Haset ve Rekabet: Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan

İnsanoğlu çoğu zaman elinde olmayanın arzusu ile hareket eder, onun peşine düşer. Bazen de sahip olduklarını kaybetme korkusu yaşar. Bu iki durum birbiri ile bağlantılı olan haset ve kıskançlık duygularının yaşanmasına neden olur. Bu duygular, her ne kadar keskin ve yıkıcı yönleriyle kişileri zorluğa düşürüyor olsa da, kıskançlık, haset ve rekabet acaba ivme kazandıran bir duygulanıma, bir ilham kaynağına da dönüşebilir mi? Haset aslında ulaşılamayan bir has(ret) mi? Kıskançlık her insanda var olan doğal bir duygu mu?

Tüm bu kavramların açılımlarını ve haset, kıskançlık ve rekabetin bireysel nedenlerini, toplumsal cinsiyet rollerindeki farklılıklarını, bilinçli ve bilinçaltı savunmalarını tanımlayarak onları daha anlaşılır halde bizlere sunan Sayın Danışman Psikolog Leyla NAVARO ile sizler için bir röportaj gerçekleştirdik. Sayın Navaro’ nun “Haset ve Rekabet: Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan” adlı kitabını ve gerçekleştirdiğimiz röportajı keyifle okumanız dileğiyle…

  • Haset ve kıskançlık arasında bir ayrım var mıdır?

Haset kendinde olmayanı veya bir başkasında olanı elde etme arzusudur. Kıskançlık ise elde edilmiş olanı kaybetmeme isteğidir. Haset eksiklikle tanımlanır, yani gerçek ya da hayali bir eksikliği simgeler. Kıskançlık ise kayıp korkusuyla devreye girer.

Çocukluktan itibaren, ikinci bir çocuğun, anneyle olan biriciklik ilişkisine dâhil olarak diğer çocukta kıskançlık duyguları uyandırması gibi, romantik ilişkilerde de bir üçüncü kişinin devreye girerek biricikliği tehlikeye düşürmesi kıskançlığın nedeni olur. Biriciklik konumunu tehdit eden ve romantiklik içermeyen ilişkilerde de, örneğin öğretmenin gözdesiyken ya da işyerinde özel pozisyon, statü sahibiyken bir başkasının devreye girerek bu pozisyonları tehlikeye düşürmesi kıskançlığın uyanmasına neden olabilir. Kıskançlık üçlü ilişkilerde yaşanır, yani var olan ilişkiye bir üçüncü kişi dâhil olduğunda ortaya çıkar. Buna karşı haset ikili ilişkiler içinde yaşanır, bir başkasında olanı hırsla arzu etme üzerine kuruludur. Sonuçta haset, “Ben bunu istiyorum.” der; kıskançlıksa “Elde ettiğimi ya da bana ait olanı geri istiyorum.” der.

  • Kadın ve erkek haset ve rekabeti nasıl yaşıyor? Cinsiyetler açısından bir farklılık söz konusu mu?

Bu duygular hem kadınlar hem de erkekler tarafından sıklıkla yaşansa da, haset, kıskançlık ve rekabetin neden olduğu öldürme, yaralama gibi saldırgan tutumlar daha çok erkekler tarafından hayata geçiriliyor. Kadınlar bu eylemleri açıkça yapamadığı için dolaylı yollarla intikam alıyorlar. Yani erkekler öldürüyor kadınlar ise zehirliyor. Kadınlar saldırganlığı; iletişimi kesme, ayağını kaydırma, dışlama, sevgi ve yakınlığı esirgeme, işyerinde saldırganlık, mesafe koyma gibi dolaylı davranışlarla ortaya koyuyorlar.

Kadınlara kıyasla erkekler rekabet etmeye karşı daha idmanlıdır. Erkekler rekabet içerikli oyunlar oynarken kendi aralarında şakalaşarak, hem kazanan hem de kaybedenle dalga geçerek ve birbirlerine takılarak sıkça eğlenirler. Oysa kazan kaybet idmanına alışmamış olan kadın için rakiplerini yenmek ve kazanmanın hazzını sonuna kadar yaşamak daha zorlayıcıdır. Kadın, özellikle haset ve rekabetin haşin tepkilerine maruz kalmamak ve ilişkilerinin bozulmasını da göze alamadığından rekabetten kaçar.

  • Haset ve rekabet duyguları kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Bu duyguları yoğunlaştıran faktörler neler?

Haset, kıskançlık ve rekabetin birincil tetikleyicisi kıyastır. Sürekli eksikliğin konuşulduğu, kıyasın yapıldığı evlerde bu duygular öyle çok dile getirilir ki çocuklarda öğrenilmiş kıskançlık, haset ve rekabet oluşur. Örneğin, “Kardeşinin notları daha iyi, senden daha başarılı, o beni hiç üzmüyor.” gibi ifadeler ya da çocuk sınav sonucunu öğrenip eve geldiğinde “Peki, sınıfta kaçıncı oldun? Arkadaşın kaç aldı?” gibi sorular hem haseti hem de kıskançlığı kışkırtır. Kıyasın bulunmadığı yerlerde, bu gibi duygular daha soluk yaşanır.

Kişi kıyasta karşısındakini daha donanımlı gibi algıladığında kendini küçük düşmüş, ezik veya aşağılanmış hisseder ve bundan utanç duyar. Haset ve kıskançlığın en can alıcı noktası da işte bu eksikliktir. Kıyas nedeniyle eziklik ve küçük düşmüşlük o denli can yakıcıdır ki, kişi bu duygulardan kurtulmak ya da çektirilen acının intikamını almak için, karşısındakine benzer düzeyde acı çektirme, onun canını yakma veya onu yok etme isteği duyar. Kıyas ve hasetin tetiklendiği en içgüdüsel dürtü yok etme arzusu ve intikamdır.

  • Haset ve rekabet duygusunu bazı kişiler daha fazla yaşıyor olabilir mi?

Özellikle narsistik kişilik yapılanmasında haset ve kıskançlık çok yüksek düzeyde yaşanır. Bunun temel nedeni kişideki özgüven eksikliğidir. Özgüven ne kadar az ise haset o kadar yüksektir. Özgüven inşa edilmeye başlayınca hasetin etkisi azalır. Kendine inanan, güvenen kişi bir başkasını sorgulamaz, onun ne yaptığıyla ilgilenmez. Bu doluluk ve doyumla ilgilidir. Eğer kişi hayatından memnunsa, sahip olduklarına şükrediyorsa başkalarının ne yaptığına bakma ihtiyacı hissetmez. Oysaki hayattan memnun olamayan, ruhsal olarak doyum sağlayamayan kişiler ne yaparlarsa yapsınlar, başkalarının yaptığı onlara daha güzel görünür.

  • Haset ve rekabetin yaşanmaması mümkün müdür? Haset aslında gizli bir has(r)et olabilir mi?

Haset ve arzu iç içe, kucak kucağadır. Bu ikili dolunayın karanlık ve aydınlık yüzleri gibidir. Haset arka ve karanlık yüzü simgelerse, arzu da parlak ve çekici yüzü temsil eder. Hasetin insanı harekete geçiren, kışkırtan, yaşam ve mücadeleye iten bir gücü vardır. Haset, bir başkasında olanı görüp kendinde olmayanı telafi etme, karşısındaki ile eşit olma ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç bir hasrete dönüşebilir. Karşısındakinin temsil ettiği başarı, sosyal statü, varlık, ilişki vb. kişide haset uyandırırken, aslında bunların kişisel bir hasret olduğunu bilmek önemli bir dönüşüm işaretidir. Yani hasetin aslında neyi temsil ettiğini anlayabilir, haset ettiğimiz kişinin aslında nesini arzu ettiğimizi kavrayabilirsek o zaman enerjimizi haset ettiğimiz kişiden sıyırıp arzu ettiğimiz amaca, yani hasretimizi gerçekleştirmeye yönelik düşünce ve eylemlere çevirebiliriz. Haset konusunda bilinçlenmek, hasetin bir hasret mesajı olabileceğini anlamak, haset duygusunun enerjisini daha bilinçli ve yapıcı yollarda kullanmaya yardımcı olabilir.

  • Haset kişilerin duygusal dünyasını, ilişkilerini nasıl etkiliyor?

Haset duyan kişi kronik olarak kızgındır, herkese kızar ve çabuk alevlenir. Aslında iç dünyasında üzgün, kırgın olsa da, bu duyguları kızgınlıkla örter. Kronik haset duyan kişi kendini hep haklı gösteren bir öfke ve saldırganlık yaşar.

Hasetin insanların ilişkilerine çeşitli şekillerde yansıdığını görüyoruz. Öfkeli davranma, küçük düşürücü söz ve davranışlarda bulunma, şikâyet etme, ayağını kaydırma, hakkında asılsız dedikodu çıkarıp dışlanmasını sağlama, mesafe koyup dışlama ve benzeri manevralar ki bunları dolaylı saldırganlık çerçevesinde de tanımlayabiliriz.

Haset karşı tarafa zarar verdiği kadar, kişinin kendisine de zarar verir. Sürekli haset edilen kişiyi düşünmek, onun hakkında durmadan konuşmak, sürekli kendini onunla kıyaslamak, öfke ve kızgınlık insanın ruhunu ve zihnini yorar, enerjisini tüketir. Bu tutum aynı zamanda kişinin kendini kronik bir şekilde kızgın, küçük düşmüş, enerjisiz, çökkün ya da küskün ve kindar hissetmesine neden olur.

  • Rekabet nasıl hasete dönüşür?

Rekabet temelde insanı daha iyi performans göstermeye yönelten bir duygudur. Kendi yolunda giderken, yanında benzer işi yapan birinin ortaya çıkması, kişiyi kıyasa sürükler; ivme katar, biricik olma telaşıyla performansını daha iyi yapmaya doğru güdüler. Aslında rekabetin temel amacı performansın daha üst seviyeye çıkmasıdır.

Rekabetin kişinin içindeki mükemmeli ortaya çıkarmaya yarayan tetikleyici bir görevi vardır. Karşıdakine zarar vermeden, kendini iyiye ve mükemmele götürmesi için kullanımı kişinin performansını artırır. Güçlerin birbirine karşı değil de “birlikte ortak bir amaca doğru” kullanımını sağlar. Ancak rekabetin uyandırdığı hırs ve öfkenin olumlu yönde kullanımı her zaman mümkün olmaz. Gerek biricikliğinin elden gitme riski, gerekse daha fazla çaba harcamanın yükü, bu durumu yaratmış olana karşı kin ve öfke oluşmasına neden olur. Rekabetin acımasız ve tehlikeli yüzü işte burada kendini gösterir

  • Kardeşler arasındaki haset ve rekabet doğal mıdır? Bu durumu anne babalar nasıl yönetmelidir?

Anne baba olarak kıskanan çocuğa yaşadığı duygunun normal olduğu anlatılmalı, bu konuyla ilgili kitaplar okunmalı, çocuğun yıkıcılık dürtülerini oyunlar üzerinden ifade etmesine fırsat verilmelidir. Kıskançlığın acı veren bir duygu olması nedeniyle, anne baba kıskanan çocuğa kızmak ve onu hor görmek yerine, anladıklarını bildirmelidir. Duyguları anlaşılan çocuk daha çok sevildiğini hisseder ve kıskançlığı bir nebze diner. Aynı zamanda dikkat sadece kıskanan çocuğa yöneltilmemeli, bu süreçte kıskanılan çocuğun da duygusal açıdan yaralandığı göz önünde bulundurulmalıdır. Kıskanılan çocuğun, kendini koruyabilmek için performansını bilerek düşürebildiği, ikincil konumda kalmayı tercih edebildiği akılda tutulmalıdır. Bunun da özgüveninin gelişmemesine, kendini ortaya koymamasına neden olduğu düşünülmelidir.

  • Günümüzde artan şiddet olaylarının kökeninde de haset ve rekabet yatıyor olabilir mi?

Temelde bir kazan kaybet karşılaşması olarak yaşanan rekabet, aşırı hırs, kin ve intikam duyguları devreye girdiğinde son derece haşin ve acımasız yüzünü ortaya çıkarır. Haset en ilkel ve öldürücü dürtüdür. Gazetelerin üçüncü sayfasını sıkça dolduran kin ve intikam cinayetleri; kaybetmeyi göze alamamak, kendini sürekli birincil, biricik ve güçlü konumda görme arzusunun bir sonucudur. Kaybetmek, aldatılmışlık, terk edilmenin küçük düşürücülüğü benliği o kadar tehdit eder ki, ele güne karşı kendince ayıplanmamak için cürüm işlemek ve sonuçlarına katlanmak dahi bu “ayıbı” sineye çekmeye tercih edilir. “Seni başkasına yar etmem!” söylemiyle işlenen cinayetler, gelişmemiş bir benliğin biriciklik ve tüm güçlülük hayallerinin yok olması sonucunda oluşur.

  • Günümüzde hemen her alanda başarı ile rekabet yan yana kullanılıyor. Artık başarının anahtarı rekabetten mi geçiyor?

Rekabet ve kıskançlık konusunda 15 yıl Amerika’da atölye çalışmaları yaptım. Amerika’da her şeyin haşin bir rekabet üzerine kurulu olduğunu gördüm. Zaten başarı ve rekabet kavramlarının sıklıkla bir arada kullanılmasının da Amerikan sisteminin günümüz dünyasına bir getirisi olarak düşünüyorum. Açık ve haşin bir rekabet anlayışı üzerine inşa edilen bu sistemde rekabet etmeyenler korkak, ikinci sınıf insan olarak değerlendiriliyor. Bu bakış açısı zaman içerisinde bizler tarafından da benimsendi. Böyle bir ortamda insanların çok yıprandığını görüyoruz. Bu noktada akla şu sorular geliyor. Başarı ille

de rekabetle mi olmalı? Rekabetin olmadığı bir ortamda başarılı olunmaz mı? Günümüzde özellikle iş ve okul ortamında “Başarı eşit rekabet” düşüncesinin yerleştiğini görüyoruz. Oysaki bu noktada başarıyı yeniden tanımlamanın ya da var olan tanımları yeni bir bakış açısıyla gözden geçirmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

  • Kitabınızda da hasedin ve rekabetin kişiyi geliştiren itici bir güç olabileceğini söylüyorsunuz. Kişi bunu nasıl başarabilir?

Öncelikle rekabeti olumsuz anlamda değerlendirmeyelim. Rekabetin bireyi çok geliştiren bir tarafı da vardır. Rekabet insanı enerjiyle doldurur, onu motive eder. Rekabet hem içinde bulunulan ortamın hem de yapılacak işin kalitesini arttırır. Kıyas ve kıyaslanacağım korkusu kişiyi geliştirmeye yöneltir, merak uyandırır, çevresine karşı olan algısını açar, farkındalığını arttırır, kısacası rekabetin insanı canlı tutan bir yanı vardır.

Rekabeti nasıl kullandığınız çok önemli, onu doğru şekilde yönlendirmek sizin elinizde. Dümende olmadığınız zaman, tekne rüzgârın, akıntının etkisiyle boğazda savrulup gider. Oysaki dümende iseniz akıntı ve rüzgâra rağmen istediğiniz yere gidersiniz.

  • Günlük yaşantıda anne baba, çocuk ya da ergen kendi hasedini, yıkıcılığını nasıl fark eder?

Sürekli haset ettiği kişiyi düşünmek, ona karşı düşmanca duygular yaşamak, kıskandığı kişiye zarar verme isteği hasetin ve kıskançlığın işaretidir. Farkındalık, tıptaki teşhis gibidir. Doğru teşhis nasıl doğru tedaviyi sağlarsa, doğru farkındalık da doğru yönde değişimi sağlayabilir. Kişisel gelişimin en önemli araçlarından biri farkındalıktır. Kişi farkındalığını geliştirdikçe, neyi neden yaptığını tanımlar, kendini de daha iyi anlar ve bilinçlenir. Böylelikle istemediği davranışları farklılaştırma ve değiştirme olanağını elde eder.

Haset; saldırganlık, yok etme ihtiyacı, intikam isteği, hırs, aşağılanmışlık, küçük düşme, güven kaybı gibi pek çok can yakıcı duygu ve saldırganlık dürtüsünü de harekete geçirdiği için derin kaygı ve suçluluk duyguları da yaşatır. Bu duyguları değiştirmek ya da reddetmek mümkün değildir; duygular sadece duyulur, anlaşılır ve kabul edilir. Kabul gören, anlaşılan duygunun ruhumuz üzerindeki baskısı azalır. Dolayısıyla duygunun neden olduğu davranışları denetlemek ya da değiştirmek pekâlâ mümkündür. Bu nedenle duyguyu tanımlamak, adını koymak, o duygunun bir miktar da kabulünü sağladığından, duyguyla mücadele etme, onu bastırma, değiştirme gibi mücadeleleri de dindirir. Hangi davranışın hangi duygudan kaynakladığını anlamak, davranışı denetlemenin olduğu kadar, kişisel gelişimin de önemli bir basamağıdır.

Röportaj:
Leyla Navaro
Danışman Psikolog

Leyla Navaro
İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Lisans, Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Bölümü Yüksek Lisans mezunudur. 1989’dan beri kurucusu olup yönettiği Nirengi Psikolojik Danışmanlık Merkezinde bireysel, çift ve grup terapilerinin yanı sıra kişisel gelişim seminerlerini sürdürmektedir. Eş zamanlı olarak Boğaziçi Üniversitesi BÜREM Psikolojik Rehberlik ve Danışmanlık Bölümünde Öğretim Üyesi ve süpervizördür. 1998-2008 yılları arasında IAGP Uluslararası Grup Psikoterapileri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Türk Psikologlar Derneği Akademik Kurul Üyeliği yapmıştır. Akademik çalışmalarını Türkiye’de ve çeşitli uluslararası mesleki konferans ve kuruluşlarda sunmakta olan Navaro, ayrıca yayımlandığı ilk günden itibaren çok ses getiren kitaplarıyla da okuyucularıyla buluşmaya devam etmektedir.