İnsan, doğduğu andan itibaren yarını merak ederek yaşar. Yarınların içerisinde nasıl konumlanacağını, neler hissedeceğini, nelere sahip olup olamayacağını… Hayat kısadır ve yapılması gereken, yapılmak istenen çok şey vardır. Hayallerin, hedef ve beklentilerin ardı arkası kesilmez. İnsanın bu koşturmacasının nedeni bellidir aslında: Mutlu, huzurlu, güvende hissedebildiği bir hayat sürdürmek. Ama yarınlar bilinmezdir. Bilinmezlik, insanın en büyük sancılarından biridir. Bu nedenle de gelecekte yaşanabilecek tehlikeli durumlar karşısında hazırlıklı olmak gerekir. İşte kaygı, insanın ileride karşı karşıya kalacağı olası tehditlere ya da olumsuz beklentilere karşı verdiği içgüdüsel tepkidir. Gerginliğin, tedirginliğin, iç sıkıntısının hissedildiği; -şiddeti kişiye ve duruma göre değişmekle beraber- çarpıntı, terleme, titreme, kas ağrısı gibi fizyolojik belirtilerin de yaşandığı bir tür huzursuzluk halidir.
Kaygı da tıpkı korku gibi insanı uyaran, harekete geçiren bir alarm sistemidir. İnsan, kendisine saldıracakmış gibi yaklaşan bir hayvanla örneğin saldırgan bir köpekle karşı karşıya kaldığında korkar, huzursuzlanır, heyecanlanır, gerilir. Vücudundaki adrenalin seviyesi artar, nabzı yükselir, terlemeye başlar. Çevresinde yaşananlara dikkat kesilir. Kendine zarar gelmemesi için harekete geçen biyolojik mekanizma, insanın kaçmasını ve hayatta kalmasını sağlar. Kişi, “gelecekte” yaşanabilecek olumsuz bir sonuç ya da tehdide odaklandığında, yani kaygılandığında da benzer yaşamsal tepkileri verebilir. Ancak kişiyi kaygılandıran tehdit unsuru, korkuda olduğu gibi o an orada yoktur. Yani köpek sokağın başında beklemiyordur. Aynı zamanda bu durum sadece somut bir tehlike algısıyla da sınırlı değildir. Kişinin karşı karşıya kalacağı manzara; kalabalık bir sınav salonu, salondaki öğrenciler ve sıralara dağıtılmış sınav kâğıtları da olabilir. Tüm sınıf fiziksel bir saldırı için toplanmadığına göre sınavda istenilen sonucu alamamak, başarılı olamamak da tehdidin kendisidir. Dolayısıyla kaygı, kişinin yaşanabilinecek olumsuz sonuçlar karşısında, önceden önlem almasını ve gerekli hazırlıkları yapmasını sağlayan itici bir güçtür. Üniversiteyi kazanmak isteyen öğrencinin derslerine daha iyi çalışmasını ya da iyi bir performans sergilemek için sahneye çıkmadan önce provalar yapan tiyatro sanatçısını örnek verebiliriz bu duruma. (Özer,1997)
Gündelik hayatın genel akışı içerisinde kaygı verici pek çok durumla karşı karşıya kalır insan. Okulda, iş yaşantısında, sosyal çevresinde, aile içinde… Kimi zaman aile büyüğünün sağlığına, çocuğunun eğitim hayatına kimi zaman da yaşanılan ülkenin geleceğine kaygılanılır. Öyle ki bazen “kaygısız olmakla” suçlanabilir karşı taraf. Vurdumduymazlık, duyarsızlık yakıştırmaları da peşi sıra gelir. Birliktelikten uzaklaşan, gün geçtikçe bireyselleşen ve bencilleşen zamane insanına duyulan kızgınlığın dile gelmesidir belki de bu. Ya da boş vermişliğe, amaçsızlığa karşı eleştiridir. Yani aslında insan olmanın, yaşamanın, yaşanılan çevreye uyum sağlamanın doğal sonucudur kaygılanmak.
Kaygı, her ne kadar insanın deneyimlediği normal bir duygu olsa da çağrışımı genel olarak olumsuzdur. Çünkü üzüntülü, stresli, gerilimli durumlarla; endişe verici düşüncelerle bağdaştırılır. Bu nedenle de kimi zaman hissedilmemesi, kaçınılması gereken bir duygu olduğu düşünülür. Aslında bu noktada önemli olan kaygının süresi ve yoğunluğudur. Kararında hissedilen kaygı, kişinin başına gelebilecek sorunlar için çözüm yolları üretmesini sağlar. Kişinin çevresiyle uyum içinde yaşamasını kolaylaştırır, yeni yaşam olaylarını sağlıklı bir şekilde karşılamasına yardımcı olur. Kaygıyı sorun haline getiren, olağandan yoğun ve uzun süreli, hayatın günlük akışına zarar verecek şekilde hissedilmesidir. Bu durumun en belirgin şekilde yaşandığı deneyimlerden biri de sınavlardır. Peki, kaygının sınavlardaki görünümü nasıldır?
Sınav Kaygısı
Sınav çocuğun eğitim hayatına yön veren, geleceğini şekillendiren deneyimlerden biridir. Sosyal çevrede saygınlık kazanmanın, belli bir statüye ulaşmanın yoludur bazen de. Elde edilen başarılar, kişiliğe verilen değerin ölçüsü gibidir.
Sınav kaygısı, eğitim hayatı boyunca pek çok öğrenciyi etkileyen, beklenilen düzeyde başarı elde edilmesine engel olan, özellikle de öğrenilen bilginin sınavda kullanılamaması şeklinde kendini gösteren endişeli gerginlik halidir. Sınav kaygısının en önemli nedenlerinden biri, kişinin değerini sınavdan alacağı sonuçla ölçmesidir. Sınav kaygısı yaşayan kişi için sınav, sanki sahip olunan bilgilerin değil de kişiliğin sınanacağı bir deneyim olacaktır. (Özer,1997) Sınavda başarısız olmak, kişiliğinin de başarısız olmasıdır. Kişi kendine dair genellemeler yapar. Dolayısıyla da bakış açısı “Bu sınavda başarılı olamadım.” değil, “Ne kadar da başarısız bir insanım.” şeklinde olabilir. Bu durum, kişinin sınavlara olduğundan daha fazla (ya da gerçekdışı) anlam yüklemesine ve nihai olarak yoğun şekilde kaygıyla sarmalanmasına neden olabilir.
Kişinin sınav sonucuyla ilgili endişe verici düşünceleri arttıkça kalp çarpıntıları, nefes darlığı, aşırı yorgunluk, yeme ve uyku bozuklukları gibi kişinin rutini bozan tepkiler görülebilir. Sınav kaygısını yoğun şekilde yaşayan kişi, ruhsal olarak kendini yetersiz ve çaresiz hissetme eğilimi içine girer. Yeteneklerini sürekli sorgular hale gelir. Sorguladıkça kaygılanır, kaygılandıkça sorgular. Aklından sürekli “Sanırım başaramayacağım. Ne yaparsam yapayım olmayacak, beceremiyorum. İnsanların yüzüne nasıl bakacağım?” gibi cümleler geçer. Gelecek tasarısı umutsuzlukla inşa edilir, defalarca tekrarlanan senaryoların finalleri genelde en kötüsüdür. Sonuca odaklanmak, süreçte yapılabileceklerin önüne geçer. Sağdan sola sallanan bir sarkaç gibi insan zihnindeki düşünceler de geçmiş ve gelecek arasında gider gelir. Bir türlü anda kalamaz insan. Nasıl ki kaygılanmamak kişiyi harekete geçmekten alıkoyabiliyorsa, endişeli düşüncelerin kıskacına takılmak da benzer şekilde kişiyi hareketsiz kılabilir. Dolayısıyla da sınav kaygısı, yeteneği, bilgisi olduğu halde kişinin potansiyelini tam anlamıyla gerçekleştirmesine engel olabilen bir durumdur.
Yoğun şekilde hissedilen kaygı, sınava hazırlık sürecinde kişinin verimli ders çalışmasını engeller. Kişinin, çalıştığı ders materyallerine odaklanmasını zorlaştırır. Sınavın olası sonuçlarına dair düşünceler silsilesi nedeniyle dikkat çabuk dağılır. Okunan metinlerin anlaşılması da güçleşir. Kişi sınavın yarattığı baskıdan kaçınmak için kimi zaman daha keyif verici faaliyetlere yönelir, kimi zaman da erteleme davranışı gösterir. Zamanı iyi kullanmada zorlanır. Sınav vakti yaklaştıkça sorumlu olduğu konuların tamamına çalışacak vakti kalmadığını görünce daha da kaygılanır. Bu durum bir döngü şeklinde sınava kadar devam eder. Aslında sınav sırasında da durum bundan farksız değildir. Kişi sınav kâğıdında yer alan sorulara dikkatini veremez çünkü odağı sürekli zihnindeki düşüncelere ve bedeninin verdiği tepkilere kayar. Çalıştığı bilgileri hatırlamakta zorlanır, kolay hata yapar. Sınav süresini iyi değerlendiremez. Sonuç olarak tüm bu yaşananlar, kişinin sınav başarısının düşmesine yol açar.
Sınav Kaygısı ve Anne Baba Tutumları
Bebeğin, ilk güvenlikli ortamı tüm sıcaklığıyla annesinin karnıdır. Annesinin varlığı tüm bedenini sarıp sarmalamıştır. Bebek, doğduktan sonra da aynı güvenlik hissini ve sıcaklığı arar. O sıcak ortamı terk etmek bilmediği yabancı bir dünyaya adım atmak zorunda kalmıştır. Annesinin bakımına, desteğine, ilgisine ihtiyaç duyar. Annenin yokluğu, varlığına karşı en büyük tehdittir. İhtiyaçları annesi tarafından karşılanmayan bebek, çaresizlik ve güvensizlik hissiyle tanışır ve bunu zihnine kaydeder. Bu nedenle ilerleyen dönemlerde güvenliğini sarsacak bir olayla karşılaştığında, kaydettiği bu his tekrar gün yüzüne çıkar, kendini hatırlatır. Dolasıyla da erken dönemde ihmal edilen, yeterince sevgi görmeyen ve annesinin sıcaklığını yeterince hissedemeyen bebekler, ilerleyen dönemlerde daha kaygılı bir yapıya sahip olabilirler. Kaygıya eğilimi yüksek olan çocuk, bu duyarlılığını sınavlara da taşıyabilir.
Otoritenin hâkim olduğu ailelerde çocuğun yetenekleri, istekleri ve düşünceleri genellikle göz ardı edilir. Çocuk, sıkı bir disiplin içerisinde, idealize edilen profile uygun bir şekilde yetiştirilmek istenir. Aile içinde karşılıklı iletişim yok denecek kadar azdır. Daha çok anne babanın tavsiyelerini ve kendi deneyimlerini aktardığı, uyulması gereken kuralları sıklıkla hatırlattığı; çocuğun ise sadece dinleyici olarak yer aldığı bir ortam mevcuttur. Çocuğa yapabileceğinin üstünde görev ve sorumluluklar verilir, adeta olgun bir yetişkin gibi davranması beklenir. (Şahan, 2019) Otoriter tutum sergileyen anne babalar, çocuğu ilgi ve sevgiden mahrum bırakarak disipline etmeye çalışırlar. Çocuk beklenildiği gibi davranmadığında şiddetli eleştirilere maruz kalır. Kuralları çiğnediğinde ceza alacağını bilir. Tüm bu tutumlar çocuğun kendine duyduğu güveninin yara almasına, cesaretinin kırılmasına neden olabilir. Bu tutumu benimseyen anne babaların çocukları, yoğun sınav kaygısı yaşayabilirler. Çocuk için hata yapmak, başarısız olmak, beklentilere cevap verememek oldukça endişe yaratan durumlar haline gelebilir.
Mükemmeliyetçi tutum içinde olan anne babaların, çocuklarından beklentileri her daim yüksektir. Onlara göre çocuk hep “en iyisini” yapmalıdır. Anne baba, çocuğun becerisinden çok kendi beklentisine odaklanır. Çocuk da kendini ailesine ispat etmeye, onların beklentilerini karşılamaya çalışır. Kendi içinde sevilme duygusunu bu şekilde koruyacağına inanır. (Şahan, 2019) Kimi çocuklar, yeterlilikleri dolayısıyla beklentileri karşılar. Ancak elinden gelen gayreti göstermesine rağmen kimisi de karşılayamaz, arzu edilen sınav başarısına ulaşamaz. Çocuğa daha iyisini yapabileceği, yapması gerektiği söylenir. Bu durum, bir türlü istenilen seviyeye ulaşamayan çocukta yetersizlik duygusunun gelişmesine neden olur. Kendisini değersiz hisseden çocuk, potansiyelini ortaya koymaktan çekinir hale gelebilir. Ya da “Nasıl olsa yapamıyorum.” deyip çalışmayı tümden bırakabilir. Her iki durumda da çocuğun anne babasının gözündeki değerini başarıyla eşleştirmesi, her yeni deneyimi kaygıyla karşılamasına neden olabilir.
Aşırı korumacı anne babaların gözleri ise sürekli çocuklarının üzerindedir. Çocukları zarar görmesin, üzülmesin, incinmesin diye onların her şeylerine koşup işlerini halletmeye çalışırlar. Adeta çocuklarının bir dediğini iki etmezler. Yeri geldiğinde çocuğun alması gereken sorumlulukları da onun yerine alır, yapılması gerekenleri kendileri yaparlar. Bir “sorun çözücü” gibi hareket ederek, çocuğun kendi başına çözüm üretmesine fırsat vermezler. Çocuk, yol boyunca önüne çıkan taşların ebeveynleri tarafından temizlenmesine o kadar alışır ki… Bu durum, çocuğun bağımlı bir kişilik yapısı geliştirmesine neden olabilir. Aslında tüm bu davranışların altında çocuğa, kendi kendine yetemiyor olduğuna dair bir mesaj da vardır. Sonuç olarak çocuk dışarıya adımını attığı an çevresinde hep bu desteği arar. Bulamadığında ise sorunlarla tek başına mücadele etmek, sorumlulukları yerine getirmek, yeri geldiğinde karar vermek, onun için stres yaratan, zorlayıcı yaşam olaylarına dönüşebilir.
Gereğinden fazla fedakârlıkta bulunan anne babalar, bazı çocukların yoğun şekilde suçluluk duygusu hissetmesine neden olabilirler. Çünkü anne baba onlar için oldukça fazla, emek ve çaba sarf etmiştir. Dolayısıyla bu çabanın karşılığını başarıyla veremeyecek olmak, çocukların sınav kaygısı yaşamasına neden olabilir. Tam tersi şekilde bazı çocuklar da anne babalarının bu aşırı korumacı tavrına güvenerek, sorumluluk almaktan kaçınabilirler. “Ne de olsa, her dediğimi yapıyorlar. Sınavlarda başarılı olsam da olmasam da fark etmez.” deyip sınavlarına dair herhangi bir kaygı yaşamazlar. Her iki durum da çocuğun sınavlarda başarısız olmasına neden olabilir.
Ne Yapılabilir?
Çocuğa ihtiyacı olan sevgi ve ilgi, koşulsuz şekilde sunulmalıdır. Çocuk, bu durumun sınavda göstereceği performansa göre değişmeyeceğini bilmelidir. Çocuğun, kendine özgü, farklı bir kişiliğe sahip olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Bu noktada çocuğu tanımak; ilgi ve becerilerinin ne olduğunu bilmek, isteklerine kulak vermek son derece önemlidir. Çocuğun kişiliğine ve kapasitesine uygun gerçekçi beklentiler içine girilmelidir.
Bir yaşam tecrübesi olarak başarısızlığın, kişi için öğretici bir kazanım olduğu vurgulanmalıdır. Sınav sonucunun kişilik değerini ölçemeyeceğine dair mesajlar verilmelidir. Sonuçtan çok sürecin önemine dikkat çekilmelidir. Bu süreçte harcanan enerjinin, emeğin ne kadar değerli olduğu hatırlatılmalıdır. Aynı zamanda çocuğa her zaman başka seçeneklerinin de olduğu söylenmelidir.
Aile içerisinde sağlıklı bir iletişim kurulması son derece önemlidir. Hem sınav stresi hem de gelişimsel sürecin yarattığı ruhsal değişimler, çocuğun gergin davranmasına, iletişime kapalı tavırlar sergilemesine neden olabilir. Bu bilinçten hareketle, çocuğun kendini ortaya koyabileceği uygun ortamlar hazırlanmalı, fırsatlar yaratılmalıdır. Çocuk ilgi ve dikkatle dinlendiğini görürse, kaygı dolayısıyla hissettiği olumsuz duyguları daha kolay paylaşabilir. Bu sırada “Seni dinliyorum ve hissettiklerini önemsiyorum. Sonuç ne olursa olsun yanındayım! ” mesajı verilmeli ki çocuk da hem kendini değerli hissedebilsin hem de duygularını açıkça ifade edebilsin.
Çocuklar başkalarıyla kıyaslanmamalıdır. Her çocuk biriciktir. Kendine özgü karakteri, becerileri vardır. Başkalarıyla kıyaslanmak, çocuğun kendine duyduğu güveni zedeleyebilir. Bu durum yetersizlik duygusun gelişimine neden olabilir. Başkalarının kendi hakkında ne dediği, ne düşündüğü önemli hale gelmeye başlar. Kendisini başkalarının gözünden değerlendirmesiyle devam eden süreçte, sıklıkla beğenilme kaygısı yaşadığı görülür. Önemli olan, bu süreçte çocuğun başladığı noktadan ne kadar ileri gidebildiğidir. Tek rakibi, sürecin başındaki kendisidir.
Bu süreçte çocuğa anlayış ve hoşgörünün hâkim olduğu, ilgi ve sevginin koşulsuz sunulduğu, iletişimin sağlıklı bir şekilde kurulduğu, sınırların tutarlı bir şekilde konulduğu huzurlu bir aile ortamının sunulması; çocuğun daha başarılı bir sınav dönemi geçirmesini sağlayacaktır.
Yazan:
Gülseren Kaya
Uzman Psikolojik Danışman
Kaynakça
Alkın, Tunç. (2015). Kaygının Kayıp Nesnesi. Psikeart Dergisi. Sayı 31: Art Dergisi
Boyacıoğlu E. N, Küçük L. Ergenlikte Mantık Dışı İnançlar Sınav Kaygısını Nasıl Etkiliyor? Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011; 2(1): 40-45. https://jag.journalagent.com/phd/pdfs/PHD_2_1_40_45.pdf
adresinden Ekim 2022 tarihinde alınmıştır.
Eğilmez, Ayhan. (2015). Günümüz Anksiyöz İnsanı. Psikeart Dergisi. Sayı 31: Art Dergisi
Özer, Kadir. (2004). Kaygı, Sınanma Duygusuyla Baş Edebilme. İstanbul: Sistem Yayınevi
Sarıkaya Ş, Gemalmaz A. Sınav Kaygısını Etkileyen Faktörler. The Journal of Turkish Family Physician 2021;12(2):99-10. http://turkishfamilyphysician.com/makaleler/derleme/sinav-kaygisini-etkileyen-faktorler/ adresinden Ekim 2022 tarihinden alınmıştır.Şahan, Ömer. (2019). Sınav Kaygısı Neden Var? Nasıl Azalır? İstanbul: Pozitif Yayınevi
Şahin M. Korku, Kaygı ve Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları. Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD) 2019;6(10):117-135. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/896292 adresinden Ekim 2022 tarihinde alınmıştır.