Bir bebek yeni doğduğunda, annesine ve çevresindekilere bağımlıdır. Bağlı değildir, bağımlıdır henüz. Belirli bir yaşta evden ayrıldığımız zaman yani kendi ailemizi kurduğumuz zaman artık ‘bağımsız’ bir birey oluruz. Tüm anne babaların yaşadığı bu sürece damgasını vuran konu, bağımlı olmaktan bağımsız olmaya geçiştir. Bu, özellikle anneler için son derece paradoksal içeriği olan bir süreçtir ve yıpratıcı olabilmektedir. Hayatta bir iki kez karşılaşılan bir durum değil, süregelen bir durumdur. Çoğu zaman da bu işi annelerin kotarması gerekir. İşin kendisi tabiatından ötürü ağırken, taşınan sorumluluk da ağırdır ve bu süreçte çıkan sorunlarda fatura da anneye çıkartılır. Üstelik başkalarının faturayı anneye çıkardığı gibi anne de kendisine çıkarır. Dolayısıyla ailedeki bireylerde ve aile içi ilişkilerde bir problem çıkmadan önce bu konuya dikkat göstermekte yarar var.
Çocuklar, içgüdüleriyle doğarlar. İçgüdü ise tanımı gereği sınır tanımaz. ‘Sınır’ kavramı ve ‘yaptırım’ yani kendilerine “Dur, hayır!” denmesi ise çocuklara göre sonradan öğrendiği durumlardır. Örneğin, yeni doğan bebek acıkır ve yiyecek bulmak için bağırmaya başlar. Bunu hayatta kalmak için içgüdüsel olarak yapar. Memeyi bulduğu anda susar. Biraz büyüdüğü zaman çocuk, karnı acıktığında çikolata istediğini söyler. Anne de “Hayır, şimdi olmaz. Birazdan yemek yiyeceğiz. Yemekten sonra çikolatanı yiyebilirsin.” der. Bu ne demektir? Çok erken dönemden itibaren çocuğa isteklerini ertelemeyi öğretmektir. Bunu hem çocuğun öğrenmesi, hem de anne babanın öğretmesi gerekiyor. Dolayısıyla, çocuğun ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra, çocuğa sınır koyabilmek, hayır diyebilmek, duyguları ve düşünceleri net ifade edebilme anne babanın görevleri arasında ilk sıralarda yer alır.
Olgunluk
Olgunluğun, literatürde iki tanımı vardır. Birincisi, ihtiyaçlarımızın ne olduğunun adını koyabilmek, ilerideki hedefler için gerçekçi adımlar atabilmek ve gerektiğinde isteklerimizi sarsılmadan erteleyebilmektir. İkincisi ise bu hedeflere ulaşabilmek için seçenekler ve beceriler geliştirmektir. Bu, aynı zamanda ‘olgunluğun’ görülebilir işaretidir ve temelinde istekleri erteleyebilmek yatar. Böylece bu bizi büyük ölçüde kurallar ve sınırlar meselesine getirir. Bu mesele çocukluk hem de ergenlik döneminde aile içinde en çok yaşanan sorunlar arasında yer alır. Ebeveyn ve çocuk ilişkisindeki bu temel güçlük terapi odasında , “Onu yapabilir; ancak şunu yapamaz” diyen ebeveynler ve “Ben artık büyüdüm, bana karışamazsınız! Özgürlüğümü elimden alıyorsunuz!” diyen gençler ile vücut bulur.
Her ailenin kendine özgü, kendine ait kuralları vardır. Ancak, ‘ailelerde sınırların olması’ evrenseldir. Bütün sistemlerde olduğu gibi ailelerde de hiyerarşi vardır. Hiyerarşi, nelerin yapılacağı ve yapılmayacağına dair kararları kimin aldığını gösteren bir kavramdır. Dolayısıyla da ailede ‘gücün’ kimde olduğunu da gösterir. ‘Güç’ ilişkinin tanımını yapan ve o ilişkiye yön veren kişiye işaret eder.
Anne baba çocuk ilişkisinde de bir hiyerarşi vardır. Burada, anne ya da baba veya her ikisi bu ilişkinin tanımını korurlar. Bu hiyerarşi bize roller verir. Bu ilişkide denge bozulacak olursa, aile bireylerinde ve aile içindeki ilişkilerde sorunlar ortaya çıkabilir. Klinik pratikte, ailelerde yaşanan sorunların büyük bir kısmının, bu hiyerarşinin bozulması ve rollerin karışması nedeniyle, ailede kimin, ne yapacağına ve ne zaman yapacağına karar vermede güçlükler olduğu görülür. Bunun da temeli sınırlar ve kurallarla ilgili sorunlara dayanır. Dolayısıyla bir ailede işlerin yürütebilmesi ve yolunda gidebilmesi için ilişkinin kurallarının ve sınırların olması gerekir.
Paradoks: Çocuğumu ne zaman serbest bırakacağım ne zaman kontrol altında tutacağım?
Kız çocuğu diskoya ya da şehir dışına gitmek için izin istediğinde evde kriz çıkmaması için bu sorunun yanıtlanması gerekiyor. Bu soruya yanıt verebilmenin yolu da bir ‘kriter oluşturmaktan’ geçmektedir. Burada, çocuğun ‘yaşı’ ve ‘zeka düzeyi’ önemli kriterler arasındadır. Bunları göz önünde bulundurarak diğer kriterlere göre sınırları ve kuralları çizebiliriz.
Ne zaman arkadaşına kalmaya yalnız gidebilir, hangi arkadaşında ne zaman kalabilir, ne zaman arkadaşlarıyla rahatça buluşur, bir yerde yemek yerler, sinemaya giderler ve akşam kaçta eve döner gibi konulara ‘çocuğumuzun geçmişteki performansına’ göre karar verebiliriz. Burada önemli olan nokta, çocuğun ihtiyaçlarını karşılarken sorumluluklarını da yerine getirebiliyor ve dengeyi sağlayabiliyor olmasıdır. Başka bir deyişle, tüm bunları yaparken kendisini ve ailesini zor duruma sokan davranışlar sergilemiyor olmalı. Dolayısıyla ebeveynler bu konularda sınır ve kuralları belirlerken, çocuğun ‘olgunluk düzey’inin isteklerini yapmasına izin verip vermediğine bakmalıdır.
Bir diğer kriter, ‘içinde yaşadığımız kültürel ortam’dır. Çocuğun, diskoteğe ya da kafeye gitmesine izin verilmiyor; çünkü ebeveynlerin zihninde bir yerde çocuğun içeceğine uyuşturucu atılabileceği kara senaryo bulunuyor. Dolayısıyla ebeveynler ile çocuk arasında bir ‘pazarlık’ başlıyor.
Burada, ebeveynlere, çocuklarının ileride tek başına üniversiteyi şehir dışında okurken ya da yüksek lisans için yurt dışına çıktığında karşılaşabileceği tehlikelerden kendisini korumayı şimdi öğrenmesi gerektiğini hatırlatmakta fayda vardır. Çocuğun adım atmayı ilk öğrendiği zamanlarda, başını sehpanın köşesine vurmasından çok endişelendiğini; ancak bir risk alıp elinden tutarak ona yürümesi için nasıl destek olduklarını anımsatmak da anlamlı olur.
Tekrar bugüne geldiğimizde, her iki tarafın da önceden belirlenen kuralı iyi anlamaları gerekiyor. Bir kural var ki, o da şu: “Genç, gece saat birde geleceğim dediğinde, gelecek. Saat birde geleceğim, deyip üçte gelirse ve bu süre içinde de telefonunu kapatırsa takip eden bir ay gece dışarı çıkamaz.” Bu kuralı önceden koyup, uygulamak gerekiyor. Çocuğumuzun duygusal olgunluğu, yaşı, zekâsı, içinde bulunduğumuz kültürel çevre ve özellikle geçmiş performansına göre belirlediğiniz kuralları oturttuğunuzda, anne baba çocuğa güvenebiliyor, çocuk da o güveni sarsmadığı sürece anne baba ve çocuk ilişkisi iyi gidebiliyor.
Kuralın uygulanmasında sıkıntılar ve aksaklıklar çıkıyorsa, ailenin kralı ve kraliçesi yani yöneticileri iyi iş yapmıyorlar demektir. Çocuklar hep kural çiğnemek ister, o ‘hayır’ı ve o ‘sınır’ı iyi koyabilmek ve yönetmek gerekir. Bu da ebeveynlerin görevidir. Ebeveynler buralarda zorlanıyorsa, yardım almalıdır.
Ne zaman psikoloğa başvurulmalıdır?
Yaşadığımız güçlükleri ikiye ayırabilmemiz gerekiyor. Birincisi, fazla çaba gerektirmeden zaman içinde yoluna giren güçlükler, hayatın normal güçlükleri. Örneğin, bir yakınımızın vefatından sonra bunun yasını tutmak normal bir hayat güçlüğüdür. İkincisi, bu olayın üzerinden çok uzun zaman geçmesine rağmen hayatın bu normal güçlüklerinden birinin hala aşılamaması durumudur. Başka bir deyişle, bir sıkıntı, makul bir sürede aşılmamış ve kronik hale gelmişse, sorun olmuş demektir. Ancak, bu kronik sorun günlük işlevselliği bozmadığı takdirde terapiste gitmek yine şart değildir. Dolayısıyla eğer bir problem uzun süredir devam ediyor ve kişiye güçlük yaşatıyorsa bir terapiste veya bir uzmana başvurmakta yarar vardır.
Bizim çocuk normal mi?
Çocuk veya yetişkin, herhangi bir insanın hayatı, üç ya da beş tane ayak üstüne oturur. Birinci ailemizdir, yani eşim ve çocuklarım. Burada bir sorun varsa hayatın bir ayağı aksar. İkincisi, işimizdir. Orada sorun olabilir. Üçüncüsü, sosyal ilişkilerimizdir, yani arkadaşlıklarımdır. Dördüncüsü, eğlence hayatımızdır. Beşincisi, sağlığımızdır. ‘Hayatımda bir sorun var mı, yok mu?’ dediğim zaman bakılacak yerler buralardır. Bazen bozuk bir bacak, ilerideki potansiyel problemin işaretçisidir.
Çocuklar için de durum benzerdir. Çocuğun, hayatında annesi, babası, (varsa) kardeşleri ve akrabaları ile ilişkisi vardır. İkincisi, okuldur, yani, çocuğun akademik performansı. Üçüncüsü, arkadaşlık ilişkileridir. Bu önemlidir; çünkü çok erken yaşlarda kurulan sağlam sosyal ilişkiler belli becerilerin de geliştiğini gösterir. Dördüncü ayak, eğlence hayatıdır. Çocuğun da eğlence hayatının nasıl gittiği önemlidir. Beşinci ayak sağlıktır. Çocuğumuz sağlığına bakıyor mu, kendi sağlığına bakacak becerileri öğreniyor mu, yemesi, içmesi uykusu vs. gibi konulara dikkat edebiliyor mu? gibi soruların yanıtları bu başlığı doldurur.
‘Çocuğumuz için her şey yolunda mı yoksa anormal bir durum var mı?’ sorusunun cevabı için bu beş alana dikkat edilmelidir. Buralarda, hayatın normal güçlükleri mi yoksa kalıcı hale gelmiş kronik sorunlar mı var, diye bakılır ve karar verilir. Güçlük yaşanan özel alanlar saptanırsa, bunlar üzerine çocuk ve aile ile terapötik çalışmalar yapılır.
Yazan:
Emre Konuk
Uzman Psikolog
Türkiye’de verdiği eğitimler ve yetiştirdiği psikoterapistlerle psikolojik terapi mesleğinin gelişmesine katkıda bulunacak DBE Davranış Bilimleri Ensititüsü’nü kurdu. Bu kuruluşta, yetiştirdiği geniş psikolog kadrosu ve kurumsal danışmanlarla, çocuk ve ergen, yetişkin ve aile bölümlerinde bireysel psikolojik terapi, kurumsal gelişim merkezinde de kurumlara danışmanlık hizmeti verilmektedir.