Kariyer Yolunda

Yaşam içerisindeki önemli kararlardan biri, gelecekte sahip olunacak mesleği belirlemeye yönelik karardır. Yaşamları süresince bazı kişiler bilinçli ya da bilinçsiz aldıkları bu kararlardan hoşnut olurken, bazıları da sahip oldukları mesleğin kendilerine uygun olup olmadığını sorgulayabilirler. Günümüzde meslek seçimi kavramı, yerini “Kariyer Gelişimi” kavramına bırakırken, bilinen önemli bir gerçek vardır. Kariyer planlama sadece lise döneminde alınan anlık bir karar değildir ve neredeyse çocukluktan başlayarak yaşamın tümüne yayılmaktadır. Bu doğrultuda içinde bulunduğumuz toplumun gelişebilmesi, çocuklarımızın bilinçli ve donanımlı olarak yetiştirilmesi fikri ile son yıllarda oluşan kariyer anlayışı üzerine Prof. Dr. Erhan Erkut’la keyifle okuyacağınızı düşündüğümüz bir röportaj gerçekleştirdik.

  • Bireyin kariyer planlaması kaç yaşında başlamalı?

Bireyin kariyer planlaması olabildiğince erken başlamalı. Kariyer planlamasının içinde kendi güçlü yanlarını ve eğilimlerini keşfetmek, hayal kurmak, tutkularını ortaya çıkarmak var. Bunların çok genç yaşta oluştuğunu düşünüyorum. Zaman içerisinde de değişiyor, törpüleniyorlar. Anaokulundaki çocuğa, “Sen doktor olacaksın, sen mühendis olacaksın.” demekten bahsetmiyorum. Çocuğun eğilimlerini, temel değerlerini, prensiplerini ortaya çıkarmak, oluşturmak; bir yandan oluştururken bir yandan da var olanı ortaya çıkartmaktan bahsediyorum. Dolayısıyla bireyin kariyer planlamasının anaokulunda, 3 ile 5 yaş aralığında başlaması gerektiğini düşünüyorum. 5 yaşındaki bir çocuğun nelerden hoşlandığını, nelerin onu mutlu ettiğini, hangi etkinliklerde zaman harcamaya yatkın olduğunu, okumayı öğrendikten sonra okumaya ne kadar zaman ayırdığını, film izliyorsa hangi filmleri izlediğini, oyun oynuyorsa hangi oyunları oynadığını gözlemlemek ve takip etmek gerekiyor. Aile bu gözlemleri sayesinde çocuğunun kariyer gelişimini bilinçli bir şekilde destekleyebilir.

  • Kariyer planlamada portfolyo hazırlamak ne demektir? Kariyer portfolyosu hazırlamaya ne zaman başlanmalı? İçeriğinde neler olmalı?

Kariyer hazırlığına yönelik farkındalık çalışmalarına başlamak için lisenin geç olduğunu düşünüyorum. Hazırlıklar ortaokulda, 7. sınıfta başlamalıdır. Portfolyoyu oluşturmak için her fırsatta çocuğun çalışması gerektiğini düşünüyorum. Gönüllü, ücretli, babasının yanında, annesinin yanında, amcasının, dayısının yanında. Hayata entegre olması gerekiyor çocuğun. Türkiye’de orta-üst sınıfta gördüğüm bir şey: “Aman çocuğum sıkıntı çekmesin.” düşüncesi ile çocukları böyle pamukların içinde tutuyorlar. Çocuğu biraz daha dünyanın içine atmak gerekiyor. Çocuklar mümkün olduğu kadar erken yaşta ekonomi ile tanışmalı. Çocuk çalıştıkça nelerden hoşlandığını, nelerden hoşlanmadığını görüyor. Bu şekilde de kendi hedeflerini tanımaya başlıyor. Bir öğrencinin varlıklarını testlerle ortaya çıkarabilirsiniz; ne biliyor ne bilmiyor, ağı ne kadar geniş, kaynakları neler bunları bulabilirsiniz ama hedeflerinin ortaya çıkarılması biraz daha zor. Çocuklara yapılan ilgi ve yetenek testlerinin, kariyer hedefi belirlemede bir miktar katkısı olabilir. Ancak çocuğun kendi kendine olabildiğince çok iş yapma biçimini deneyimlemesi daha önemli. Mesleği deneyimlemeyi kast etmiyorum. Çocuk doktorluk, mühendislik deneyimleyemez, ama 09:00’dan 17:00’ye kadar ofiste mi, 11:00’de başlayıp gece geç saatlere kadar süren bir tasarım işinde mi, açık hava işinde mi, fiziksel bir işte mi, takım çalışmasına dayanan bir işte mi çalışmak ister; elleriyle çalışmak mı, gözleriyle çalışmak mı, kafasıyla çalışmak mı ister bunları fark edebilir. Bunun için çocuğun farklı iş modellerine, iş yapma biçimlerine maruz kalması gerekiyor. Bunun için de 7. ya da 8. sınıftan itibaren her fırsatta çocuğun farklı çalışma ortamlarının içine girmesi gerekiyor.

Bunun yanında portfolyo dediğiniz zaman aklıma gelen şey daha çok bir depo, bir portföy. Bunun lisede oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Maalesef liselerimizde öğrenciler LinkedIn kullanmaya başlamıyor. Bırakın lise öğrencilerini üniversite mezunlarının çoğunun LinkedIn hesabı yok. Dijital portföy çok önemli. Artık kağıt öz geçmişle iş aramanın zamanı çoktan geçti. Zaten hepimiz şu anda dijital dünyada varız ve dijital dünyada bizimle ilgili o kadar bilgi var ki. Özgeçmiş hazırlayıp yollamanın artık biraz modası geçti. Lisede öğrencilerin katıldığı projelerin, ders dışı aktivitelerin mutlaka bir yerde yazılı olarak tutulması gerekiyor. Gençlerin ürettiği tüm çalışmaların dijital formatta kaydedilmesi önemli. Gençlerin ürettiği şeylerin çoğu belki dijital. Örneğin, şu anda en çok üretilen içerik video. Genç belki blogger olacak. Blogger olmasa bile herkesin bir bloğunun olması gerektiğini düşünüyorum. Dünya içerik geliştirme dünyası. Maalesef Türkiye’deki insanların çoğu içerik tüketicisi. Bizim çocukları içerik üretmeye itmemiz gerekiyor. Bu içerik yazılı olabilir, sözlü olabilir ya da görüntülü olabilir ama her halükarda dijital ortamda saklanması lazım. Bu da çocuğa, “Ben bunlarla uğraşmışım, nasıl bir insanmışım.” şeklinde bir yansıma sağlayacaktır. Bu çalışmalar onun için iş ararken, iş başvurusu yaparken de bir portföy olacaktır.

  • Üniversiteye hazırlanmak mı üniversite sınavına hazırlanmak mı?

İkisi de değil. Hayata hazırlanmak… Ben üniversite zamanının geçtiğini düşünüyorum. Üniversite sınavının zamanı hiç gelmemişti zaten. Üniversite sınavı diye bir şey olacaksa bu sınavın üniversitedeki başarı kapasitesini ölçebilmesi gerekiyor. Kendi yaptığım araştırmalarda gördüm ki, üniversite sınavı başarısıyla 1. sınıf başarısı arasında neredeyse hiç korelasyon yok. Ayrıca her sene kaç öğrencinin sınava girdiğini görüyoruz, kaç öğrencinin bitirmeden programı bıraktığını da görüyoruz. Üniversite sınavı bu kadar iyi yerleştirme yapıyorsa bunların olmaması lazım. Üniversiteye gelen öğrencilerin son derece bilinçsiz geldiğini görüyoruz. Şu anda üniversiteler mutsuz ve umutsuz öğrenci deposuna dönüşmüş durumda. Üniversitelerde öğrencileri heyecanlandıran şey dersin bitişi, dersin başlangıcı değil ya da gençler ders dışı etkinlikler için geliyorlar üniversiteye. Neredeyse bütün sistemi yanlış kurgulamışız. Bu sınav sistemi kökten değişmeden de maalesef insanları bilinçlendirmek pek mümkün olmayacak. Sınav sistemlerinde sık yapılan değişimler veli ve öğrencileri tedirgin ediyor. O yüzden çocukları sınava değil, hayata hazırlamak daha mantıklı. Su zaten yolunu bulur. Ben o çocuğu doğru konumlandırmışsam, doğru bir eğitimden geçirmişsem, hangi yükseköğretim programını kazandığı o kadar da önemli değil. O liseye girmesin de buna girsin, o üniversiteye girmesin buna girsin. Kendisi yapacak. En önemli öğrenme kendi kendine yapılan ya da akranlarla birlikte yapılan öğrenmedir. Kurumların katkı potansiyeli kısıtlıdır. Bu kısıtlı katkı potansiyelini bütün toplum o kadar büyük algılıyor ki “O okula girebilirse hayatı kurtulur, bu okula girerse biter.” diye düşünüyor. Bu durum da çocuklarda kaygı yaratıyor. Kariyer planlama yolunda çocuklarımızın, gençlerimizin öğrenmeyi öğrenmelerine ve kişisel gelişimlerine destek vermek, sınavlara hazırlamaktan daha önemli.

  • Etkili bir üniversite eğitimi nasıl olmalı? Bir üniversitenin eğitim sisteminde neler olmalı ki gençlerimiz değişen dünya düzeni içerisinde yerlerini alabilsinler?

 En iyi üniversite en esnek üniversitedir. Çünkü bilgi artık meta. Her yerde kolayca ulaşılabiliyor. Benim kalkülüs dersim senin kalkülüs dersinden daha iyi diyebilecek bir üniversite olamaz. Kalkülüs kalkülüstür. Üstelik benim onu mutlaka senden de öğrenmem gerekmiyor. İstediğim yerden öğrenebilirim. Dolayısıyla üniversiteler müfredatlarının ya da hocalarının ne kadar güçlü olduğunu değil, öğrencilere ne kadar fazla esneklik sağladığını anlatmalı diye düşünüyorum. Öğrencinin kendi kendine öğrenmesine ne kadar alan bıraktığını, ders içi etkinliklerini, stajları, ders içi değişimleri, yandalı, çift anadalı ve eğitim pedagojisi açısından da öğrenciyi derste nasıl aktive ettiğini anlatmalı üniversite. Bir üniversite sadece ders anlatıyorsa, zaten iyi bir okul değildir. Öyle bir kurumun üniversite olarak tanımlanmaması gerekiyor. Bence o bir dershanedir. Öğrencinin öğrenmesini nasıl kolaylaştırıyor, ona nasıl yol gösteriyor, bunu anlatmalı aday öğrencilere. Dolayısıyla, ideal üniversitenin çok da fazla kendini ciddiye alıp, öğrenciyi bir mühendis gibi formasyondan geçirmeyi hedefleyen bir kurum olmaması gerekiyor. Öğrenciyi olabildiğince rahat bırakması ve öğrencinin istediği kaynakları ona sağlaması gerekiyor.

Her öğrencinin isteği farklıdır. Müfredat, teknikleştirme çabasıdır. Bütün öğrencileri aynı müfredattan geçiriyorsak zaten yaptığımız şey teoride de yanlıştır. Çünkü herkes farklı şekillerde öğreniyor ve farklı yönlerde güçlü olmaya çalışıyor. Buna izin veren üniversite iyi üniversitedir. Genç çok rahat programını değiştirebilmeli, istediği yan dalı yapabilmeli, istediği çift anadalı yapabilmeli, istediği seçmeli dersleri alabilmeli, istediği dönem yurtdışına gidebilmeli, istediği zaman dondurup staj yapabilmeli. “Dondurursan dönem kaybedersin.” gibi bir ceza listesiyle korkutulmamalı.

Üniversitelerde öğrenciye rehber olmanın, öğrenciye öğretmen olmaktan çok daha değerli olduğunu düşünüyorum. Aslında biz hepimiz birer rehberiz ama kendimizi öğretmen gibi konumlandırarak sahneye çıktığımız anda, kürsüye çıktığımız anda kaybediyoruz. Bizim, öğrencilerin tek tek yol aldıkları öğrenme serüvenlerinde onlara harita gösteren, ışık tutan, yanlarında olan, düştükleri zaman kalkmalarına destek veren birer rehber olmamız lazım.

Örneğin, Türkiye’nin bireysel emeklilik sisteminin incelenmesi, veri analitiği ve yapay zekâ kullanılarak veri madenciliği yapılması gibi konularda bir devlet kurumunun benden destek istediğini varsayalım. Bu gibi durumlarda, projeleri alıp kendim yaparsam öğrencilerime ihanet etmiş olurum. Projeyi öğrencilerime gösteriyorum. Eğer 3 öğrenci ilgilenmezse reddediyorum. İlgilenirlerse öğrencilerimle birlikte yapıyorum. Öğrenciler yapıyor, ben onlara destek olmaya çalışıyorum. Çünkü benim bu konuda uzmanlığım yok. Sadece biraz daha uzun yıllar yaşamış, biraz daha kitap okumuş, biraz daha fazla insanla tanışıklığı olan biriyim. Ben bir kaynağım onlar için. Hocaların kendilerini böyle tanımlamaları gerekiyor.

Elle tutulur bir şey söylemek gerekirse, iyi bir üniversitede ders yerine proje bazlı öğretim olması gerekiyor. Herkesin projelerle öğrenmesi gerekiyor. Fransa’da “Ekol 42” tamamen bu amaçla kurulmuş bir okul. Öğretmen yok, müfredat yok, sınav yok, öğrencilere 3 yıl boyunca her hafta bir proje veriliyor. 40 hafta olsa 120 projeyle mezun oluyor öğrenci. Müfredata ne gerek var? Zaten o proje için ne gerekiyorsa kendisi öğreniyor.

  • Sahip olunması gereken 21. yüzyıl yetkinliklerinin neler olduğunu düşünüyorsunuz? Gençler değişen dünya düzenine ayak uydurabilmek için yetkinlik ve becerilerini nasıl geliştirmeli? Aileler bu konuda çocuklarına nasıl destek olabilir?

Gençlerin sahip olması gereken en önemli becerinin adaptasyon becerisi, yani hızla değişen dünyaya adapte olabilme becerisi olduğunu düşünüyorum. Adapte olabilmek için de gereken alt beceriler: yaratıcılık, inovasyon, takım çalışması, eleştirel düşünebilme, problem çözebilme, duygusal zeka, bilgi okuryazarlığı, teknoloji okuryazarlığı gibi aslında müfredatın içinde olmayan ve okulların da geliştiremediği hatta bazen ısrarla geliştirmediği gibi gerilettiği becerilerdir. Takım çalışması becerisini geliştirmek için okulların büyük çoğunluğu hiçbir şey yapmıyorlar. PISA’nın takım çalışması sınavında bireysel sınavdan 13 puan daha düşük aldık. OECD’de bireyselde sondan üçüncüyüz, takım halinde problem çözmede sonuncuyuz. Zeka önemli değil, duygusal zeka önemli diyoruz; çok çalışmak önemli, azim önemli. Çok çalışmak ve azim 19. yüzyıl veya 20. yüzyıl becerileri. Bunun üstüne ne koyduk? Artık problemin doğru çözümünü bulmak yerine inisiyatif alma, yeni çözümler üretme, formülü yeniden tanımlamak daha değerli. Bunun için de akıllı ve yaratıcı bireyler yetiştirmemiz gerekiyor. Çok üzücü bir şey, Türkiye’de bu konuda hiç kimse düşünmüyor. Türkiye’de 2050 yılında ne tür bir insan kaynağı gerekiyor sorusunun cevabını hiç kimse bulmaya çalışmıyor. Oysa benim Üniversite Seçerken kitabımda, 21. yüzyıl yetkinlikleri www.p21.org’dan özetlendi. Amerika’daki 32 köklü kurumun bir araya gelip oluşturdukları bir liste bu. %90 Türkiye için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Belki bunların yanına değerler gelecek, birkaç faklı başlık gelecek ama Türkiye’de böyle bir çalışma yapılmadı. Ayrıca bilgiye ulaşma yetkinliği önemli. Çoğu önemli bilgi İngilizce olduğu için İngilizce yetkinliği de önemli. 21. yüzyılda başarı için herkesin İngilizce bilmesi gerektiğini düşünüyorum ki kendi kendine öğrenme, bilgiye ulaşma ve bu bilginin değerli olduğunu tartabilme becerileri de devreye girebilsin.

Teknoloji okuryazarlığı da çok önemli. Şimdi yapay zeka konuşuluyor. Çocukların en azından kodlama okuryazarı olması gerekiyor. Kodlama dediğiniz bir dildir. İngilizce öğrenmekten çok daha kolaydır. Kodlama bir haftada öğrenilebilir. İngilizce öğrenmek 6 ile 9 ay arasında olabiliyor. Her öğrenci kodlama bilmeli, makine ile nasıl konuşabileceğini öğrenmelidir. Konuşur veya konuşmaz o ayrı mesele. Kendisi kodlama yapmayabilir. Her bildiğiniz şeyi her fırsatta yapmak, uygulamak zorunda değilsiniz. Birisi yapay zeka dediği zaman bunun aslında bir kurallar zinciri olduğunu, makine öğrenmesi dediğimiz şeyin de bizim makineye yazdığımız kodla gerçekleştiğini her öğrencinin bilmesi gerekiyor. Teknoloji okuryazarlığı her yüzyılda önemliydi. O yüzyılın teknolojisine göre okuryazar olmanız gerekiyordu. Buhar makinesi kullanmayı bilmeniz gerekiyordu, sonra araba kullanmayı bilmeniz gerekti. Şimdi bilgisayar kullanmayı bilmeniz gerekiyor ki dijital dünyada var olabilesiniz.

Aileler bu yetkinlikleri çocuklarında desteklemek için çocuklarının okul dışı beslenmesine destek versinler. Bu sanat da olabilir spor da olabilir. Çocukların sosyal inovasyon ve sosyal sorumluluk bilincinin gelişmesi gerekiyor. Bu STK ile oluyor. Türkiye’de üniversite öğrencilerinin STK katılımına baktığımızda, %1’in altında olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, aileler çocuklarını okul dışı etkinliklere itsinler. Çocukların tutkularını keşfetmesine izin versinler. 21. yüzyılda tutku ve ilham da çok önemli. Bu ilhamı çocuklarından esirgemesinler.

  • Girişimcilik kavramı bir gencin kariyerinde önemli midir? Neden?

Seminerlerimde “Her canlı girişimciliği tadacaktır.” diyorum. Bunun birkaç sebebi var. Birincisi, girişimciliğin alternatifi gerçekten korkunç. İnsan ömrünün gelecekte ortalama 100 yıl olacağını düşünürsek, şu an okulda olan çocuklar ortalama 50 yıl çalışacaklar. 50 yıl boyunca başka birinin hayalleri doğrultusunda çalışmanın insani bir şey olmadığını düşünüyorum. 3-5, hatta 10 sene kurumsal yaşama katlanılabilir ya da bazı insanlar bütün yaşamları boyunca katlanmayı seçebilirler ama ben bu jenerasyonun büyük çoğunluğunun kurumsal hayatı bir müddet sonra reddedeceğini düşünüyorum. O zaman da bu çocuklara bir alternatif gerekiyor. Dolayısıyla, başka birisinin hayallerini gerçekleştirmeye çalışan bir robot olmaktansa, kendi hayallerinin peşine düşmelerini öneriyorum. Bunun için de gençlere 3-5 ya da 10 sene deneyim kazandıktan sonra doğru fikir ve doğru takımla kendi girişimlerini kurmalarını öneriyorum. Bu bir sosyal girişim olabilir, bireysel girişim olabilir, oyun olabilir, e-ticaret olabilir. Çocuklar bu şekilde dünyayı daha iyi bir yer haline getirecekler. Bu şekilde kendi kendilerini gerçekleştirecekler ve fark yaratacaklar. Ancak böyle mutlu olabilecekler. Ben maaşla çalışan birisinin işinden mutlu olmasını oldukça zor görüyorum. Şirketin çok akıllı olması lazım ama maalesef ülkemizde akıllı şirket sayısının çok da fazla olduğunu düşünmüyorum. İnsanlara kendi projelerini tanımlayıp, bunları hayata geçirmelerine izin vermeleri lazım ancak bu pek mümkün olamıyor. Otonomiyi tamamen çocukların elinden alıyorlar. Otonominin boyutları şöyledir: Neyi yapacağına, ne zaman yapacağına, nasıl ve kiminle yapacağına kişinin karar vermesi gerekir. Dört boyutu var: 4T = Team (Takım), Task (Görev), Technique (Teknik), Time (Zaman). Bunların tamamı çocukların elinden alınıyor. Neyi, kiminle, nasıl ve ne zaman yapacağı çocuğa deklare ediliyor. Çocuklarımız daha fazlasını hak ediyor. Bu jenerasyonun bu kurumsallığı reddedeceğine eminim. O yüzden çocuklarımıza, girişimcilikle mümkün olduğunca erken tanışın ve girişimciliğin bir kariyer alternatifi olduğunu unutmayın, diyorum ki zaten bunun genlerimizde olduğunu düşünüyorum, öğrenmeleri gerekmiyor. Son 10 bin yıldaki köleleştirme sürecinin bilincinde olsalar yeter. 2,5 milyon yıldır biz girişimciydik. Son 10 bin yılda önce tarım kölesi sonra endüstriyel köle, şimdi de bilişim kölesi haline geldik ama hepimizin DNA’sı girişimci DNA’sı. Kendi mağaranı kendin seçiyorsun, kendi mızrağını kendin seçiyorsun, yiyeceğini kendin avlıyorsun. 2,5 milyon yıl boyunca biz böyle yaşamışız. Kabileni seçiyorsun, aileni seçiyorsun ama şimdi yüksek yüksek kulelere dolduruyorlar insanları. Ben bu kulelere endüstriyel toplumun insan ve işçi depoları diyorum. İnsanlar sabah kuleye benzer evlerinden çıkıyorlar, iş yeri kulelerinde çalışıyorlar ve yine akşam olunca kulelere geri dönüyorlar. Son derece mutsuz bir toplum yaratıyoruz. Daha fazla öğrencinin bu durumu reddedeceğini düşünüyorum, reddetmelerini de öneriyorum. Ancak 3-5 sene de bu hayatı deneyimleyin, “dünya stajı” yapın diyorum. Çünkü dünyayı bir yerde öğrenmeleri gerekiyor.

İşte Ceylanlar adlı son kitabımda, girişimci olmak isteyen gençlere ilham vermesi için Türkiye’den çıkan, ümit veren 32 girişimci seçtik. Onlarla mülakatlar yapıldı ve hikâyeleri yazıya döküldü. Girişimciliğin önemli bir konu olduğunu düşünüyorum.

  • “Üniversite Seçerken” isimli kitabınızda gençlerin fark yaratmasından bahsediyorsunuz. “Fark yaratma karnesi” kavramını biraz açıklayabilir misiniz?

Fark yaratma karnesine, öğrencilerin kendilerini farklılaştırabilmeleri için neler yapmaları, nelere sahip olmaları gerektiğini gösteren bir karne diyebiliriz. Bu karnede yazanları yaparlarsa, fark yaratma kapasiteleri artıyor. Orada ne diyoruz: Bir dil bilmek yetmez, mutlaka İngilizcenin yanına bir yabancı dil daha ilave etmek gerekir. Sadece Türkçe biliyorsan yoksun, İngilizce de biliyorsan “fena değil”, gerçekten fark yaratmak istiyorsan İngilizcenin yanına Rusça, Çince gibi farklı diller de koyman gerekir diyoruz. Bilgisayar okuryazarlığı ile ilgili olarak, sadece “Word” biliyorsan yoksun, yanına mutlaka “Excel” koyman lazım. Çünkü Excel temel analiz gereci. Bu da yetmez, üstüne bir de kodlama dili öğrenmen lazım diyoruz.

Sadece Türkiye’de bir şeyler yaparsan yoksun. Mutlaka bir yurtdışı değişim programına gitmen, anlamlı bir yurtdışı deneyimi kurgulaman lazım. Bu da yetmez, yurtdışında çalışman lazım diyoruz. Mutlaka staj yapman lazım. Çıta epey yükseldi. Fark yaratmak isteyen gençler fazla sayıda staj yapıyor. Şu anda mezun ettiğim öğrencilerden iki staj yapan varsa, “Niye iki?” diye soruyorum. Üç-dört en sık duyduğum rakamlar. Çünkü artık 1 aylık bir staj yapıyorsan eğer, “Mezun olana kadar altı yedi staj yapma kapasiten var. Niye kullanmıyorsun?” diye soruyorlar iş görüşmelerinde. Bu da yetmez diyorum öğrencilerime, mezun olmadan önce part-time çalışmanız lazım. İş dünyasını, iş yerlerini görmeleri için bunu deneyimlemeleri gerekiyor. Bu boyutlarda ne kadar öteye gidebiliyorsan, mülakat yaptığın şirketin seni fark yaratma potansiyeli yüksek biri olarak görme olasılığı artıyor. Senin farkına varılma ihtimalini o kadar artırmış oluyorsun.

Hiç notlardan bahsetmedim. Çünkü bahsettiğim beceriler çok daha önemli. Mutlaka öğrencilerin spor kulüplerine, STK’lere girmesi gerekiyor, hobilerini ihmal etmemesi gerekiyor. Sadece derslerle yetinmemesi gerekiyor.

  • Üniversite hazırlık ve seçim yolculuğunda öğrencilere ve ebeveynlerine önerileriniz nelerdir?

Bu konuda içerik üreten çok az insan olduğunu düşünüyorum. Milyarlarca liralık bir sektör. Herkes dershaneye gidiyor, herkes rehberlerin peşinde dolaşıyor. Tercih dönemlerinde bazı tercih danışmanlarından randevu bile alamıyorsunuz. Aslında bu konuda yapılması gerekenleri “Üniversite Seçerken” isimli kitabımda aktarmaya çalıştım. Öğrencilere ve ebeveynlere üniversite hazırlık sürecine başlamadan önce bu kitabı okumalarını öneririm. Ayrıca blog yazılarımda da bu konuları ele alıyorum. Bu konuyla ilgili, kitabımda olmayan farklı yazılar da bloğumda var. Bloğumu takip etsinler ve lütfen bu işi çok büyütmesinler. Hangi üniversite olduğu çok önemli değil, hangi programa girdiği gerçekten önemli değil. Çünkü bu programların çoğu çağ dışı, üniversitelerin çoğu çağ dışı ki bunun da çok önemi yok bana göre, çünkü eğitimin sorumluluğu öğrencide. Şu sıralar üzerinde çalıştığım kitabım “Eğitim Sende” de belirttiğim gibi, aslında her şey öğrencinin elinde. Dolayısıyla, üniversite orada bir kaynak yalnızca. A olmasın da B olsun, X bölümü olmasın da Y bölümü olsun, fark etmez ve bunun için kaygılanmaya değmez. Ancak, kendine has bir planın olsun. Bu çok daha önemli. Kendi planını kendin yap. Üniversiteye girdiğin gün, özgeçmişinin yanında bir özgelecek hazırla. Özgelecek, senin 5 sene içerisinde yapmayı hedeflediğin şeylerin listesi olsun. 6 ayda bir özgeleceğini gözden geçir ve güncelle. Yaptığın şeylerin yanına işaret koy, yapmaktan vazgeçtiğin şeylerin üstünü çiz, onların yerine ne yapacaksan da bu işleri ilave et. Bu yıl üniversitemin açılışında bir öğrencimin özgeleceğini nasıl geliştirdiğini, güncellediğini anlattım. Belki bu özgeleceğe yazılan planların çoğu uygulanamıyor ama planın olduğu zaman daha doğru adım atıyorsun. Planda bir eksiklik olduğu zaman onu fark ediyorsun ve onun yerine ne koyacağını düşünmeye başlıyorsun. Gençlere önerimi 3 kelimede özetleyebilirim. Hayatı tesadüfen yaşamayın, bir planınınız olsun ama o planı da çok ciddiye almayın ve fırsatlara açık olun. Hayat biz plan yaparken başımıza gelenlerin bütünüdür, diye güzel bir söz vardır. Bu sözü gençlerin mutlaka bilmesi gerekiyor. Karşınıza bir sürü engel ve fırsat çıkacak. Engeller ve fırsatlarla nasıl baş ettiğiniz sizin geleceğinizi belirleyecek. Her zaman fırsatlara açık olmanız lazım, “fırsat koklama” becerinizi geliştirmeniz lazım. O yüzden biraz da girişimciliğe itiyorum ben öğrencileri. Girişimcilikte fırsatın farkında olmak, gözlerin açık olması çok önemli. Engel çıktığında da çok fazla depresyona girmeden, “Bununla nasıl mücadele ederim, bunu delip nasıl geçerim, bunu nasıl fırsata çeviririm?” konularına kafa yormak gerekiyor.

Üniversite seçerken gençlerin en çok dikkat etmesi gereken konu, üniversitenin kendilerini geliştirmelerine ne kadar fırsat verdiği konusudur. Her şeyi bildiğini iddia edip sana fiks menü sunan üniversite iyi bir üniversite değildir. Fiks menüye uyan öğrencilerin %20’si, 30’u, 50’i bile olsa, geri kalan öğrenciler kendi menülerini oluşturmak isteyecektir. Üniversitenin müfredatıyla, programıyla, seçmeli dersleri, sosyal aktiviteleriyle buna izin vermesi gerekir. Benim çalıştığım üniversitelerde en çok dikkat ettiğim konu esnekliktir. Bir üniversitenin öğrenciye verebileceği kadar esneklik vermesi gerekir diye düşünüyorum. Öğrencinin kendi politikasını çizmesine izin verilmesi ve o politikada yürürken öğrenciye destek olunması da önemli bir gerekliliktir. Bunu yapamayan üniversitelerden hiçbir şey beklememeliyiz. Türkiye’deki üniversitelerden de bunu yapanlar var, seçim yaparken bu üniversiteleri bulup onlara yönelmelidir diye düşünüyorum.

Bir diğer önemli konu, üniversitenin öğrenciye ne gibi önemli kaynaklar sunduğudur. Mesela Profesyonel Gelişim Merkezi ne kadar güçlü? Ne tür hizmetler sağlıyor? Spor ve kulüp faaliyetleri ne kadar değerli? Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik ne kadar önemli? Yeni tür dersler açmaya ne kadar yatkın? Bunlar üniversite seçiminde oldukça önemli konular.

Ebeveynlere söylemek istediğim ise bu süreçte çocuklarını rahat bırakmaları. Çocuklar aslında ne istediklerini biliyorlar. Bilmiyorlar ise, ebeveynler o zaman destek olsun. Kendi istedikleri hayatı çocukları üzerinden yaşamak isteyen ebeveynlerden olmamak lazım diye düşünüyorum. “Ben doktor olmak istedim, olamadım, bari çocuğum olsun.” düşüncesinin gençlere yaşattığı olumsuzlukları gözden kaçırmamak gerekiyor. Gençlerimiz de birer birey ve onların da kendine özgü bir hayatı var. Onlar kendi hayallerini yaşamalılar. Sonra fikirlerini değiştirirlerse, artık ona da imkan var. İsterlerse sonra bölüm değiştirebilirler. Hayat onların hayatı. Bu değişikliklerden dolayı 1-2 sene fazla okunsa da bir şey olmaz. Hayalleri ertelememek çok daha önemlidir. Gençlerin üniversitede ailelerine maddi olarak yük olmamak için çalışması gerektiğini düşünüyorum. Hem hayatı öğrenip, hem de eğitim harcamalarına destek olabilirler. Ailelerin bunu çocuklardan talep etmesi gerekir. Bir öğrenci, üniversiteye %50 burslu girdiyse, ailesi ona “Yarısını ben vereceğim, yarısını sen çalışıp kazanacaksın.” diyebilmelidir. İlla belli bir üniversitede okumak uğruna ücretli bölüm yazmak yerine, aynı bölümü başka bir üniversitede burslu okumak da oldukça akıllıcadır. O para yüksek lisans veya diğer eğitimlerde harcanabilir. 10 sene sonra kimse hangi üniversiteden mezun olduğunu sormuyor, iş başvurularında getirdiğin kişisel pakete bakılıyor. Yetkinliklerin, değerlerin, aldığın eğitimler, yaptığın stajlar gibi. Bunu da sen oluşturuyorsun zaten, üniversitenin ismi oluşturmuyor.

Röportaj:
Prof. Dr. Erhan Erkut

Prof. Dr. Erhan Erkut
Erhan Erkut, lisans derecesini 1980’de Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünden, doktorasını ise 1986’da Florida Üniversitesinden aldı. 1985-2005 yıllarında Alberta Üniversitesi İşletme Fakültesinde ders veren Prof. Erkut bu dönemde “INFORMS Teaching of Management Science Practice Award” ile “3M Teaching Fellowship” başta olmak üzere dokuz eğitim ödülü ile Canadian Operational Research Society tarafından verilmiş beş başarı ödülü aldı ve 50’den fazla hakemli dergi makalesi yayınladı.  Eğitim ve araştırmanın yanında birçok endüstriyel projeyi de yöneten Prof. Erkut, Centre for Excellence in Operations adlı bir uygulamalı araştırma merkezi kurdu ve INFORMS Transactions in Education dergisinin kurucu editörlüğünü yaptı.

2005’de Türkiye’ye dönen Prof. Erkut, 2005-07 arasında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı, 2008-13 arasında Özyeğin Üniversitesi Rektörlüğü, 2014′den bu yana ise MEF Üniversitesinde Rektör Yardımcısı görevlerinde bulundu.  İstanbul Erkek Lisesi Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Akademik Kurul Başkanı olarak görev yapan Prof. Erkut, son yıllarda Türkiye’de girişimcilik ve yetkinlik gelişimi konularında aktif olarak çalışmaktadır. Mehmet Zorlu Vakfı desteği ile hayata geçirdiği 21. Yüzyıl Yetkinlikleri Eğitim programı kapsamında verdiği YetGen eğitimleri ile 4 yıldır yüzlerce lise ve üniversite öğrencisinin profesyonel gelişimine destek olmaktadır. Prof. Erkut, “Üniversite Seçerken” ve “İşte Ceylanlar” kitaplarının yazarıdır.