ya da başka bir şekliyle beslenme konusunda ebeveynlerin aşırı dikkatli tutumları…
Kimi ailelerde yemek yeme konusunda aşırı hassas tutumlar görülür. Dengeli beslenme konusunda çok titiz davranmak, çocuğun yeme miktarı konusunda fazla endişeli yaklaşımlar, az yemeye ya da çok yemeye eleştirel tepkiler de çocuğun yeme tutumunu etkileyecek değişkenler arasındadır. Çocuk henüz acıkmadan onu doyurmaya çalışmak, aç olduğuna ikna etmeye çalışmak ya da doymuşsa bile yediğinin yetmediği hissi ile anne ve babanın daha fazla yemek yemesi konusunda aşırı ısrarları belirleyici tutumlar arasında düşünülebilir.
Beden Aç ve Susuz Kalırsa: Bir Ergenlik Sorunsalı Olarak Anoreksiya ve Bulimia Nervoza
Ergenlik dönemi çocukluğun sonlanacağını ve yetişkinliğe doğru ilerlendiğini anlatan ruhsal ve bedensel bir çağrıdır. Beden, ruhsal dünya, zihinsel işlevler hızla gelişecek bir dönüşümü gerçekleştirecektir. Hiçbir gelişim döneminde bu kadar hızlı bir dönüşümün gerçekleşmediği de söylenebilir. Ergenin ruhsal dünyasından ve fizyolojik değişimlerinden filizlenen bu dönüşüm süreci birçok meseleyi ergenin önüne getirecektir. Bu değişim ve dönüşüm gencin tüm ilgisini bedene yöneltir. Büyüme arzu edilirken bir yandan da endişe uyandırıcıdır. Çünkü en belirgin değişim hormonların da devreye girmesiyle cinsiyet ve cinsellik bağlamında olur. Çocuksu beden bir yetişkin bedenine dönüşmektedir.
Tüm bu değişimler ruhsal anlamda bir uyumu da gerektirir. Çocuksu bedenden kadınsı ya da erkeksi bedene geçiş için bir ruhsal hazır oluşa ihtiyaç vardır. Hızla dönüşen beden bu konuda pek de anlayışlı değildir. Bu ruhsal olgunluğun oluşmasını bekleyemeden büyüyüverir.
Bu değişimler süre giderken genç, anne ve babası ile olan bağlarını da yeni bir mesele olarak ele alacaktır. Çünkü ergenlik, gence bir yandan özerkleşme arzusunu bir yandan da edilgenlikten etkin hale geçiş ihtiyacını dayatacaktır. Genç bunun gibi pek çok ikilem ile baş başa kalacaktır.
Yeme sorunsalları özellikle bu dönemde gündeme gelir. Ergenin bedenine yönelen dikkati bazen ruhsal dünyanın düzenleyicisi, bazen de tüm duyguların ifade bulduğu bir araç haline gelir. Sanki beden üzerinden ve yeme üzerinden yeni duyumlar ve duygulanımlar ele alınmaktadır. Açlık, besini içeri alma ve içeride tutabilme ve doyma üzerinden bir çalışma gerçekleşmektedir.
Ergenlik döneminde diğer dönemlere nazaran beslenme davranışı sorunlarına daha sıklıkla rastlanır. Bu dönemde öncelikli beslenme sorunları anoreksi ve bulimiadır. İki sorunsalın da görülme oranı kızlarda erkeklere nazaran daha yüksektir.
Bu iki durum farklı beslenme sorunları gibi görünseler de gencin iç dünyasında aynı sorun alanında kaynak bulurlar ve birbirleri ile iç içe geçmiş bir yapılanmadan temel alırlar. Nasıl anoreksi nervoza kişinin iştahını dizginleme kapasitesini dair bir ruhsal durumsa, bulimia nervoza da iştahı dizginleyememe tehdidine dair bir ruhsal durumdan kaynak alır.
Anoreksik olgularda ergenin bedeninin hızla kilo kaybettiği gözlenir. Fakat ergen bu kaybı hiç önemsemez ve endişe duymaz. Çok zayıf olmasına rağmen kendini şişman görür. Hem kilo almaktan korkar hem de kilo verememekten. Jeammet (2012), iştah kaybından çok, iştaha karşı derin ve kuvvetli bir mücadeleden bahseder bu sorunsalda. Anoreksik kişi besinlerden uzak durmaz, tam tersine beslenme konusu ile çok ilgilidir, merak eder, pişirir, başkalarını yeme konusunda teşvik eder ama kendini bedenini bu konuda aç ve susuz bırakır. Adeta kurutur…
Bulimia ise kendi içerisinde daha farklı dinamiklere sahiptir. Anoreksik bir genci ayırt etmek daha kolayken bulimik genç için bu daha zordur. Çünkü yeme davranışı sürmektedir. Bulimia da suçluluk ve utanç duyguları daha farklı bir bağlamda bu sorunsala iştirak eder. Bulimia gizlilik içerisinde gerçekleşir. Ebeveynler bulimik bir genci daha zor fark ederler. Yeme davranışı kesilmese de kusma, idrar söktürücü ya da laksatif ilaçlar kullanma ve bedeni yoğun fiziksel egzersize maruz bırakma davranışları da eşlik eder. Bu şekilde normal kilolarında kalabilirler.
Bulimia daha çok günün farklı zaman dilimlerinde yeme atakları ile sürer gider. Sanki bedendeki boşluk yemeklerle dolduruluyor, içeride boş alan bırakılmamaya çalışılıyordur. Yeme miktarı o kadar fazladır ki ergen bedeninde fiziksel acı da hisseder. Kusar, tekrar eden kusmalar da bedene acı vermektedir. Bu acı bedensel olsa da aslında bir ruhsal acının izdüşümüdür (Jeammet, 2012).
Gürdal (2008), bir makalesinde, anoreksiya nervozalı gençlerin erken dönem anne çocuk ilişkilerinde, annenin bebeğin tüm taleplerine ihtiyaç gözüyle bakıp duygudan yoksun bir doyurma sağlamasına dikkat çekmektedir. Bu süreçte, bebeğin duyduğu kaygılara annenin yalnızca bebeğini besleyerek cevap verdiği ve bebeğe haz verecek herhangi bir yaklaşımda bulunmadan, besleme işlevini mekanik bir şekilde gerçekleştirdiğinden bahsedilebilir. Sürekli yatıştırılmak için beslenen bebek sadece açlık ve tokluk hislerini değil, onu huzursuz eden diğer durumların da ayırt edemez. Bunun sonucunda bedensel duyumlarla duygusal deneyimler arasında bağ kuramaz. Bu dönemde bebek dış dünyayı ve beden bütünlüğünü annesi üzerinden anlamlandırabilmektedir. Bunu yaşayamayan bebek ergenlik dönemine geldiğinde arzularını tam da anlayamayacak, doyuramayacak, karşılaştığı arzularını beden bütünlüğünü tehdit eden bir unsur olarak yaşantılayacaktır. Bununla baş etmenin yolu da yemesini baskılaması olacaktır.
Kendini inşa etmek ile uğraşan kimi ergen bir yandan bu gibi sorunsallarla da karşı karşıya kalabilmektedir. Bu durum ergenlik sürecini hem ergenin kendisi hem de ailesi için daha zorlu hale getirir. Bu tarz sorunsallarda ergenin yeme sorunu ailenin de yeme ile sorunu halini alır. Tıpkı erken dönem anne bebek ilişkisinde olduğu gibi annenin ve babanın tüm dikkati bu noktaya yönelir. Gencin ne kadar yediği, doyup doymadığı, aç mı tok mu olduğu, kilo alması ya da vermesi gibi konularda aile endişeli bir takip durumu içerisinde kendini bulur. Bir yandan da sağaltımda zorlanılan durumlarda gencin yaşamda nasıl tutulacağına dair kaygılar da eşlik eder. Sanki ergenin kendisi, ruhsallığı ve bedeni belli bir bağlamda görünmez olur. Bedeni kurur aç ve susuz kalır, incelir.
Yeme bozuklukları açlık, tokluk, susuzluk, doyum, gencin bedeni, ruhsallığının ve arzularının bir karşılaşması gibi de düşünülebilir. Özerkleşme çabası içerisindeki ergenin büyüme sancılarını bedeninin üzerinden gerçekleştirme sancıları…
Arzulara karşı bedendeki kuraklık…
Yazan:
Funda Tezer
Uzman Psikolojik Danışman