İlk başta anne ve babalarımızın çocukları, sonra çocuklarımızın anne – babaları oluruz. Daha sonra anne ve babalarımızın anne- babaları, en sonunda da çocuklarımızın çocukları oluruz.
– Milton Greenblatt
Bir çocuğun doğumu aile üyeleri için duygusal olarak oldukça heyecan verici, özellikle anne ve baba için özel bir durumdur. Çünkü anne baba için geri dönüşü olmayan bir yolculuk başlamıştır. Bu yolculuk aile üyeleri için önemli bir değişimin ve yenilenmenin de habercisidir. Ekonomik düzenlemeler, çocuğa ayrılan zamanın eşlerin birbirlerine ayırdıkları zamandan çalması, sosyal çevreye ve ilişkilere yeni bir düzen verme, çocuğun bakımı, uyku düzeni ve buna benzer pek çok yaşantı anne babanın kendisine biçtiğimiz rolü şekillendirmeye başlar.
Anne babalığı çocuklarınım büyütürken öğreniyoruz
Anne-baba olma, insanda var olan biyolojik bir yeterliliktir ama ‘iyi anne baba olma” davranışı doğuştan getirilen bir yeti ya da yetenek değildir. Yapılan pek çok bilimsel çalışma, anne-babalık tutum ve davranışlarının sonradan öğrenme yoluyla kazanıldığım gösteriyor. Aile sohbetlerinde “birinci çocuğumuzda yaptığımız hataları ikinci çocuğumuzda tekrarlamadık” sözünü sık sık duyarız. Anne-babalığı öğrenme tecrübesi, ilk filmini yöneten ama istediği verimi alamayan yönetmenin ikinci filminde eksiklerini görüp düzeltmesine benziyor çoğu zaman.
Anne-baba olmak dünyanın en zor mesleği
Psikoloji biliminin kurucularından Freud, anne-baba olmayı, gerçekleştirmesi çok hayati ve çok güç olan mesleklerden birisi olarak tanımlamış, Maslow ise anne ve babanın göstereceği sevgi ve şefkatin ileride çocuğun kişilik gelişiminde çok olumlu etkileri olacağım söyleyerek anne-baba rolünün önemine vurgu yapmıştır.
“Nasıl bir çocuk yetiştirmek istersiniz?” diye anne-babalara sorduğumuzda alacağımız cevap “öncelikli olarak çocuğumun sosyal, duygusal ve bilişsel açıdan yeterli, fiziksel olarak da sağlıklı olması” şeklinde olacaktır. Çocuklar büyüdükçe bu isteklere “özgüveni olan, iyi eğitindi ve iyi bir mesleğe sahip kişiler olmaları” beklentilerinin de eklendiğini görüyoruz. Bunların gerçekleşmesi o kadar da kolay değildir. Çocuğun kişilik özelliklerinin, ilgilerinin, yeteneklerinin ve ona sunulan çevresel olanaklar kısaca bütün değişkenlerin bir araya gelebilmesi gerekir. Doğal olarak çocuğunun kişilik gelişiminde önemli bir etkiye sahip olan anne-babanın bu rolü hakkıyla yerine getirebilmesi için ne yapması gerektiği önemli bir som olarak karşımıza çıkar.
İyi bir anne-baba olmanın okulu yok
Okul öncesi ve ilköğretim düzeyinde eğitim planlamacısı ve ülkemizin üst düzey bilim insanlarından birisi özel bir okulda konferans vermeye davet edilmişti. Konferans anne baba ve çocuk ilişkisi üzerine planlanmış ve velilere günler öncesinden duyurulmuştu. Konferans günü geldiğinde okulun üst düzey yöneticileri ile yaklaşık 30-40 veli konferansı izlemek için toplanmıştı. Konuk konuşmacı, katılımcı sayısını hiç önemsemeden hazırlandığı gibi konuşmasını tamamladı. Süresinin bir kısmını da velilerden gelecek sorulara ayırmıştı.
İlk soruyu okulun genel müdürü sordu. “Sayın Hocam, biz sizi alanınızda çok saygın bir bilim insanı olarak görüyoruz ve okulumuz velilerine söyleyeceğiniz her cümlenin çok önemli olduğunu düşünerek okulumuza davet ettik. Ama siz de görüyorsunuz ki, salonda çok az velimiz var. Sizce velilerimiz neden bu ve benzeri çalışmalara ilgi gösteriyor?” dedi. Konuşmacının yanıtı kısa ve netti. “Bu, pek çok okulun, hatta ülkemizin sorunu. Anne babalar genelde yaşayarak ve deneyerek anne babalığı öğrenmeyi tercih ediyorlar. Anne ve baba olmanın maalesef bir okulu yok. Bu tür bilgilendirme çalışmaları, eğitimler bu anlamda bir fırsattır ve devam etmek gerekir.” dedi.
Okul yaşantısının ilk yıllarında anne babalar tarafından çocuklara gösterilen ilgi çocuğun yaşı ve sınıf seviyesi büyüdükçe azalıyor.
Okul çağı geldiğinde kişilik gelişiminin önemli bir bölümünü tamamlayan çocukların sosyalleşme süreçleri hız kazanır. Bu süreç, anne babalar için de tatlı bir heyecanı ve kaygıyı beraberinde getirir. Anne-babalar bilişsel beceriler açısından var olan yetkinlikler ile kazandan yeterliliklerin çocuklarının başarısına etkisini merak etmeye başlarlar. Çocuğun okul yaşamına başladığı ilk yıllarda anne-baba olarak duyulan bu merak ve heyecanın zaman derledikçe azaldığım görüyoruz. Oysa ki, okul başarısına ilişkin yapılan araştırmalarda, akademik başarısı düşük ve sınıfta kalma riski taşıyan öğrencileri diğer öğrencilerden ayıran en önemli etkenin, anne-baba desteği ve ilgisinden yoksunluk olduğu belirtiliyor. Çalışma yaşamının yoğun temposu nedeniyle anne-babalarda oluşan aşırı yorgunluk ve işe odaklanma, çocuklara ayırabilecek zamanın çok sınırlı olması, çocuk bakımının bakıcılara ya da büyükanne veya büyükbabalara bırakılması, çocukların hemen hemen her isteğinin koşulsuz yerine getirilmesi, aile içi problemlerin artması ve eşlerin bu problemlere odaklanmaları, boşanma gibi pek çok neden bu ilgi yoksunluğunun kaynaklan olarak sayılabilir.
Fakat şunu unutmamak gerekir ki, çocuklarımıza karşı sorumluluğumuz doğunda başlar ve bu başlangıcında aslında bir sonu yoktur. Bebeklik dönemlerinde gösterilen ilginin çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerinde de aynı titizlikle gösterilmesi gerekir. Her gelişimsel dönemde farklı beklentileri olan çocuğun yaşadığı sıkıntılarda sizleri yanında görmeye ihtiyacı vardır. İlerleyen süreçte pişmanlıklar, geri dönüşü olmayan sonuçlar yaşamamak ve “keşke” dememek için onun yanında olmalıyız. Unutmayalım neyi ekersek onu biçeriz.
Yazan:
Alpaslan Dartan
Uzman Psikolojik Danışman