“Zihnimizde oluşan görüntü vücudumuzun resmidir.”
Schilder
Yaşamımızı devam ettirmek için bir zorunluluk olsa da yemek yemek bunun ötesinde bir anlam taşır birçoğumuz için. Yalnızca doyum sağlamak için değil, keyif almak için yeriz. Doğum günleri, bayramlar, düğün yemekleri, cenazeler, hayatımızın her alanında mutlu veya mutsuz günlerimizde duygularımıza eşlik ediyor yemekle olan ilişkimiz. Bir noktada bu ilişki keyif vermekten çıkıyor, her lokma zehre dönüyor kimileri için… Peki, nerede değişiyor yemeğe verdiğimiz anlam?
Günlük hayatınızı şöyle bir düşündüğünüzde pek çok şey için acele etmek durumunda kaldığınızı fark edersiniz. Erken kalkıyoruz, kahvaltımızı en kısa sürede tamamlıyoruz, hatta bazen zamandan kazanmak için kahvaltıyı erteliyoruz, hızla hazırlanıp işe, okula vs. yetişmeye çalışıyoruz. Yetişince de tempomuz yavaşlamıyor, gün içerisindeki her işi bir koşuşturmaca ile tamamlamaya çalışıyoruz. Eve döndüğümüzde, evimiz de bize kendimize ayırabileceğimiz bir zaman dilimi sunmuyor, çeşitli sorumluluklarımız -çocuklarla ilgili sorumluluklar, onların ödevleri, okul ile ilgili hazırlıkları, belki ebeveynlerimizin de bakımı ekleniyor tüm bu sorumluluklara- yine kısa bir zaman dilimi içinde tamamlanmak durumunda.
Ama içinde yaşadığımız zaman sadece böyle bir yoğunluk getirmiyor bize. Aynı hızı yaşantımızın her bölümüne yansıtmaya çalışıyoruz. İlişki başlatma biçimimize, kişilerarası tahammülümüze, strese toleransımıza, yeme alışkanlıklarımıza…
Her şey o kadar hızlı ki ve her şey için o kadar az zamanımız var ki… “Merhaba” dedikten sonra “Nasılsın?” diye sormadan, “Ooo göbek yapmışsın” diyen dostlar, “Yediklerine biraz dikkat etsen” diyen anneler…(Bayraktar, 2011) Belki bu nedenle içsel süreçlerimizden çok dışarıdan nasıl göründüğümüz önem kazanmaya başlıyor. Kendimizi tanıtmak için, başkalarını tanımak için “beden” üzerinden değerlendirme yapıyoruz çoğu zaman. Tabii ki modern toplumun yalnızca hızıyla ilgili değil bu, aynı zamanda “değişen” toplum “ideal” ölçüler belirliyor olması gereken bedenlerle ilgili…
Toplumsal dinamiklerin, kişinin içsel dinamiklerinin, bireyin yaşının, cinsiyetinin, sosyokültürel koşulların, dini inanışların bedeni nasıl şekillendirdiğini görmek günümüzün en çok konuşulan hastalıklarından biri olan “yeme bozukluklarına” da değişik açılardan bakmamıza olanak sağlayacaktır.
Yeme Bozukluklarının Çeşitleri
Yeme bozuklukları yüzyılı aşkın bir süredir var olmasına karşın, özellikle 80’li yıllardan bu yana daha fazla gündemde olan bir psikiyatrik hastalık olarak öne çıkmaktadır. Yapılan çalışmalar özellikle son 10 yılda batılı toplumlarda yeme bozukluğunun görülme sıklığının hızla arttığını göstermektedir.
Altında yatan neden ne olursa olsun, yeme bozukluklarının ortak noktası kişilerin kendilerini yemeğe karşı çaresiz hissetmeleri ve düşüncelerinin devamlı bu konu çevresinde yoğunlaşmasıdır. Bu durumda kişiler artık spontan ve zevkle yemek yeme yetilerini kaybederler, karınları acıktığında ya bu duyguyu görmezden gelirler ya da sınırsız bir şekilde yemek yerler. Sınırsız yiyenlerin birçoğu bu ataklardan sonra yoğun suçluluk duygularıyla boğuşur ve kendilerini açlıkla cezalandırırlar. Sindirimi güçlendiren ilaçlar almak; yoğun bir şekilde spor yapmak ya da kusmak bu suçluluk duygularıyla başa çıkmanın başka şekilleridir.
Literatüre bakıldığında yeme bozukluklarının 3 ana başlıkta toplandığını görürüz. Bunlar, Anoreksiya Nervosa, Bulimia Nervosa ve Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu olarak adlandırılır.
Bedeni Cezalandırmak:
Anoreksiya Nervosa
Anoreksiya nervosalı bir kişi öncelikle aşırı zayıflama düşüncesi içindedir. Bu kişiler genellikle, kendi bedenlerine ilişkin olarak bir “mükemmellik” belirler. Bu mükemmellik mantıksal bir ölçüden çok uzakta olabilir. Ancak anorektikler bu mükemmelliğe ulaşmak konusunda her zaman yeterliliklerini ispatlamaya çalışırlar.
Hayatlarında kontrol edebildikleri tek şeyin yemek ve kiloları olduğunu düşünebilirler. Eğer yaşantılarında olanları kontrol edemiyorlarsa, en azından kilolarını kontrol edebileceklerini ispatlamaya çalışırlar.
Her sabah, tartıda gördükleri sayı, zayıf olma hedeflerinde ne kadar başarılı olduklarını belirler. Kilo verdiklerinde, güçlü olduklarını hissederler.
Bu kişilerde ilk göze çarpan aşırı zayıf ve sağlıksız görüntüdür. Genellikle kız çocuklarında ergenlik öncesi veya ergenlik döneminde ortaya çıktığı görülür. Bu dönemde bedene ilgi artmıştır ve kişi tüm enerjisini, tüm dikkatini kilo kontrolüne yöneltmektedir. Kişinin kilo ile ilgili algısı gerçekçilikten uzaklaşmakta ve kişi aynadaki halini her zaman kilolu bulmaktadır. Kişi kendi ile ilgili bu algısı nedeni ile beslenme alışkanlıklarını değiştirmeye başlar. Hiç yemek yememeye doğru giden bu sürece aşırı spor da eşlik edebilir.
Mükemmeliyetçilik, hata yapmaktan korkma, diğer insanların kendisi ile ilgili düşüncelerini gereğinden fazla önemseme anorektik kişilerde öne çıkan özelliklerdir.
Bazen, kalorilere ve kilo kaybına yoğunlaşmak, onların, duygularını dondurmalarına yardımcı olur. Onlar için, açlığa odaklanmak, duygusal problemleriyle doğrudan ilgilenmekten daha kolaydır.
Kişiler zamanla kendi dünyalarında kaybolur ve neredeyse bu konudan başka bir şey düşünemez ve yapamaz hale gelir. Bozukluğun kronikleştiği durumlarda kişiler zamanla kendilerini sosyal çevrelerinden de geriye çekerek kendi dünyalarında yalnızlaşır. Bu psikolojik semptomlar dışında kişilerde bir yığın bedensel sorunlar da –kan dolaşımının düşmesinden dolayı soğuğa karşı özellikle parmaklarda aşırı hassasiyet, seslere ve ışığa karşı aşırı hassasiyet, aşırı zayıflık, mide-bağırsak ağrıları, regl olamamak, tırnakların kırılması, saç dökülmesi, kemik erimesi, kalp ağrıları, kan şekeri düşmesi ve diş çürümesi- gözlemlenir.
Anoreksiya nervosa pek çok kişide kaygıyı sağlıksız biçimde bedeni aracılığıyla dengeleme çabasıdır. Diğer bir deyişle, yemek yemeyerek kaygıyı kontrol altında tutma davranışı olarak özetlenebilir.
Bedenin Pişmanlığı:
Bulimia Nervosa
Bulimik kişileri, anorektiklerden ayıran fark, yemeği reddetmek yerine çok fazla yemek yemeleri, hatta çoğu zaman kalori değeri yüksek besinleri tercih etmeleridir. Aşırı ölçüde, adeta patlayıncaya dek, krizler halinde tekrarlayan yemek yeme nöbetlerinin olduğu bir rahatsızlıktır. Bu gıdaları tükettikten sonra yoğun bir pişmanlık ve suçluluk duygusu yaşayarak kusma davranışı sergilerler veya dışkılamayı arttırıcı ya da idrar söktürücü, yan etki olarak zayıflama yapabilecek ilaçları kullanabilirler. Yemek yemeyi kendine yasaklayıcı tutumlar ya da normalden daha çok fiziksel aktivite gibi uygun olmayan telafi edici davranışlar içine girebilirler.
Aşırı yeme, kaygıyı bastırma; ardından gelen yediklerini çıkartma içerde bastırılmış kaygıyı dışarı atma görevi görebilir. Özellikle kusma kişiyi psikolojik olarak kısa süreli rahatlatır. Bu kısa süreli rahatlama arkasından yorgunluğu, pişmanlığı, depresif ruh halini getiriyor olsa bile bağımlılık yaratabilir. Kişiler o kısa süreli rahatlamayı aşabilmek için aşırı yemek yedikten sonra kusma yöntemini seçebilirler.
Kilolarında aşırı bir azalma olmadığı için çevreleri tarafından fark edilme ihtimali anorektiklere göre daha düşüktür. Bunda yeme ve kusma ataklarını daha çok yalnız başlarına yaşamalarının da etkisi vardır.
Bulimia Nervosa’nın 2 alt tipi vardır. Birincisinde kişi düzenli olarak kusma, idrar söktürücü ve dışkılamayı arttırıcı ilaçlar kullanırken, ikinci tipte ise kişinin yemek yememe veya anormal derecede fiziksel aktivite, vücut egzersizleri gibi alınan kalorileri telafi edici davranışlar sergilediği görülür.
Bedenin Doyumsuzluğu:
Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu
Bu sorunu yaşayan kişilerin sorunu tam olarak bir yeme bağımlılığıdır. Yemeğe başladıktan sonra kendilerini durduramazlar ve yemeğe başladıktan sonra aşırı miktarda gıda tüketirler. Onlar için önemli olan yemekten keyif almak ya da yemeğin doyuruculuğu değildir. Bu kişilerin yeme davranışları bulimiklere benzer ancak yemek yemeğe eşlik eden kusma, aşırı egzersiz vs. gibi davranışlar görülmez. Yediklerini kusmadıkları için fazla kiloludurlar.
Genellikle sosyal ortamlardan uzak durarak yalnızken yemek yemeyi tercih ederler. Tıkınırcasına yeme bozukluğu olan insanların hepsi onlarca diyet deneyimine sahiptir. Zaman zaman bu diyetlerle kilo verip sonradan daha fazlasını almış olmak bu grupta en çok rastlanan durumlardan biridir. Kontrol kaybı duygusu, korku, utanç, çaresizlik, kendi dünyası içinde kaybolma, yemekten başka bir şey düşünememe gibi psikolojik durumlar dışında bu kişilerde bedensel olarak tansiyon hastalıkları, diabet, eklem ve omurga sorunları, karaciğer rahatsızlıkları, nefes bozuklukları ve kalp rahatsızlıkları gözlemlenebilir.
Güzel Gülünmek mi? Yoksa Başka Bir Kusura Örtmek mi?
Yeme bozukluğunun kökeni duygusal sorunlara dayanmaktadır. Yeme bozukluğu olan kişilerin yemek ve kilo ile ilgili takıntıları vardır. Bunun yanı sıra bedenleri ve kiloları, gün içerisinde ne yedikleri, ne kadar yedikleri, aldıkları besinlerin kalori değerleri günlük düşüncelerinin önemli bir kısmını kapsar.
Kişinin yeme alışkanlıkları üzerinde toplumsal nedenler ve psikolojik nedenlerin etkisi olduğu savunulmaktadır. Diğer bir deyişle, problemin temelinde yemek, kalori, kilo gibi kaygılardan çok daha fazlası vardır. Kişinin yaşam koşulları, aile ve arkadaş ilişkileri, kişilik özellikleri, duygu durumu, içinde bulunduğu toplumun ideal beden algısı, bedene yüklenen anlamlar, değer yargıları yeme bozukluğunun oluşumunu tetikleyen faktörler arasındadır.
Dış Dünya Nasıl Etkiler?
Sosyokültürel açıdan hızlı değişen ülkelerde toplumsal anlamda da pek çok değer, tutum ve inanış hızla değişmektedir. Bu değişim toplum içerisinde kadın ve erkek rollerini, onların toplumdaki yerlerini, onlardan beklentileri etkilemektedir. Toplumlarda kadının yerinin değişmesi ile birlikte özellikle kadın bedeni imgesi de daha çok önem kazanmaktadır. Eskiden kadının bedeni, onun anneliğine yönelik bir beklenti sonucunda oluşurken günümüz toplumunda kadının dış dünyadaki yerinin artması, “çalışan kadın” olması ile birlikte beden imgesi de farklılaşmaktadır. Kadın bedeninin daha zayıf, daha güzel, daha sportif, daha alımlı olması onun aynı zamanda “daha başarılı” olmasını sağlayan bir etken gibi görülmeye başlanmıştır.
Güzel ve zayıf olmanın yanı sıra yeme bozukluklarına yol açabilen önemli bir başka toplumsal etken ise o toplumun yeme alışkanlıkları konusundaki “sağlıklılık” çılgınlığıdır. Günümüzde özellikle gıda sektöründeki değişim, besinlerin hormonlu oluşu ve hazır gıda kültürünün artış göstermesi beraberinde çeşitli yeme bozukluklarını getirirken aynı zamanda “aşırı sağlıklı beslenme” alışkanlığını da pekiştirmiştir.
Bu kişiler sağlıklı beslenmeyi bir takıntı haline getirmeye başlamış ve bu durum kişilerin gündelik yaşamını, duygu durumunu, sosyal hayatını etkilemeye başlamıştır. Bu kişiler doğru beslenme hedefiyle, kendilerini toplumdan soyutlama, sağlıksız derecede takıntılı davranma ve hatta kendini aç bırakmaya kadar gidebilecek riskler altındadırlar. Bu açıdan bakıldığında kişi yemeği kontrol etmek isterken zamanla yemeğin kontrolü altına girebilir.
Günümüz toplumunda medyanın etkisiyle değişen güzellik anlayışı yeme bozukluklarının görülme sıklığını artmıştır. Televizyon dizileri, filmler ve hatta çizgi filmlerde bile genellikle ince vücutlu kadınlar ve kaslı erkekler başarılı, popüler, güçlü tipleri canlandırır. Bu nedenle, insanlar daha çocukluktan başlayarak yaşamda başarılı ve mutlu olmanın sırrının zayıf ya da kaslı bir görünüme bağlı olduğuna inanabilirler. Bu durum da insanın bedenine gereğinden daha fazla anlamlar yüklemesine neden olabilir. Medyanın, genç insanlarda özellikle de kadınlarda güzelliğin zayıflıkla bağlantılı olduğunu empoze etmesi ile birlik sağlıklı olmaktan çok zayıf olma ihtiyacı belirmiş, zamanla da bu zayıflık sağlıklı beden ölçülerinin hep “altında” olmaya başlamıştır.
Ergenlik dönemindeki bir genç kız, ekranda veya dergi kapaklarında gördüğü herhangi bir modeli örnek alarak onun kilosunda olmaya çalışabilir. Bunun devamında ergen, o kişinin kilosuna ulaşabilmek için öğün atlamaya, yemeklerini kısıtlamaya veya yediklerini çıkarmaya başlayabilir. Bu süreç ergenin giderek sağlıksızlaşmasına ama kendisini her şeye rağmen şişman hissetmeye devam etmesine neden olur. Kişi toplumun kendisine dayattığı güzellik kriterleri ile kendi bedenini kıyasladığında kendini yetersiz, çirkin hissederek diyet yapmaya başlar. Kişinin önüne sunulan modeller kadar ince bir bedene sahip olamayacağı inancı onu diyet yapmaktan yeme bozukluğuna götürebilir.
Her ne kadar medyadan ve toplumdan kişinin dış görünüşünün ne kadar önemli olduğu ile ilgili mesajlar gelse de kişinin yeme bozukluğuna yakalanmasının temel nedeni olarak medyayı ve toplumsal mesajları neden olarak ileri sürmek doğru olmaz.
İç Dinamikler Nasıl Etkiler?
Kişinin beslenme alışkanlıklarına özen göstermesi, egzersiz yaparak belli bir ölçüyü korumaya çaba harcaması bedensel ve ruhsal sağlığı açısından önemli bir faktördür. Böylece kişi kendi ile ilgili olarak olumlu bir beden algısına sahip olur, vücudundan, nasıl göründüğünden hoşnut olur ve kendini kabul etmenin ön şartını yerine getirmiş olur. Ancak kişi, nasıl göründüğünü, bedenini hayatının, sosyal ilişkilerinin odak noktası haline getiriyorsa ve yaşantısını bunun üzerine şekillendiriyorsa, bedenine aşırı bir yatırım yapıyorsa o zaman bu durum ruh sağlığını bozmaya başlayabilir. Bu aşırı yatırım beraberinde yeme bozukluklarını getirir. Yeme bozukluklarında toplumsal etmenlerin rolü yadsınamazken, kişinin psikolojik durumuna ilişkin etmenlerin de önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Kişi, duygusal sorunlarını yemek yeme alışkanlıkları ile dışa vurmaktadır.
Kişinin özgüven eksikliği, kaygıları, öfkesi, obsesyonları, mükemmeliyetçiliği, kendini ortaya koyamaması yemek ile olan ilişkisini etkilemeye başlar. Bu nedenle yeme bozukluklarında yüzeysel olan sorun kilo ve yemekle ilgiliyken altta yatan -ve asıl neden olan– duygusal sıkıntılar göz ardı edilmemelidir. Temelde, bilinmesi gereken en önemli şey, Anoreksiya Nervoza, Bulimia Nervoza, Aşırı Yeme Bozukluğu ve diğer yeme bozuklukları yemek veya kilo ile değil; psikolojik durum ile ilintilidir.
Yeme Bozuklukları ve Kişilik Yapısı
Aynı toplumda bulunan ve beden konusunda aynı toplumsal mesajlara maruz kalan her birey yeme bozukluğu tablosu ortaya koymaz. Çünkü kişilik yapısı bu hastalığın ortaya çıkma sürecinde çok önemli bir role sahiptir. Kişilik yapısındaki bazı özellikler veya eğilimler kişinin yeme bozukluğu geliştirmesine etki edebilir. Özellikle kendi hayatı üzerinde kontrol sahibi olamayan kişilerde bu tablo daha sık görülebilir. Kişi çevresini kontrol edemediğinde kontrol edeceği alan olarak kendi bedenini ve kilosunu seçer. Bir süre sonra kilo vermek başlıca amaç haline gelir. Bu tabloda kişi, kendi bedenini içsel gerçekliğinden daha çok ön planda tutmaya çalışmaktadır. Aslında kişi bir taraftan benlik değerini düşürmekte, bedeninden memnun olmadığında kendisini değersiz görmektedir.
Yeme Bozuklukları ve Cinsiyet
Kadın olmak yeme bozuklukları konusunda başlı başına bir risk faktörü olarak ele alınabilir. Çünkü çoğu kadın bakımlı olmak ister ve bu gayet normaldir. Ama eğer kendine bakma isteği ve düşüncesi kişinin en temel ihtiyacı ve uğraşı haline gelir, kişiyi sağlığını tehlikeye atacak yeme davranışlarına iterse dikkate alınmalıdır.
Toplumun “Güzel kadın zayıf kadındır.” baskısı her yaş grubundaki kadın için yeme bozukluğuna dair tetikleyici bir etken olabilir.
Araştırmalar yeme bozukluğu olan kadınlarda, kendinden nefret etme, kendine öfke duyma, değersizlik duygusu ve özgüven eksikliği gibi duyguların ön plana çıktığını göstermektedir.
Ayrıca, yeme bozukluğu olan kişilerde, mutlu olmanın ve mükemmel hayata sahip olmanın tek yolunun ince bir bedene sahip olmak olduğu da en temel inançtır.
Yeme bozukluğu kadınlara özgü bir hastalık gibi kabul edilse de son yıllarda erkeklerde de yeme bozukluğu tablolarının görülmeye başlandığı bilinmektedir. Erkeklerde yeme bozukluğu genellikle aşırı egzersiz yapmak, kaslı ve yağsız görünmek için sağlıksız yeme davranışlarında bulunmak, fit bir vücuda sahip olmak için vücuda zararlı besin desteği kullanmak şeklinde görülebilir. Bunun yanı sıra Anoreksiya, Bulimia oranı erkeklerde de gittikçe arttığı gibi aşırı yemeye bağlı yeme bozuklukları kadınlarda olduğu kadar erkeklerde de sıkça rastlanan bir durum haline gelmektedir.
Yeme Bozuklukları, Beden Algısı ve Ergenlik
Yeme bozukluklarının daha çok ergenlik çağında başladığı bilinmektedir. Parman’a göre, ergenin mutlak düşmanı “bedenidir”. Bedendeki başkalaşım, çocukluktan çıkan ergenin başkaları tarafından hatta kendi tarafından tanınmasını zorlaştırır. Bedendeki her değişiklik kaygı ve korku uyandırır.
Yeme Bozukluklarında Bireysel Risk Faktörleri | Yeme Bozukluklarında Aileden Kaynaklanan Risk Faktörleri | Yeme Bozukluklarında Kültürel Risk Faktörleri |
|
|
|
Boyun kısalığı ya da uzunluğu, göğüslerin küçüklüğü veya büyüklüğü gibi hemen her şey her zaman sorun olur. Erişkin bir bedene sahip olmak bir süreçtir ama zorlu bir süreç. (Parman, 2008)
Buradan yola çıkılarak ergenin en kırılgan en hassas noktası olan bedenin, ruhsallığındaki kırılganlığı yansıttığı, patolojisini ortaya koyduğu bir nesne olarak önümüze çıkması da şaşırtıcı değildir. Ergenler bu dönemde genellikle kilo vermek ve mutlu olmayı özdeşleştirebilirler.
Kilo verince daha popüler olacak, karşı cins tarafından beğenilecek, tüm problemleri çözülecek gibi gelir. Bu nedenle ne kadar kilo verirlerse versinler daha fazla vermek isteyebilirler; böylece yeme bozukluğunun ciddiyeti ve verdiği zararlar artmaya başlar.
Özellikle de kızlarda ergenliğe girişte, kişi bedeninden utanmaya, kadınlaşmaktan korkmaya ve olabildiğince zayıflayarak eski çocuk bedenine dönmeye çabalayabilir.
Yeme Bozuklukları ve Aile
Yeme davranışı beden kontrolünün bedene sahip olmanın en ilkel, en eski biçimidir. Aynı zamanda anne-çocuk ilişkisinin ilk ve en önemli ve elbette en sorunlu alanıdır. (Parman,2008)
Yeme bozukluğu olan bireylerde ilk dönem anne-çocuk ilişkisinde dikkat çekici olan annenin bebeğin tüm isteklerine ihtiyaç gözüyle bakıp duygudan yoksun bir şekilde onu doyurmasıdır. (Gürdalı,2006)
Bebeğiyle güvenli bağlanmaya dayanan ilişki kuran, onun fiziksel açlığı ile birlikte duygusal açlığını da giderebilen annelerin çocuklarında yeme bozukluğuna rastlanma sıklığı çok daha düşük olacaktır.
Yeme bozuklukları, anne-babaların kendi içlerinde ve çocuklarla ilişkili davranış ve tutumları arasındaki karşılıklı etkinin iyi bir örneğini oluşturmaktadır. Nasıl ki kişinin duygusal gelişimini öncelikle anne ile kurduğu ilişkiden sonrasında da aile tutumlarından bağımsız değerlendiremezsek, yeme bozukluğu da buradan bağımsız olarak görülmemelidir.
Aile yapıları incelendiğinde sınırları belirli olmayan, fazla iç içe ailelerde yetişen bazı gençlerin, yeme bozukluğunu, kendilerine bir kimlik edinme ve aileden kendini ayrıştırmak için kullanabildikleri görülmüştür. Özellikle ergenler, kendilerine ait bir hayata sahip olma, mesafe koyma ihtiyacı hissedebilirler. Bu durumda sınırların belirlenmediği aile ilişkileri yeme bozukluğu oluşmasına neden olabilir.
Yazan:
Berna Şahin
Psikolojik Danışman
Gülseren Kaya
Uzman Psikolojik Danışman