Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite

“Çocuğum düşünmeden hareket ediyor. Eşyaların üstüne tırmanıyor. Hızla bir aktiviteden diğerine geçiyor, başladığı işi bitiremiyor. Oyunda sırasını beklemiyor, hemen hırçınlaşıyor. Dikkati de kolay dağılıyor. Arkadaşlarına göre daha sakar, daha unutkan, eşyalarını kaybediyor.” Her çocukta bu belirtilerin bir kısmı zaman zaman görülebilir. Bu davranışların varlığını bir problem olarak görsek de onun hiperaktif tanısı alacak nitelikte bir problemi olduğunu göstermeye yetmez. Ancak bu davranışlar ısrarla devam ediyorsa ve yaygınlaşıyorsa, öğrenme ve sosyal uyumunu engelleyici etki gösteriyorsa ‘uzman değerlendirmesi’ o noktada gerekir. Araştırmalar, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nun (DEHB) çocuklarda görülme sıklığını en muhafazakar tahminlerle % 3-7, erişkinlerde ise % 1-4 arasında olduğunu gösteriyor. Çocuğun, anne-babanın, kardeşlerin, arkadaşların ve öğretmenlerin akademik-sosyal yaşantısını etkileyen ve günümüzde en fazla konuşulan konulardan olan “hiperaktivite ve dikkat dağınıklığı” üzerine Çocuk-Ergen ve Erişkin Psikiyatristi, Prof. Dr. Yankı Yazgan ile sohbet ettik. Merak ettiğiniz soruları kendisine yönelttik. Bize anlattıklarından daha fazlasını “Hiperaktif Çocuk ve Ergen Okulda” adlı kitabında ya da kişisel internet sitesi www.yankiyazgan.com da bulabilirsiniz.

  • Her hareketli çocuğa halk arasında “hiperaktif” deniliyor. “Hiperaktif çocuk” ile “hareketli çocuk” “iç enerjisi yüksek çocuk” veya “sınırsız” diye tanımlanan çocuk birbirinden farklı mıdır?

Evet, kavram karışıklıkları birçok durumda yanlış yönlendirmelere yol açıyor. Ya yapılması gerekenler yapılmamış oluyor ya da yapılmaması gerekenler yapılıyor. Aslında bu tür tanılamaların bir tek amacı vardır; çocukların yaş özelliklerinin ya da problemlerinin onlara zarar vermesini önleyici çözümler üretmek. Etiketleme her ne kadar negatif bir durum olarak görünse de, etiketlemenin amacı çocuğun temel eğitim ve sosyal var olma haklarının korunmasını ve gelişiminin yolunda gitmesini sağlamaktır. Örneğin, okul sistemi içerisine öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği, hiperaktivite, koordinasyon bozukluğu gibi kavramları getirmemizin temel felsefesi, bu tanılar için üretilmiş çözüm yollarının okul ortamında kullanılmasıdır.

Dikkat eksikliği ve aşırı hareketliliğin tam ölçütlerinde birçok davranıştan söz edilebilir. Bu ölçütlerden yerinde duramama, kıpır kıpır olma, dalgınlık, hayallere kapılma gibi davranıştan hemen her çocukta değişik zamanlarda bir süreliğine görebilirsiniz. Tanı alacak düzeyde davranış sorunları varlığı anlamına gelen DEHB’de ise, dikkatin dağıldığı, dürtülerin kontrolünde zorlanıldığı ve kabul edilebilir sınırın üzerinde hareketliliğin belirgin sınırın görüldüğü bir durum söz konusudur. DEHB’yi sıradan bir hareketlilikten ya da dikkatsizlikten ayırt eden temel unsurlar; devamlı ve yaygın olması, uyanlara rağmen devam etmesi ya da çok az değişmesi, tek tek görüldüğünde anormal sayılmayacak davranışların hepsinin aynı zaman veya mekan dilimlerine sıkışmış biçimde bir arada olması ve kişinin akademik, sosyal ve bireysel gelişimine engel olmasıdır.

Bu nedenle sıradan dikkat dağınıklığının, her çocukta görülebilecek tipteki enerji fazlalığının ya da anne-babanın sınır koyamama probleminin otomatik olarak DEHB sayılması mümkün değildir. Diğer yandan biliyoruz ki, DEHB’si olan çocuklara sınır koymak çok daha zordur. Bu durumda sınır koyamamayı, durumun DEHB’nin nedeni olarak ortaya koyduğunuz zaman yanıltıcı olur. Sınır koyamama DEHB’nin bir sonucu da olabiliyor. İyi tedavi edilen DEHB durumlarında anne-babanın sınır koyma ya da çocuğuna uygun yaklaşabilme becerilerinde aldıkları eğitimlerle açıklanamayacak kadar süratli değişiklikler görebiliyoruz. DEHB’si olan çocukların bir bölümünün anne babalarının da sabır, konsantrasyon, dürtü kontrolü gibi konularda çocukluklarında ya da yetişkinlik dönemlerinde zorlanmış olabildiklerini unutmayalım. Dolayısıyla, kendisi sabırsız olan bir anne-babanın sabırsızlıkla karakterize bir problemi çocuğunda denetlemesi daha da zorlaşıyor. O yüzden burada biyolojik etkenlerle psikolojik etkenler birbirinin alternatifi değil, birbirini besleyen ve ortaklaşa biçimde sorunu büyüten faktörler olarak görüldüğünde sorunu doğru tanımlamak mümkün. Nörobiyolojik ve genetik geçişli bir sorun olarak tanımladığımız DEHB’li çocuk iki ayrı öğretmenin sınıfında farklı performans gösterebiliyor. Genetik ve nörobiyoloji çocuğun yapısını tarif eder, o yapıyı doğru anlama ve değerlendirme anne-babaların ve eğitimcilerin işidir.

Bu durumu farklı bir örnekle daha açıklamak isterim; Bir çocuğun anne babası boşanmış olsun. Çocukta bazı problemler görüldüğünde, “anne babası boşandığı için bu sorunlar yaşanıyor” denilir, ilk akla gelen açıklama budur. Oysa ki, her anne babası boşanan çocuk aynı şekilde davranmıyor. O zaman boşanmayı biz bir hastalık nedeni gibi değil de, daha çok bir problemi alevlendirici olarak görmeliyiz. Alevlendiriciler, tetikleyiciler gibi faktörler DEHB’yi anlamak için de çok önemlidir. Biraz dikkati dağınık olan ya da dersinin başında oturamayan her çocuğa böyle bir tanı koymadan önce problemin kapsamını, çapını ve ortaya çıktığı bağlamı anlamak ihtiyaçların karşılanması açısından ana araçtır. Tanı da, ihtiyaç tanımı için kullanılır, hiperaktif miyiz, değil miyiz sorusuna takılıp kalan aileler ve okullar öyle olduklarını ya da olmadıklarını ispat etmeye çalışmakla çocuğa zaman kaybettirebiliyorlar.

  • Dikkat eksikliği ve dürtüsellik her zaman bir arada görülür mü?

Dikkat eksikliğinin ağırlıkta olduğu bir grup DEHB tanılı çocuk var. Ancak, tanı konulan çocukların %60-65 gibi büyük bir kısmında ise, dikkat eksikliğine ek olarak dürtüsellik ve hiperaktivitenin karması görülüyor. Dürtüsellik genellikle saldırganlık, sabırsızlık veya aşın takıntılılık şeklinde de kendini gösterebilir. Dürtülerin kontrolü zor olduğunda ya kendi haline bırakırız (sabırsızlık ya da saldırganlıkta olduğu gibi) ya da aşırı noktalara varan bir kontrol çabasına gireriz (takıntılar gelişir). Çocuklarda görünür davranışın altında yatan mekanizmaları anlamak bu açıdan önemlidir. Problemin kendini ortaya koyuşu, yaşa ve cinsiyete göre de farklılık gösterebilir. Diyelim ki, altta yatan sorun kendinizi kontrol etmekte zorlanmanız olsun. Eğer kız çocuğu iseniz ve yaşınız büyükse daha çok takıntılı, gergin, kaygılı bir yapınız olabilir. 8-9 yaşlarında bir erkek çocuksanız, vuran-kıran, hoplayan-zıplayan, başkalarına zarar vermeyi önemsemeyen profilde davranış sorunları sergileyebilirsiniz. İkisinin de beyin dokularına bakılabilseydi, beynin işleyişi açısından aynı mekanizmada problemler görebilirdik. Fakat cinsiyet, yaş ve içinde bulunulan koşullara bağlı olarak problemin çehresi farklılaşmaktadır. Çok hareketli olmayan, unutkan, dalgın, uyuşuk diye tanımlanan çocuklar da, DEHB içindeki dikkat dağınıklığının ağır bastığı diğer alt grubu oluşturmaktadır. Bu çocuklara dürtüsel diyemeyiz, sadece dikkat dağınıklığı vardır diyebiliriz. Bu grupta dağınıklığın getirdiği bir davranış da, önüne ne çıkarsa ona takılmak, belli bir hedefi (takıntı düzeyinde olmadıkça) izlemekte zorlanmaktır.

Dikkat edilmesi gereken önemli nokta, aynı tanıyı alan çocuklarda semptom profiline göre farklı tedavi yöntemlerinin kullanılması gerektiğidir.

  • Bir çocuğun DEHB olmasında anne-baba tutumları etkili olabilir mi?

Anne-baba tutumları çocuğun gelişiminde çok önemli. Örneğin, saldırganlıkla ilgili yapılan bir araştırmaya göre, çocukların saldırganlık derecesinde, onların anne-babaları ile kurdukları ilişkinin yakınlığı veya uzaklığı belirleyici oluyor. Ancak aynı araştırma, çocuğun okuldaki saldırgan davranışlarında annesiyle ilişkisinin çok da etkili olmadığını gösteriyor. Evde anne ile çocuk arasındaki ilişkiyi düzeltmek yararlıdır ama bu, okuldaki sorunu çözmeyebilir. Burada şöyle bir gerçek de var; anne-babanın kendi arasındaki ve anne-baba ile çocuk arasındaki ilişki sağlıklıysa, ev ortamı huzurluysa, anne-baba beklentilerini netleştirebilmişse ve bu amaçlar için kendi sorumluluklarını üstlenmeye hazır iseler, genellikle problemlerin yaşama etkisini kontrol etmek mümkün. Gelişimin aksamasını önlemek mümkün. Bir sorun olduğunu kabul etmek, sorun çözmenin temel basamağı. Bu okul için de geçerli; okulun bu süreçte pasif bir rolü olamaz. Çocuğun eğitim hakkını kullanmasına aracılık eden okulların problem sayılan durumlarla ilgili olarak ‘uzman görüşü istemek’le sınırlı olmayan yükümlülükleri ve fazladan yapabilecekleri var.

Aksi halde, çocuğun görmezden gelinen ya da ilgisiz nedenlere bağlanan problemleri giderek şiddetleniyor. Bazen ailelere öneri veriyorum: “Biz onu yapmayalım, şunu yapalım” diyorlar. O zamanda ailenin sorunu çözmeye ne kadar niyetli olduğuna bakmak gerekiyor.

Dikkat sorunu biraz daha baş edilebilir bir sorun oluyor da, hiperaktivite biraz daha zorlayıcı olabiliyor. Çünkü hiperaktivite davranış sorunlarını da beraberinde getiriyor.

  • Davranış sorunlarım arttıran veya azaltan okula özgü faktörler var mıdır?

Tabii ki var. Sınıfların kalabalıklığı mesela… Öğrenci sayısı 22-24’den yukarı gittikçe problem çıkma olasılığı ve öğretmenin ortam üzerindeki denetimi zayıflar. Öğretmenin tutumu, uzlaşmaya açıklığı, çocuğun sınıfta oturduğu yer, sınıfta düzen bozucu davranışlara yatkın çocukların oranı (maksimum %10), ders saatlerinin yaşa uymayacak derecede uzunluğu, bitmek bilmez ödevler… Daha birçok etken çocuğu etkileyebilir. Okullar ihtiyaçları ortalamadan farklı olan (DEHB bu durumlardan sadece birisi) öğrencilere uygulanacak yöntemler konusunda bir plana sahip olmalıdır. Çocuk olumsuz herhangi bir davranış sergilediği zaman davranışının sonucunun ne olacağını bilmelidir. Her seferinde farklı bir tutum ile karşılaşarak şaşkınlık yaşamamalıdır.

Okulun denemeleri olabilir. İlk uygulamada doğruyu bulmak zorunda değilsiniz. Yanlış ya da doğru olsa da, bir plana sahip olunduğunda ve çocuklar bunun uygulandığını, kendilerine yardım edilmeye çalışıldığını gördüğünde çoğunlukla çok net bir şekilde değişiyorlar. Yeterince yapılandırılmamış ortamlarda, yaptırımların açık ve tutarlı olmadığı durumlarda davranış problemleri de çok artıyor.

Sınıf düzenini davranışları ile bozan çocukların bazen diğer çocuklara hedef gösterilmesi de sorun yaratıyor. Örneğin, öğretmen “Mehmet yüzünden biz ders yapamıyoruz çocuklar?” dediğinde çocuklar “Mehmet öğretmenimizi üzüyor ve bizim öğrenmemizi engelliyor” mesajını çıkararak Mehmet’e karşı olumsuz bir davranış içine girebilirler.

  • İlaç kullanımı önerildiğinde bazı aileler olumsuz tepki gösterebiliyor. Hem çocuktaki sorun çözülsün istiyorlar nem de ilaç konusunda endişe duyuyorlar. İlacın yan etkisi olabileceğini düşünüyorlar. Anne-babalar bu endişelerini nasıl aşabilirler? İlaç kullanımındaki kazanım ve yan etkiler nelerdir?

Kısa dönemde önemli bir rahatlamaya yol açan ilaç tedavilerinin etkisi geçici olduğu için ideal bir çözüm yolu sayılmazlar. Emniyetli gruptaki bir ilaç da olsa, DEHB’de tedavisinde kullanılan ilaçlar, her ilacın taşıdığı riskleri birçok başka ilaçtan daha az da olsa taşırlar. Yan etkileri ve riskleri için yapılacaklar vardır: Birinci şart, ilaç uzman bir kişinin düzenli gözetiminde verilmelidir. Riskler hakkında birçok bilgiyi aile ile paylaşırız ama bu risklerin oluşu onların yaşanacağı anlamına gelmiyor. Risk oranı, sağladığı kazanca ve diğer kullanılan ilaçlara göre oldukça düşük olduğu için ilaçlar tedavide dünyanın dört bir yanında kullanılıyor. Bazı ailelerde “acaba biz görevimizi eksik yapıyoruz da, görevi ilaçlara mı yaptırtıyoruz?” gibi bir kaygı oluyor. Burada yapılacak olan çok basittir: Aileye üzerine düşen görevleri yapması için olanaklar sunulmalıdır. Buna rağmen davranış hala devam ediyorsa ilaç tedavisine geçersiniz. İlaç tedavisinin etkisi geçici olsada ilacın kullanıldığı süreçte açılan pencereden yararlanarak eğitim ve terbiye anlamında aile çocuğun gelişimine daha çok katkıda bulunabilir. İlaç tedavisi daha önceden denenmiş ama sonuç vermemiş bu uygulamaların gerçekleştirilmesi için bir zemin yaratır.

  • “İlaç tek başına yeterli değil” diyorsunuz.

DEHB’nin tedavisinde ilaç kullanmadan sadece pedagojik ve psikolojik terapileri yaparsanız %50 civarında, sadece ilaç kullanırsanız %70 civarında, ikisini de kullanırsanız %80 civarında olumlu sonuç alırsınız. İlacın etkisinin geçici olması, bir anlamda çok da olumlu bir durumdur. Biz çocukta zaten ilaçla kalıcı etkiler oluşturmayı hedeflemiyoruz. Daha ziyade yağmur yağarken şemsiye açmak gibi. Şemsiye de geçicidir ama yağmur geçip bittiğinde ve şemsiyenizi kapattığınızda, ıslanmamış (zarara uğramamış) olursunuz. Nasıl olsa yağmur dinecek diye şemsiye açmamak pek akıllıca olmaz.

Tıpkı ilaç gerekliliği kanısı kesinleşip (iki ayrı doktordan fikir almak emin olmak isteyen ailelere tavsiyem) tedavi uygulanmadığında ya da eksik uygulandığında akademik ve sosyal öğrenmenin, psikolojik gelişimin en kritik değer taşıyan çağını davranış kontrolsüzlüğü, dalgınlık, şaşkınlık ve sabırsızlık gibi yaşamınızı zorlayan problemlerle ve bunlara bağlı olarak çevrenizden aldığınız negatif yansımalarla geçirmiş olursunuz. O dönemden elde etmeniz beklenen hiçbir gelişim kazancını elde etmeden geçip gitmiş olursunuz. Bu bir boşluk yaratır. Bu boşlukta uzun vadede depresyon, kaygı, olumsuz davranışlar ve alkol/madde kullanımına düşkünlük gibi problemler görülebilir.

DEHB’li çocukların sürekli uyarı almaları depresyona neden oluyor.

Çevreden aldıkları uyarıların dışında ya da sonucunda, kendini sürekli yetersiz hissetme, hiçbir işi kendi başına yapabileceğine inanmama gibi düşünceler depresyona neden olabiliyor. Çocuklar ele aldıkları işlerde, “istesem yaparım” gibi yorumlarda bulunuyorlar; ama ne yazık ki bu bir ‘erteleme’ davranışı aslında. Görünüşte özgüven işareti olarak yanlış yorumlanan bu sözler çocukların o güne değin başladıkları birçok şeyi bitirememiş olmalarının bir sonucu. O nedenle başlangıçlar problem oluyor. Kendilerinden beklentileri aşırı mükemmeliyetçilik ürünü, az emekle yapılamayacak düzeyde büyük hedefler. Gereken emeği göstermek için ihtiyaç duydukları motivasyonu ise başkalarından bekledikleri için hiç gelmeyecek bir motivasyonu bekler oluyorlar.

İstesem yaparım diyen gence şu sorulabilir: İstemediğin için mi üniversite sınavına hazırlanmıyorsun, istemediğin için mi ödevini yapmıyorsun, istemediğin için mi sınıfta her dersten uyarı alıyorsun? Aslında çocuğun yaşamında kontrol edemediği bir durum olduğunu anlaması, bunun tıpta bir problem olarak tanımlandığını bilmesi, bu problemle başa çıkmak için bazı yollar olduğunu duyması bile sorunlara teslimiyetçi ve inkarcı bakış açısını değiştirmeye yetebiliyor. Yapmanın isteyip istememekle bir ilgisi pek az; yaptıklarımız arasında isteyerek yaptıklarımızın oranını hesaplayalım, görebiliriz.

Ancak DEHB’li çocuk ve gençlerde ihtiyaçların farklılığı derken ne kastettiğimi biraz daha açayım. Beyin çalışmalarından gördüğümüz bir şey daha var: DEHB’li çocuklar ve ergenler zihinsel çaba gerektiren (zor gelen) bir işi yaparken, başka birinin aynı işleri yapmak için harcadığı beyinsel enerjinin en az 4-5 katını harcamak zorunda kalıyorlar. Bu nedenle birçok iş, DEHB’si olan çocuklar ve ergenler için herkes için olduğundan çok daha zor ve yorucu oluyor. O nedenle ne kadar uzak durabilirlerse, ne kadar kaçınabilirlerse o kadar ‘rahat’ ediyorlar. Çatışmaların çoğu bu noktada çıkıyor.

  • İlaç kaç yaşından itibaren kullanılabiliyor? Kullanımda üst yaş sınırı var mı?

İlaç kullanımında gerçek bir üst yaş sınırı yoktur. İhtiyaç olduğu sürece kullanılabilir. Genelde ilaç kullanıldığında 2 ila 3 yıl içinde temel sıkıntılarda bir hakimiyet sağlanır. İlacı kullandığınız süreçte sorunlar ortadan kalkarken, ilacı 3 yıl sonra bıraktığınızda tekrar aynı kökenli davranışları (örneğin, dikkatin ilgisiz alanlara kolayca kayabilmesi gibi) çocuk göstermeye başlayabilir. Ne oldu? İyileşme olmadı, ama sorunu bir süreliğine kontrol altında bulundurdunuz. Ergenlikte bu sorunlar bazen tekrar başlayabiliyor ve tedavi gerekebiliyor. Aradaki dönemi nasıl kullandınız, her şeyi ilaca devredip çocuğun kimseyi rahatsız etmeden oturması ile yetindinizse, eksik bir tedavi yaptınız anlamına gelir. Birçok ailenin düştüğü hata, ilaç tedavisi ile sağlanan fırsatı öğrenme ve gelişme amaçlı psikososyal ve akademik çalışmalarla (değişik gerekçelerle) desteklememek oluyor. O zaman da ilaç kullanımında pek de gerekli olmayan uzamalar oluyor.

  • 3-6 yaşlan arasında tanı konulabilir mi? İlaç kullanılabilir mi?

Tanı konulabilir, ama sorunlar çok şiddetli değil ise, bundan bir süreliğine kaçınırız. Çünkü tanı bazen çocuğa yarar sağlamaz, aksine çocuğu (özellikle okullarda) dışlayıcı etkiler doğurabilir. Doktor da, aile de tanısal telaffuzlardan kaçınma gereğini hissederler; yeter ki bu sorunun olmadığı anlamına alınmasın. Sorunlara tam koyduğunuzda belli bir gidişata ilişkin de belirleme yapmış oluyorsunuz; bazen benzer görünüşteki davranış problemleri (kaygı ile DEHB gibi) birbirinin tıpkısı problemler ortaya koyabilirler; bazen ikisi tek tek, bazen bir arada da olabilir. 3-6 yaş arasındaki DEHB davranışlarının karakteristikleri, agresyon, takıntılı davranışlar ve değişikliklere hassasiyettir (çocuğun derste farklı, gezide farklı olması gibi). Agresyon ve dürtüsellik çok küçük yaşlarda olursa sosyal muhakeme ve empati gelişimi ile ilgili sorunlar da çıkabilir. Empati sorunlarında, sosyal ilişkilerde bazı durumları doğru okuyamama söz konusu oluyor: Örneğin, karşınızdaki çocuğun sizin ona sarılmanızdan hoşlanmadığını anlaması 4 yaş civarında beklenir. Bunu kabullenmek hoşuna gitmese bile benim tercihim ile onun tercihi arasındaki ayrımı yapabilmek önemli bir sosyal adım.

Özelikle 3-6 yaş grubunda hem stresle baş etme becerilerini hem de başkalarını anlama ve başkalarına anlatma becerilerini geliştirmek gerekiyor. Bu noktada spor ve sanat içeren faaliyetler, oyun ağırlıklı psikoterapi etkili oluyor. Anne-baba tutumlarının bu yaş döneminde çok etkili olduğunu biliyoruz. İlaç tedavilerinin etkisinin 3-6 yaş döneminde daha sınırlı kaldığını gösteriyor.

  • “Hiperaktif Çocuk ve Ergen Okulda” kitabınızda belirttiğiniz gibi DEHB’si olan çocuklarda organizasyon becerisinin zayıf, çalışma alışkanlıklarının da yetersiz olabildiğini biliyoruz. Okuma-yazma konusunda da sıkıntılar yaşıyorlar. Davranış sorunları da gözlemlenebiliyor. Bu noktada yaşam hem anne-babalar hem öğrenci hem de öğretmenler için zor oluyor.
    Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Anne-babalar doktor değildir, tam koymak onların sorunu ve sorumluluğu olmamalıdır; ama çocuğunu anlamak, tanımak ve çocuğun özelliklerini bilmek çocuğa anne-babalık yapabilmek için çok önemlidir. Anne-baba olmanın okulu da yoktur; ama her anne-babanın çocuğunu yetiştirirken kültüründen edindiği ve kendi tarzıyla biçimlendirdiği değerlere ihtiyacı vardır.

Bizim çocuk yetiştirme konusundaki değerlerimiz nedir? Çocuğun toplumla uyumlu olmasını mı istiyoruz? Çocuğumuzun başkalarına zarar veren ve başkalarının haklarını önemsemeyen bir birey olmasını mı istiyoruz? “Benim işim var.” diyerek arabasını başkasının arabasının önüne park etmesini normal mi görüyoruz? Ya da hoşuna gitmeyen bir davranışı olan arkadaşına kalem batırmasını normal mi karşılıyoruz? Önemli olan, biz nasıl bir toplum ve bu topluma nasıl katkısı olan bir çocuk istiyoruz?

Örneğin, çocuk sınıfta ya da bir düzene göre faaliyet yapılan bir yerde oturması beklenen yere oturmaz, gider başka yere oturur; ya da kafeteryada sırasını beklemeyi gereksiz bulur, başka birisinin hakkını almayı ise uyanıklık olarak görür. Sanki günümüz toplumunda makbul ve geçerli davranışlar gösteren bir kişiyi tarif ediyormuşum gibi düşünen okurlarımız var ise, haklı olduklarını kabul etmeliyim. Ama hangi toplumda, nasıl bir toplumda diye sormalarını ve bir daha düşünmelerini rica ederim. Bu davranış kalıplarını birçok kişi “girişimci” ya da ‘kendi bildiğini yapan, özgür ruh’ olarak adlandırabilir. Girişimciliği bilmem ama özgürlük ancak kendine ve başkalarına karşı sorumluluk ile beraber olduğunda başıboşluktan ayırdedilebilir. Değerler derken meseleyi sadece kendimiz açısından ya da başkaları açısından değil, insan olmanın temel özellikleri açısından da değerlendirmeyi öneriyorum. DEHB anne-babanın bir değerler sistemine göre çocuklarını yetiştirmelerine engel olabilen, nörobiyolojik temeli bilinen aşırı davranışlar bütünüdür.

Aileler, yaşanan sorunun çözümünde sorumluluklarını üstlenmelidir. Sorumluluk, bir soruna çözüm aramaktır. Fakat genelde ya başkalarından yardım istenir ya başkalarına sorumlulukları hatırlatılır, hatta başkaları suçlanır. Ailelerin sık sık düştüğü hatalardan bir diğeri de, aşırı savunmacı olmalarıdır. Anne-babaların bu tutumlarında, okulların sıkıştırmaları ya da okulların sorumluluklarını üstlenmekte isteksiz olmaları da etkili olmaktadır. İnsanın çocuğu ile ilgili bir sorunu, bir eksiği fark etmesi ve kabullenmesi kolay değildir ama kabullenme geciktikçe problemin şiddeti artmakta ve kapsamı da genişlemektedir.

  • Televizyon ve bilgisayar kullanımının DEHB’ye etkisi nedir? Bu konuda araştırmalar var mıdır?

Yapılan araştırmalara göre, çocuk 3-6 yaş arasında ne kadar fazla televizyon izliyor ve bilgisayar kullanıyorsa, 7 yaş civarında yaşanan dikkat ve öğrenme sorunlarının arttığı görülüyor. Kaç paket sigara içiyorsanız, kanser olma riskiniz o kadar artması gibi. Bilgisayar, PS vb. oyununun ya da televizyon programının gerektirdiği dikkat; spot, anlık, 5-10 saniyelik, sıkılmaya fırsat vermeyen bir dikkat olduğu için, akademik ve sıkıntı yaratan, sonuca ulaşmak için ciddi emek gerektiren ortamlardaki dikkatten çok farklıdır.

  • Salt dikkat dağınıklığı olanlann işe odaklanmaları için neler yapılabilir?

Hem salt dikkat dağınıklığı olan çocuklarda hem de hiperaktif olup dikkat dağınıklığı ön planda olan çocuklarda zaman kavramı ile ilgili sıkıntılar vardır. Zaman yönetimini iş yaşamındaki kurslarla öğrenmeye çalışmaktansa çocuklukta bu beceriyi kazanmak yaşamda zaman kazandıracaktır.

Bu çocuklarda (ve yetişkinlerde) iş/ödev ve zaman ilişkisini düzenlemek hayatı kolaylaştırır. Bir ödevin/görevin küçük ve daha kolay yapılabilir parçalara bölünmesi önemli bir rahatlama sağlar. İş planı yapmak yani hangi zaman diliminde ne kadar işin gerçekleştirileceğini hesaplamak ve buna göre hareket etmesini sağlamak önemlidir. Hedef koymak kadar konulan hedefe nasıl ve hangi yollardan gidilebileceği hususunda yol göstermek işe yarayacaktır. Gerektiğinde hedefi değiştirmek ya da hedefe götürecek farklı yolları kullanmayı öğrenmek gibi bilişsel teknikleri, çocuklar anne-baba ile geçirilen zamanda veya oyun, spor gibi faaliyetlerdeki uygulamalardan öğrenebilirler. Aynı çalışmalar başkalarıyla uyum içinde hareket etmek, hedefe ulaşamadığında yaşanan üzüntüyü paylaşmak ve kayıplara dayanabilmek gibi toplumsal becerilerin gelişimine de olanak sağlar.

Röportaj:
Prof. Dr. Yankı Yazgan

Prof. Dr. Yankı Yazgan
Uzmanlık alanları çocuk/genç ve yetişkin psikiyatrisi olan Prof. Dr. Yankı Yazgan (1959), Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Profesör, Yale Child Study Center’da öğretim görevlisi olarak eğitim ve araştırma çalışmalarını sürdürmüştür. Klinik uygulamalarda ve bilimsel araştırmalarında odak alanlarını Dikkat Eksikliği/Hiperaktivite bozukluğu, otizm ve Tourette sendromunun tanılanması ve multimodal tedavilerinin uygulamaları oluşturmaktadır. Beyin bilimleri ve psikiyatri alanındaki bilgilerin herkes tarafından anlaşılmasını ve kullanılmasını amaçlayan yazı, kitap ve konuşmalarının yanı sıra çok sayıda ulusal ve uluslararası bilimsel makale ve kitap bölümü yazmıştır. Ayrıntılı bilgi için www.yankiyazgan.com veya www.facebook/yankiyazgancom’u inceleyebilirsiniz.