Evimiz, Kökenlerimiz, Biz

İnsanlar, kendilerinden önce yaşamış olan başka insanların duyguları, travmaları ve deneyimlerinden etkilenir. Türk dilinin incelikli atasözlerinden “Dedesi koruk yemiş, torununun dişi kamaşmış.” atasözü bir yönüyle kültürün taşıyıcısı bir yönüyle de önemli kadim bir bilgiyi taşımakta gibidir. Bu atasözünden yola çıkıldığında, hiç tanışılmamış olsa dahi atalarına ait bir deneyimi kişinin bugünkü yaşantısını etkileyebilir. Atalarından miras kalan olumlu ve olumsuz tüm deneyimler sinir sistemi aracılığıyla bireye aktarılır. Doğada da bu etkileşim gözlemlenebilir. Bir metafor üzerinden gidecek olursak ormandaki ağaçlar birbirinden bağımsız ve ayrı görünseler de kökleri aracılığıyla derinlerde birbirlerine bağlıdırlar. Bu bağ sayesinde kaynaklarını paylaşır ve alışveriş yaparlar. (ekolojibirligi.org, 2018) Doğadan hareketle bakıldığında, insanların da birbirleriyle görünmeyen ağlar paylaştığını söylemek mümkün olur. İnsan, yalnız ve hür bir ağaç gibi düşünülse de daha derinlere doğru uzanan kökleri aracılığıyla o ormandaki diğer ağaçlarla bağlantılıdır. Üstelik şaşırtıcı bir şekilde sadece kendi ailesinden olan ağaçlarla bağlantı kurmaz. Bütüncül bir etkileşimle ait olduğu tüm ormanın ruhsallığını ve bilgisini miras almaktadır.

Bilimsel olarak masaya yatırılan genetik faktörler, bireylerin önceki nesillerden izler taşıdığını öne sürer. Bu genetik geçişlilik çoğu zaman bilimsel bir dayanak ihtiyacı oluşturmadan sosyal çevre tarafından bireye, “gözleri nenesinden, boyu posu dedesinden” gibi yorumları beraberinde getirir. Bu biraz da bireyi ormanın bir parçası  kılma töreni gibidir. Bireyin aile bireyleriyle olan benzerliği bir yönüyle o aileye ait olmasının bir göstergesidir. Başka bir açıdan da “bilindik ve tanıdık” olması bireyi anlama, etkileme, onunla ilişkiyi sürdürme konusunda rahatlatıcıdır. Bunun nedeni bilinmeyen ve/veya aykırı olanın, gruptaki diğer fertler için endişe verici olmasıdır. Belki de olabildiğince benzer olmak bu açıdan da önem taşımaktadır.

Fiziksel ve genetik olan bir yana psikolojik durumların, sosyal tutumların ve deneyimlerin sonraki kuşaklarda kendini göstermesi bir miktar dışlanan bir konudur. Bunun olası iki nedeni olduğunu söylenebilir. İlki ruhsal olarak kişinin biricik olduğunu bilmeye duyduğu ihtiyaçtır. İkinci nedense insanın akla, mantığa yani nesnel olana dayanma ihtiyacıdır.

İlk nedene yakından bakacak olursak, insanın kendini gerçekleştirme ideali onu özgün ve kendine has olmaya doğru yönlendirir. Ruhsal dayanıklılığın, tutkuların, çatışmaların bir başkasından etkilendiğini düşünmek kendi özgünlüğümüzü söndürür. Özgün olunamadığında özgür de olunamaz. Özgün olmak ve özgürlük duygusu, kendini gerçekleştirme idealinin besleyici takviyeleridir. Ayrıca kişiye has deneyimlerin önünü açtığı düşünülebilir. Bu bireye has deneyimler, yaşamın zorlukları karşısında bağışıklığı güçlendirir. Dolayısıyla da insan, kendi özgün kararlarından ve iradesinden kaynaklı yaraları onarmakta ya da belki hiç değilse onları tanımakta ve kabullenmekte daha rahat hisseder. Özgürleştikçe yaşamın daha çekici bir hafifliğe taşındığı da söylenebilir.

Nesnel olana dayanma ihtiyacına bakıldığındaysa ruhsal bir aktarım ve daha önce yaşamış aile bireylerinden kişiye miras kalan deneyimler ve duygular olduğunu düşünmek gözlemlenmesi oldukça zor bir durumdur. Fiziksel olarak benzerliğin verdiği netliğin aksine burası bir parça daha belirsizdir.

Psikogenetik ve Kalıtsal Aile Aktarımları

Psikogenetik, anne baba arasındaki ilişkinin bireye nasıl aktarıldığıyla ilgili çalışan özel bir alandır. Psikogenetik yaklaşıma göre, anne baba ya da bakım veren diğer insanların tutum, düşünce ve eylemleri kişiyi etkiler. Bu yorumu bir basamak daha ileriye taşıyan kuramcılar, çok önce yaşamış, belki de hiç tanışılmayan aile bireylerinin de bireye kalıtsal bir miras bıraktığını öne sürerler.

Psikogenetik kuramcılar, insan nesillerini gözlemlemenin uzun yıllar gerektirmesi nedeniyle ilk çalışmalarını fareler üzerinde gerçekleştirmiştir. Fare ve insan DNA’ sının benzerliği ve farelerin çok hızlı üreyebilen canlılar olması bu deneyler için farelerin tercih edilmesini sağlamıştır. Bu deneysel çalışmalara göre; bir grup fareye belirgin bir koku verilmiş bu kokunun hemen ardından da bir şok yaşatılmıştır. Başka bir deneyde farelere bir ses dinletilmiş ve ardından kafesteki yiyecek ödülü bir mekanizma yardımıyla ellerinden alınmıştır. Ceza ve mahrum edilmeyle sonuçlanan bu deneylerde, farelerin ceza ya da mahrum kalma durumunu yaratan ilk uyaranlara (koku ve siren sesi) nasıl tepki verdikleri üzerine gözlemler yapılmıştır. Deneylerde kullanılan ata fareler, onlardan üreyen yavru fareler ve daha sonra da yavru farelerden üreyen diğer yavrular olmak üzere genellikle üç nesil gözlemlenmiştir. Bu kuşaklardan ikinci ve üçüncüsünde -deneye hiç alınmamış olanlarda- atalarının deneyimlediği deneyin koşulları tekrarlanmıştır. Yavru fareler, siren sesinden sonra yiyeceklerini kaybetme deneyimini hiç yaşamamış olsalar bile, yiyeceklerini kaybedeceklerini öngörebilmiştir. Benzer şekilde atalarına verilen koku, kafeslere yayıldığında bir şok beklentisiyle tepki vermeye başlamışlar ve stres davranışı göstermişlerdir. Bu deneysel çalışmalar, ataların sinir sisteminde kayıtlı olan bilgileri, özellikle de hayatta kalma ile ilişkili olan cezadan kaçma ve beslenme gibi, sonraki nesillere aktardıklarını ortaya koymuştur. (Wolynn, M, 2020)

Psikogenetik; nesilleri daha kısa sürede gözlemlemenin mümkün olduğu hayvan gözlemlerinden hareketle insanlar üzerine daha fazla bilgiye ulaşmayı amaçlar. Bu yolla insanların hiç tanışmadıkları, kendilerinden yıllar önce yaşamış aile bireyleriyle olan bağlantılarını ortaya koymayı hedefler. Psikogenetik, bireyin bir fetüs olarak yolculuğa çıkmadan çok önce anne baba ve diğer tüm ataların hissettikleri başarı ya da başarısızlık duygularının, yaşadıkları travmaların, geliştirdikleri baş etme yöntemlerinin ve ilişki kurma biçimlerinin aktarıldığını ileri süren bir modeldir. Bu aktarım bilinçli olmayan bir şekilde gerçekleşir. Bu bakış açısına göre, çözülemeyen sırlar sonraki nesillerin hayatına adeta sızmaktadır. (Wolynn, M, 2020)

Psikogenetik bakış açısının tüm bu önermelerine yakından bakarken her insanı kendi hikâyesiyle bağlantı kurmaya davet eden ve farklı çağrışımlar uyandıran sorular akla gelir:

Kuşaklar arası aktarımın izlerini nerede aramak gerekir?

Psikogenetik, aile öykülerini önemser. En temelde, bireye kendi hikâyesinin aslında kendisiyle başlamadığını söylemektedir. Bu yolla kendisinden önce yaşamış atalarının deneyimlerinin bugünü etkileyebileceğini, atalar tarafından çözülemeyen deneyimlerin sonraki nesillere kafa karışıklığı ve dikkat sorunları getirebileceğini ileri sürer. Aile öykülerinde haksızlıklar, suçluluklar, yanlış anlamalar olduğunda takip eden kuşakların kendilerini yakın hissettikleri temalar da bunlar olabilir.

Her insanın yaşama yeni bir sayfayla başladığını düşünsek de aslında insan tüm özgür iradesi ve sorumluluğuyla seçtiği yolların, öncekilerin arzularından etkilendiğini fark etmeye başlar. Belki de kimi bireyler için sürekli koşturma, yetişme, tamamlama ihtiyaçları salt kendi benliğinin talepleri gibi değil de sanki görünmez bir otoritenin takdirini kazanmak içindir.

Kalıtsal mirasın kaygılarla kendini görünür kıldığı düşünülür.  Gerçekliği olmayan ama sıkı sıkıya tutunduğu kaygıları üzerine düşünen birey, tüm içtenliğiyle bunu geride bırakmayı dilese de buna engel olan bir şeyler vardır. Aile öyküleri burada uyanır: Bireyin gösterdiği bir kaygı tepkisi, o kökten başka birinin gerçek deneyimine dayalı izler taşıyabilir. Ormanda bir ağaç yanarsa, tüm orman bundan haberdar olur. Belki de bu alarm ve yatışmayan ataklar, farklı bir kuşakta yaşanan bir yangının bugüne dek tüten ve henüz dindirilmemiş dumanlarıdır.

Eğer aktarılan izleri/bilgileri bir şekilde fark etmek mümkünse, sonraki adımda ne yapılmalıdır?

Nesilden nesle aktarım yoluyla gelen ve ifade bulamadığı için sistemde sıkışıp kalmış bir bilgi, bir rahatsızlık, bir sağlık sorunu ifade bulacağı bir kanala ulaşabilme fırsatı bulduğunda sistem kendini onarmaya başlar. Bu onarım işlevi sayesinde sadece onarım niyetinde olan bireyin öyküsü değil, atalarının çatışmalı deneyimleri de rahatlatır.  Bu yolla, ailenin öyküsü tekrar oluşmaya başlar, gelecek kuşaklara onarılmış yeni bir hikâye ile devamı sağlanır.

Kalıtsal mirası reddetmek mümkün müdür?

İnsan, kendi yaşamının sorumluluğunu almak isteyen bir canlıdır. Başkalarının verdiği kararların, yaptıkları tercihlerin kendi hayatına etki ediyor olması, hemen ikna olacağı bir durum değildir. Üstelik bu başkalarının, belki de hiç tanımadığı, karşılaşmadığı ve ancak aile fotoğraflarından bildiği kişiler olduğu düşünülürse… Bununla birlikte kişinin kalıtsal mirası, onun da kendi sistemiyle aktarabileceği bir mirastır. Kendisine aktarılanları kontrol edemediği gibi kendisinden sonra gelecek olanlara aktaracaklarını da kontrol etmek zordur. Tüm anne babalar çocuklarına sağlıklı bir aktarım yapmayı diler, bu aktarımı kolay kılan şey de yavrulara adanan sevgi ve şefkattir. Dolayısıyla anne-baba daha sağlıklı, dengede ve farkında bir aktarımın parçası olmaya gönüllüdür.

Aile travmalarını reddetmenin en güzel yolu belki de onları kabullenmektir. Kabullendikçe kişinin yaşam öyküsü bundan etkilenir. Onaylanmayan her şey insan ruhsallığında baskılanır ve daha derinlere doğru itilir. Bilginin özgürleşmesi için, tam olarak yüzeye doğru daveti gereklidir: Anlamak, fark etmek, şefkat göstermek, affetmek. Kabul edilmesi çok zor olan bir öykü (büyük bir suç işleme vb. gibi) fark edilerek ve affedilerek ailenin öyküsünde yeniden yorumlanabilir, iyileştirilebilir.

Hastalık ve sağlığın döngüsü nedir?

Birey, deneyimleri aracılığıyla öğrenen ve gelişme gösterendir. Başlangıçtaki örneğe dönecek olursak, birey hem bir ağaç olarak bireysel anlamda hem de bir orman olarak kollektif anlamda çeşitli deneyimler edinir. Deneyimler, insan ruhsallığında bir ize, bir duyguya yol açar. Deneyimler yalnızca duygusal dünyada değil bedende de kodlanır: Haz, enerji, acı gibi… Ruhsal ya da bedensel olsun bu deneyimlerin her biri birer “bilgidir”. Hastalığın ve sağlığın miras döngüsü bu bilginin bireyde canlanmasıyla başlar. Bilginin tanımı kullanıldığı alana ve bakış açılarına göre değişiklik göstermektedir. Bu metinde kullanılan bilgi tanımı, “bireyin hayatında anlamlandırması gereken şeyler konusunda bir hareket başlatan, kendi yaşam deneyimleri hakkında anlayış geliştirmeye yönlendiren ve çözümlemesi gereken konularda farkındalığı doğuran şeklinde” olacaktır. (Ozan Partal, 2022)

Bu bakış açısı, hasta olma deneyimini bireyin ruhsal ve bedensel olarak fark etmesi gereken yaşam öğretileriyle yakından ilişkili olduğunu söyler. Buradan hareketle kimi bedensel yakınmaların kökeninde ne türden bilgiler ve acılar olduğuna dikkat çeker. Kişinin deneyimlediği bedensel/ ruhsal zorluklar karşısında hastalığın altta yatan öyküsüne bakmak bu nedenle önem kazanır.

Kuşaklar Arası Sağlığı Yaratmak

Bir bilgi olarak ele alınan ruhsal/bedensel zorlanma belirtileri, bireye kazandırmayı hedeflediği öğretiyi tamamladıktan sonra sistemden ayrılır. Acı, hastalık ya da bilgi anlaşılmadan sistemi terk edemez. Sağlık, bu açıdan bakıldığında, bireyin yaşam deneyimini fark etmesi, bilgiyi alması, öğretiyi tamamlamasıdır. Aksiliklerin çözüleceğine dair inanç, hastalık belirtilerinin verdiği yaşamsal öğretiyi kabullenme ve kendini onarmaya dair taşıdığı güç bireyin sağlığını kurması noktasında önemlidir.

Kendi sağlığını inşa etmeye başlayan birey, kendisinden sonrakilerin de “sağlık” karnelerini doldurmaya başlar. Anne ve babadan aktarılan enerjiyle sinir sistemlerinde kodlanan bilgiler, çocuk için genel sağlığı açısından önemlidir. Anne ve babanın bedensel ve ruhsal olarak iyi oluş hali bebeğin temel kalıtsal mirası açısından kıymetlidir. Bireyin sağlık durumu, o henüz dünyaya gelmeden önce onu etkilemeye başlar. Sağlıklı beslenme, sigara kullanımına son verme, bebek yararına vitaminler kullanma gibi bazı önlemler ve takviyeler hamilelik esnasında değil, hamilelik öncesinde uygulamaya alınır. Henüz fiziksel olarak var olmadan önce bile bebek, anne babasının bedensel ve ruhsal sağlığından etkilenir.

Aile mirası, ailenin kalıtsal hastalıklarını, endişe, korku, kaygı gibi ifade bulamamış duygularını, onları keşfetmek yoluyla ailenin sinir sisteminden uğurlamaya hazır olacaktır. Bireyin doğal davranış repertuvarında o ana dek neden ve niçin yaptığını bilemediği ve sürekli tekrarlayan davranış ve tutumlar anlam bulmaya başlayacaktır. Kişisel olarak bireyin kendi hayatında değiştirmesi, anlayış geliştirmesi, çözümlemesi gerekenleri fark etmesi ve tüm bu gelişimi kucaklayabilmesi nesiller boyunca aktaracağı sağlıklı aile sistemini kurmasına fırsat verecektir.

Sağlığa Giden Yol İçin Öneriler

Sağlığı yaratırken rutinleri gözden geçirmek ve olumlu alışkanlıklar kazanmak kolaylaştırıcıdır. Bu yeni olumlu rutinler bireysel ya da ailece eşlik edilecek şekilde kurgulanabilir.

Bireyin pozitif bir ruh hali ve sağlıklı işleyen düşünme süreçleri ortaya koyabilmesi için fiziksel olarak kendi bedeniyle olumlu bir ilişki kurması ve iyi hissetmesi önemlidir. Bedenin spontan ve ritmik salınımları hormonal yapıları da pozitif etkiler. Tempolu yürüyüşler, dans etmek, spor yapmak bu konuda yardımcı olabilir.

Şehir hayatı, kalabalık iş ağları ve sürekli aktif olmayı gerektiren iş dağılımları varsa kişisel, telaşsız, küçük molalar yaratılabilir. Sesli notlar kaydetmek ya da geleneksel tarzda günlük tutmak, yeşille temas kurmaya elverişli park ya da orman gezileri bu konuda rahatlatıcıdır. Hem fiziksel hem de ruhsal sağlık için açlık düzenlerini değiştirerek beslenme planlamaları yapmak, tüketim alışkanlıklarını gözden geçirmek, üretkenliği teşvik eden kişilerle bir arada bulunmak ve pozitif hareket kazandıran motivasyonlar belirlemek yeni rutinler içinde yer alabilir.

Fazlaca depolanan her şey daha önemli olan başka şeylerin yerini işgal eder. Ev, ofis, dolap hatta dijital bellekleri sadeleştirmek yardımcıdır. Eşyayı sadeleştirirken ilişkiye alan kazanmak, birliktelik duygusu yaratmak, ailenin parçası hissetmek, duygu ve düşünce alışverişleri yapmak oldukça değerlidir.

Son Söz

Albert Einstein’ın da dediği gibi insanın bir bütünün parçası olduğunu hatırlamaya ihtiyacı vardır. Tek başına ve yapayalnız olduğu düşüncesi birey için bunu fark etmeyi zorlaştırır. Öyleyse insana düşen, bilincine getirebildiği kadarıyla kendisinden önce yaşanan anı, deneyimi ve travmaları anlamaktır. Böylece kader olarak gördüğü şeyin aslında hayatın döngüleri olduğunu anlamasıdır. Bu deneyimlerin bugünkü hayatını, kabul ve inanışlarını ne yönde etkilediğine dikkat vermektir. Kişinin bir partner ilişkisi ya da anne / baba çocuk ilişkisinde kendisine düşen rolün aslında nereden köklendiğini bilerek kendisini yakalamasıdır. Kendi hikâyesinden önce başka hikâyelerin olduğunu, aile öykülerinin kendi hikâyesi için bir önsöz olduğunu fark edebilmesidir. Çünkü her şeyin hem başladığı hem de sonunda tekrar dönerek toplanacağı yer orasıdır: evimiz, kökenlerimiz, biz…

Yazan:
Merve Aysun Ceylan
Psikolog

Kaynakça

“Bilgi.” Wikipedia, The Free Encyclopedia.  20.45, 16 Aralık 2021. Wikimedia Foundation, Inc.

Svagito R. Liebermeister (2009). Sevginin Kökleri.  (Çev. F. Gürsoy). İstanbul: Butik Yayıncılık.  (Orijinal yayın tarihi, 2006)

Wolynn, M. (2020). Seninle Başlamadı – Kalıtsal Aile Travmalarının Kim Olduğumuza Etkileri ve Sorunların Üstesinden Gelmenin Yolları. (Çev. M. Madenoğlu). İstanbul: Sola Unitas.  (Orijinal yayın tarihi, 2016)

İnternet alıntısı, “Ağaçlar Birbirinden Bağımsız Değil, İlişki İçindedir”, (2018, 2 Temmuz) https://ekolojibirligi.org/agaclar-birbirinden-bagimsiz-degil-iliski-icindedir/ adresinden 08 Nisan 2022 tarihinde alınmıştır.