Dans ruhun gıdası mıdır? Gerçekten bedenin müzik eşliğinde ritmik şekilde hareket etmesi insanın ruhsal, fiziksel ve zihinsel gelişimine iyi gelir mi? Yoksa iyi geldiği mi varsayılır? Bu sorulara yanıt bulmak amacıyla psikolojide son yıllarda alternatif bir terapi yöntemi olarak ele alınan dansı sizler için ele almak istedik. Dansın bütünleyici ve iyileştirici bir sanat olma özelliği çok eski kültürlere kadar dayanmaktadır. Dans ve hareket terapisi; dansı, hareketi ve psikolojik tedavi yöntemlerini bünyesinde barındıran ve öncül olarak Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde geliştirilmiş şu anda psikiyatri hastanelerinden özel kliniklere, okullardan cezaevlerine, onkoloji merkezlerinden huzurevlerine kadar çok farklı ortamlarda uygulama alanı bulmaktadır. Bütünleştirici özelliği, bir psikoterapi formu olarak dans terapisini farklı gruplar ve ihtiyaçlar için uyarlanabilir kılmaktadır. Bu alanda çalışmalar yapan akademisyenlerin araştırmaları ilginç bulguları bizlere sunmaktadır. Bu bulgular dansın ruha ve bedene iyi gelen yönlerini ortaya koymaktadır.
Depresyon ve Dans
Ruh sağlığı ile ilgili Cambridge Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmasını yapan ve şu an Hertfordshire Üniversitesi’nde psikoloji dalında öğretim görevlisi olan Lovatt (2013), dans etmenin depresyona olan etkilerini araştırmıştır. Yapılan çalışmalar dansın duygular üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu ve dans etmenin depresyonda olan bir kişinin ruhsal durumunu iyileştirdiğini ortaya koymuştur. Ağır depresyon tanısı alan vakalar üzerinde yapılan başka bir araştırmada, bu kişilerin 30 dakika dans etmeleri sağlanmış ve bu kısa sürede bile depresyon semptomlarının azaldığı ve canlılık (enerji dolu, güçlü ve sağlıklı) hislerinin arttığı görülmüştür. (Koch aktaran Lovatt, 2013). Bir diğer grupta ise depresyonda olan kişilerin sadece müzik dinlemeleri ve dans etmemeleri istenmiştir. Araştırmanın sonucunda bu örneklem grubundaki kişilerin daha depresif oldukları fark edilmiştir. Böylelikle dans etmenin müzikten bağımsız olarak etkili olduğu, depresyon semptomlarını azalttığı ve yaşama gücünü artırdığı tespit edilmiştir.
Başka bir araştırmada hafif depresyon yaşayan kişiler iki gruba ayrılmıştır. Bir grup düzenli olarak 12 hafta boyunca haftada üç saat dans dersi alırken diğer grup böyle bir eğitime tabii tutulmamıştır. Sonuç olarak bu eğitimden geçen kişilerin depresyon belirtilerinin azaldığı ve endişe, kin gibi duygularının hafiflediği bulunmuştur. Müzik eşliğinde hareket etmenin kişinin ruh halini olumlu yönde etkilediği, fiziksel olarak rahatlattığı ve müziğin vücuttaki hormonel dengeyi değiştirdiği tespit edilmiştir. (Korea ve Jeong’dan aktaran Lovatt, 2013).
Düşünme Becerisi ve Dans
Harvard ve Columbia Üniversiteleri’nde yapılan bir araştırmada farklı vücut duruşlarının düşünme becerilerindeki etkisi ve hormon düzeyindeki değişimi incelenmiştir. Vücut duruşunun kişinin kendini daha güçlü hissetmesi, risk alma potansiyelinin artması ve biyokimyasının olumlu yönde değişmesi konularında etkili bir faktör olduğu ortaya konmuştur.
Lovatt ve Levis (2013), yaptıkları bir çalışmada dans çeşitlerinin problem çözme yöntemlerini etkilediğini tespit etmişlerdir. Bir grubun 15 dakika doğaçlama dans etmeleri istenmiş sonrasında bu grubun problem çözme şekilleri gözlemlendiğinde farklı düşünebildikleri ve yaratıcı yanıtlar üretebildikleri görülmüştür. Aynı grubun 15 dakika yapılandırılmış şekilde dans etmeleri istendiğinde ise probleme yönelik tek bir cevap bulma eğiliminde oldukları tespit edilmiştir. Bu sonuçlar vücut hareketlerinin düşünmedeki esnekliği etkilediği, doğaçlama yapılan hareketlerin esnek düşünmeyi geliştirerek alternatifli çözümler üretmeyi kolaylaştırırken yapılandırılmış hareketlerin bilişsel süreçlerde daha çok tek çözüme odaklanmaya neden olduğunu göstermiştir.
Imperial College London okulundaki öğrenciler üzerinde yapılan başka bir araştırmada müzik eşliğinde hareket etmenin beyincik ve serebral korteks alanlarını etkilediği, özellikle çocukluk döneminde beyincik alanını şekillendirdiği fark edilmiştir. Müzik eşliğinde dans etmenin beyindeki bu alanlara etkisiyle tembellik duygusunu azalttığı, dengede durmayı ve bilişsel düşünme işlemlerini olumlu yönde etkilediği gözlemlenmiştir.
Parkinson ve Dans
Lewis ve arkadaşları (2014), Hertfordshire Üniversitesi’nde yaptıkları araştırmada dans seanslarının parkinson hastalarına olan olumlu etkilerini tespit etmişlerdir. Bu çalışma hem parkinson hastaları hem de 50-80 yaş aralığındaki kişiler üzerinde uygulanmıştır. 10 hafta boyunca, 50 dakika süren (10 dakikası ısınma hareketleri, 30 dakikası dans ve 5 dakikası soğuma hareketleri) dans seansları uygulanmıştır. Sadece 5 dakika mola zamanı verilmiştir. Seanslarda farklı dans figürleri gösterilmiştir. Sonuç olarak bu dans seanslarının yaşlı kişilerde olumlu etki bıraktığı, onların ruh sağlığını iyileştirirken öfke duygularını azalttığı; parkinson hastalarında ise nöropsikiyatrik rahatsızlık olarak görülen depresyonu azalttığı ve fiziksel fonksiyonlarını (kaba motor becerileri, dengeli duruş, koordine olabilme) artırdığı görülmüştür. Bu durumunu açıklayan başka bir nedenin de dans etmenin yani vücudun ritmik şekilde hareket etmesinin endorfin hormonunu salgılayarak beyin kimyasının değişmesini sağladığı olarak düşünülmüştür. Ayrıca dans etmenin yaşlı bireylerde sosyal bir etkinlik olarak algılandığı ve bu anlamda sosyalleştikleri de fark edilmiştir.
Kendine Güven, Yaş, Cinsiyet ve Dans
Lovatt (2010), yaptığı başka bir araştırmada dans, kendine güven, yaş ve cinsiyet arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Kadınlarda erkeklere oranla dans ederken kendilerine olan güvenin daha fazla olduğu, vücutlarını daha rahat hareket ettirebildikleri görülmüş; ancak bu güven duygusunun gelişimsel döngüde boyut değiştirebildiği de gözlemlenmiştir. Örneğin; kadınlarda çekinmeden dans etme davranışı küçük yaşlarda yüksek seviyelerdeyken yaş ilerledikçe bu seviyenin düştüğü hatta 16 yaşında çok düşük olduğu, sonrasında (gençlik dönemi) ise artış gösterdiği görülmüştür. Orta yaşlara yaklaştıkça bu seviyenin arttığı ancak 50 yaş döneminde düştüğü ve 60 yaş sonrasında ise tekrardan yükseldiği fark edilmiştir. Erkeklerde ise bu davranışın küçük yaşlarda az seviyede olduğu, gençlik dönemine yaklaşırken yavaş yavaş artmaya başladığı 30’lu yaşlara kadar artış gösterdiği ve 60 yaş sonrasında ise en yüksek seviyeye ulaştığı gözlemlenmiştir.
Dans alanında son yıllarda yapılan bu araştırmalar, dansın iyileştirici bir gücü olduğunu gösterirken aynı zamanda üzerinde daha uzun yıllar çalışılması gereken bir konu olduğunu da düşündürmektedir. Farklı kültürler, farklı değişkenler ve yapılacak karşılaştırmalı araştırmalarla dans, belki de ileride psikologların üzerinde fikir birliğine vardığı önemli bir terapi aracı olacak ya da sadece spor, müzik gibi terapiyi destekleyen, ruhu besleyen bir alternatif yöntem olarak bilimde yerini alacaktır.
Çeviren:
Aylin Germiyen Alioğlu
Psikolojik Danışman