Kendimize Oynadığımız Oyunlar: Direnç

Direnç Nedir?

“Hiç evinize bir koşu bandı getirip de, tavan arasında kendi haline tozlanmaya bıraktığınız oldu mu? Bir rejimi, başladığınız bir yoga ya da meditasyon programını yarıda bıraktığınız? Sizi hayatınızı başka insanların hizmetine adayacağınız herhangi bir işe çağıran sesi duymazlıktan geldiğiniz veya geri teptiğiniz? Hiç anne olmak istediniz mi peki? Ya da bir doktor, savunmasız ve yardıma muhtaç kişilerin savunucusu, kendi işinin sahibi, çevreyi korumak, dünya barışına, içinde bulunduğunuz gezegene katkıda bulunmak için savaşan biri? Gecenin bir köründe, olmak istediğiniz insanın, başarmak istediğiniz bir işin ya da olması gerektiği gibi kendini gerçekleştirmiş halinizin görüntüsü gözünüzün önüne geldi mi hiç? Yazmayan bir yazar, resim yapmayan bir ressam ya da henüz hiçbir girişimde bulunmamış bir girişimci olabilir misiniz? O zaman direncin ne demek olduğunu pekala biliyorsunuzdur.”

Bu satırlara Yaratma Savaşı kitabında yer veren Pressefield (2003) direnç kavramını, “Hali hazırda yaşadığımız hayat ile içimizde saklı tutup yaşayamadığımız hayat arasında bize karşı duran güç.” olarak tanımlar.

Direnç, fark etmeye, değişmeye, gelişmeye gösterilen bir tepkidir. İnsanın çoğu zaman kendine dönmesi zordur; çünkü birbirine yabancı ve birbiriyle çatışan pek çok duyguyu, düşünceyi içinde barındırır insan. Kişi içindeki bu yabancılığı bitirmek ve çatışmaları durdurmak için önce direncinin kaynağını tanımalı, onunla yüzleşebilmeli ve harekete geçebilmelidir. Ancak kişi dirençlerini çözerse kendine yakınlaşır, kendini tanır ve kendini bilir.

Blatner’in (1973) dediği gibi direnç, kişinin kendi üstünlük duygusunu ve benlik saygısını tehdit eden duygulardır. İnsan ilişkilerinde bu tehditler sıklıkla vardır ve birey, bu tehditlerden korunmak için direnç geliştirir. Kaçındığı olumsuz duyguları yok sayar. Oysa “yok” saymak, duyguların “yok” oldukları anlamına gelmez. Bu duygular başka duygulara, davranışlara dönüşür. Olumsuz duygularla baş edebilmek güç olduğundan kişi direncini çözmektense, bu duyguların yerine daha kabul edilebilir olanı koymak eğilimindedir. “Bilmiyorum, bu benim için çok zor, hoşlanmıyorum, hatırlamıyorum, aslında, yararı olduğunu zannetmiyorum, gereksiz, neden, belki vb.” gibi bazı sözcükler bize kişinin direncini gösterir. Bu şekilde dilimizden dökülenler duygularımızın ses bulmasıdır.

Direnç, gerçek duygulara ulaşmayı engelleyerek onları öncelikle kendimizden sonra başkalarından saklamamıza sebep olur. Kızgınlık, suçluluk, öfke, kıskançlık gibi duygular dışa vurulması veya itiraf edilmesi en zor duygulardır. İfade edilemeyen duygular, hem kişiye hem de ilişkilere zarar verir. Uzun yıllara dayanan pek çok ilişkinin bir anda bitmesinin nedeni yıllarca fark edilemeyen, saklanan duygulardır. Suçluluk duygusunun aşırı korumacılığa dönüşmesi… İfade edilememiş kızgınlığın ülser, gastrit, hazımsızlık, migren gibi psikosomatik hastalıklarla geri dönmesi… Bütün bunlar bilinç dışına ittiğimiz gerçeklerin dışarı çıkarılamamasından kaynaklanır ve gerçekler zaman içerisinde bedenimizle dile gelir.

Direnci ilk ilişkilerimizi kurduğumuz, duygularımızı, davranışlarımızı ve düşüncelerimizi önemli ölçüde şekillendiren ailemizden öğreniriz. İlk dirençli ilişkilerimizi de yine ailelerimizle kurarız. Bugünkü yaşamımızdaki çatışmalarımızın temeli ilk aile ilişkilerinde yatmaktayken bunların kaynağını yetişkin hayatımızda ararız. Direnç de bu noktada, yani yaşadığımız çatışmaları sadece bugünkü haliyle algılamakla başlar. İlk aile ilişkileri hatırlanmaz, önemsizleştirilir ya da ilahlaştırılır. Ailemizle ilgili olumsuz, bize acı veren, sıkıntı veren ayrıntılara dönmek zordur. Örneğin, küçük yaşlarda anne ya da babayla kurulamayan sağlıklı ilişki, yetişkinlikte otorite figürleri karşısında zorlanma yaratabilir. Babayla sevgi dolu bir ilişki yaşamamış bir kız çocuğu büyüdüğünde karşı cinsle ilişki kurmakta zorlanabilir.

Yaşamımızdaki sorunlarla, çatışma yaşadığımız durumlarla ilgili olarak genellikle savunmalar yaratırız. Bunlar sorunu çözmeye değil, bastırmaya yarar. Gelişimin, değişimin olabilmesinin tek yolu direnci anlamaktan ve bununla baş edebilmekten geçer. Çözüm, tamamen kişinin kendindedir.

Çocuklarda Direnç

Adlandırılamayan ve bu nedenle kilit altına alınan duygular sadece yetişkinlere özgü değildir. Çocukların da benzer çatışmaları yaşamaları ve beraberinde savunmalarının ortaya çıkması kaçınılmazdır. Örneğin, çocukların ödev yapmamaları, okula gitmeyi istememeleri, uyku saatini ertelemeleri onların dirençlerini yansıtıyor olabilir. Bunlara neden olan baş edilemeyen duygular, ancak bir yetişkinin yardımıyla çözülebilir. Yetişkinler kendi dirençlerinin çözümünde başrol oyuncusu oldukları gibi, çocuklarının dirençlerini çözümlemede de aktif, destekleyici ve yönlendirici olmalıdırlar.

  • Ebeveynlerin olumsuz duyguyu dönüştüren, kapsayıcı ve sakinleştirici varlığı iyileşmenin başlangıcı olur. Bu tutum çocukların yetişkinlik yaşamlarında direnç gösterdikleri ilişkiler kurmalarını engelleyebileceği gibi okul yaşamında, özellikle otorite figürüyle çatışma yaşamasının da önüne geçer.
  • Yüksek beklentiler içinde olmak, eksikliğe tahammül edememek kaygıyı yükseltir. Bu beklenti karşısında çocuklar genellikle taşıyamayacakları bir yük üstlenir, bu süreçte gerçek duygularıyla baş etmekte zorlanabilirler. Böyle zamanlarda anne baba iyi bir gözlemci olmalı, beklentiler karşısında çocuklarının ne yaşadıklarını takip etmelidirler.
  • Çocukların ailelerine, sosyal ilişkilerine ya da akademik yaşantılarına yönelik yaşadıkları olumsuz duygular; oyunlarına veya anne babaları ile olan ilişkilerine yansıyabilir. Bu noktada anne babalar ve okulda öğretmenler iyi bir gözlemci olmalıdırlar.
  • Yetişkinlerde olduğu kadar çocuk ve ergenlerde de dil sürçmeleri anlamlıdır ve bastırılan bir duyguyu, bir düşünceyi işaret ediyor olabilirler.
  • Ertelemeler, unutmalar, sürekli dile gelen bahaneler çocuklarda da direncin önemli göstergeleridir. Çocuklar duygularını ifade etmekte daha çok zorluk yaşadıklarından bunları davranışları ile gösterirler. Önemli olan çocuklarla kurulan ilişkilerde güç savaşından sıyrılarak, onların yaşadıkları olumsuz duyguları adlandırmalarına ve dirençleri ile baş etmelerine yardımcı olmaktır.

Terapi Sürecinde Direnç

Farkına varılıp müdahale edilmemiş olan direnç, kişinin kendi sorunlarını çözmesini ve onda yarattığı duyguları gerçek anlamda görmesini engeller. Psikanalitik bakış açısına göre direnç terapötik iletişimi engelleyen ve danışanı daha önceki bilinçaltı malzemeyi ortaya çıkarmaktan alıkoyan herhangi bir öğe olabilir. (Corey, 2008). Bu anlamda, bireyin gelişimini engelleyen her türlü düşünce, tutum, duygu veya davranış direncin göstergesi olarak ele alınabilir. Gestalt yaklaşımında ise direnç, ilişki kurmada şimdiyi tam ve gerçek anlamda yaşamaktan uzaklaşmaktır. Tüm bu tanımlar doğrultusunda direnç, gerek bireysel gerekse grup terapisinde, danışanların süreç içerisinde yaşamaktan kaçınmaları, şimdi ve burada olamamaları, kendilerini terapötik ortamdan soyutlamaları, terapötik iletişimi engelleyen bir öğe olarak tanımlanabilir.

Direncin ortaya çıkışının birçok göstergesi bulunmaktadır. Bunlar;

  • Bilinçli sessizlikler
  • Kendine ve diğer grup üyelerine savunmacı yaklaşım
  • Temel sorunlardan değil de yan sorunlardan bahsetmek
  • Davranışsal amaçları saptamamak

olarak sıralanabilir. (Voltan Acar, 2012)

Yazanlar:
Gonca Baştuğ
Psikolog

Yeliz Bilgin
Uzman Psikolojik Danışman