Mutlu Olalım Yeter mi?

Gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu her yerde; ilan panolarında, reklamlarda, dizilerde “Mutluluk!” sözcüğü ile karşılaşırız. Reklam spotlarında, “Böyle mutlu olursunuz!” kıvılcımları yanar ve söner. Broşürler daha fazla mutluluk vaat ederken, gezi düzenleyen turizm firmaları da mutlu olma garantisi verir. “Direksiyonu mutluluğa kırmanın yolları.” başlığını atan gazeteler, dergiler bir süre sonra farklı başlıklar da atar; “Niçin daha mutlu değiliz?”, “Nasıl daha fazla mutlu oluruz?”, “Mutluluğun 10 yolu…” Bunların yanında, son yıllarda “Çocuğumuz yeter ki mutlu olsun!” anlamına gelen cümlelerle daha çok karşılaşır olduk. Bu da, ister istemez akla önemli bir soruyu getiriyor; “Hayattaki esas mesele mutluluk mudur?”

Tıpkı madalyonun iki yüzü gibi, hayatta da her şey iki yüze sahiptir. Herkes mutlu olmak ister ama acı da vardır. İnsanlar her zaman sadece sevinç duyamaz. Bedendeki mutluluk hormonları,dışarıdan alınan uyarıcılar ve ilaçlar da duyguları değiştiremez. İnsan hayatında başarısız, mutsuz ve hüzünlü olmak da vardır. Olumlunun da olumsuzun da tek boyutluluğu, hayatın çok boyutluluğunun hakkını veremez. Yaşamak, hayatın her iki yönüyle de bir arada olabilmeyi gerektirir. Sadece olumlu olanla, hoş ve haz dolu olanla değil,  olumsuz olanla,  nahoş ve acı verici olanla da baş edebilmeyi gerektirir. Kimse bir ötekini; acıyı / mutsuzluğu istemez ama onu devre dışı bırakmak da mümkün değildir.

Eğer bir şey dileseydim
Birazcık mutlu olmayı isterdim sadece
Çünkü çok mutlu olsaydım eğer
Hüzünlü zamanlarımı özlerdim

– (Friedrich Hollaender’in Marlene Dietrich’e söylediği bir şarkıdan)

Sürekli mutlu olma ihtiyacı, mutsuz olmaya pek alan bırakmayabilir. Karamsarlığın can sıkıcı bir durum olduğu doğrudur ancak, sürekli bir iyimserlik de her zaman gerçekçi değildir. Yalnızca mutlu olmaları gerektiğine inandıkları için ne kadar çok insan mutsuz oluyordur kim bilir?

Mutluluk Vaadinin Bedelleri

  • Kendini sorgulama

Dış dünyanın kişi üzerindeki baskısı arttıkça, insanlar içsel mutluluklarını sorgulamaya başlayabilirler. Mutlu muyum ben? Gelecekte nasıl mutlu olabilirim? Mutlu olduğu düşünülerek başkalarına ait instagram, facebook, snapchat gibi sosyal medya hesaplarına bakılır ve kesintisiz mutluluk içeren paylaşımları görülür. Kişileri mutsuz ya da doğal halleriyle görebilmek mümkün müdür? Çoğu kişi böyle bir dünya içeresinde var olmaya çabalarken, yaratılan mutluluk dolu dünya herkesi nasıl ve ne derece etkilemektedir? Oysa, insanların sürekli mutlu oldukları fikrine dayandırılan bir yaşam kişi üzerinde bir baskı yaratabilir. Mutluluğun kendisi ödev haline geldiğinde, hayata yeni bir norm (kurallar bütünü) verebilir. Sanki mutlu olmak zorunludur, yoksa hayat yaşamaya değmez, diye düşünmeye başlanabilir. Mutsuzluk yaşamakta olan insanlar kendini suçlamaya bile başlayabilir. Mutluluk veren bir hayatın gerçekleri ile başa çıkılamadığına göre kişinin kendisinde bir eksiklik mi vardır? Böylece kendisini suçlayabilir, başarısız bulabilir, değersiz hissedebilir. Bazen mutlu olabilmeyi kişinin kendisinden başka herkesin başarmış olduğunu bile düşünebilir.

  • Zorluklarla baş edememe…

Birçok kurum mutlu ve sağlıklı bireyler yetiştirme vizyonu ile yola çıkar. Son yıllarda bu vizyona eşlik eden, anne babalardan benzeri cümleler de sıklıkla duyulmaktadır. Yaşamın olağan akışındaki sonuçlardan biri olan mutluluk ve onun ifadesi, artık, ailelerin bir amacı haline gelmiş görünmektedir. Aileler, yapılan görüşmelerde, sosyal ortamlarda ve okul ortamında “Çocuğumuz mutlu olsun yeter.” “O mutlu olsun diye tüm çabamız.” cümlelerini sıklıkla dile getirmektedirler. Kelimeler değişse de ana temanın özü aynıdır; “Yeter ki mutlu olsun!”

Anne-babalar çocuklarının yaşamda kendilerini ifade etmelerini, iyi ilişkiler içinde olmalarını, başarılı olmalarını, problem çözme becerilerinin gelişmiş olmasını beklerler, bunu amaçlarlar. Fakat çocuklarını mutlu etmek, onu her tür mutsuzluktan korumak niyetiyle, en ufak bir problemi onların adına çözmeye çalışırlarsa bu amaçlarından uzaklaşmaya başlarlar. Çünkü çocuklar da ailelerin bu niyetleriyle paralel olarak daima mutluluğu arar, sıkılmaya, üzüntüye, engellenmeye tahammül etmekte zorlanabilirler. Saatler süren eğlence, bilgisayar oyunları, sosyal medya hesaplarını tekrar tekrar turlamak, gizlice takip etmek, bazen riskli olabilecek durumlar içine girmek gibi durumlar bu duygulardan kaçmaya çare olurken çocuğun fazlasıyla bel bağladığı araçlar hâline gelebilir. Dolayısıyla çocuk ve ergene sınır koymak, yeniden yapılandırmak ve rehberlik etmek tam da bu noktada anne ve babanın sorumluluğundadır. Aksi takdirde çocuk / ergen, pusulasız bir gemide ve denizin tam ortasında mutlu olmak uğruna mutsuzluğa sürüklenebilir.

Söz konusu ister çocuk, ister ergen, ister yetişkin olsun, “keyfi yerinde olmak” tek hedef olduğunda, her aksaklık büyük bir probleme dönüşebilir. O zaman, en küçük bir düzensizlik bile büyük bir olumsuzluk olarak görünebilir. Olumlu bakış açısını koruyabilme çabası insanı çok zorlayabilir. Bazen, derin acılar yaşayan insanın, bu acıdan kaçınarak kendisini uzaklaştırmayı denediği görülür. Bu şekilde, korunduklarını ve çocuklarını da koruduklarını düşünürler. Acıyı görmezden gelmek gerçekte acıyı derinleştirebilir. Yaşamın gerçekleri, genellikle bastırılan şeyin yoğunluğunun arttığını göstermektedir.  Ailevi acıları konuşmamak, çok nadir olarak onları iyileştirmek için etkili bir strateji olabilir. Bu yaklaşım acıyı başka bir zamanda, genelde sonraki nesillerin korkularında ve anormalliklerinde kendini göstererek tekrar edebilir. Duyguların nasıl düzenleneceği, nasıl yönetileceği bilinmediğinde patoloji ortaya çıkabilir.

  • Mutsuzluğu Dönüştürmek…

Mutluluk önemlidir ama anlam daha önemlidir. Kişinin hayatındaki meydan okuma yolu, mutlu olmak olmamalıdır. Biraz bilgi ve denemeyle, sınırlı bir süreliğine de olsa herkes bunu başarabilir. Mutsuzlukla baş etmek, onu sindirmek, kabul etmek ve ona dayanmak çok daha zordur. Asıl mesele, böyle bir hayattan kaçmaya çalışmamaktır. Kendini hayata açmak, temkinli olup kendini hayatın belirsizliklerine bırakmak kişinin olgunlaşmasını sağlayan bir durumdur. Gerçek, hayatın içinde olabilmektir. Bazen talihsiz yaşantılar yeni bakış açılarına olanak sağlayabilir. Hayata faydası dokunabilecek bir şeyi denemenin fırsatını sunabilir. Asıl yaşam becerisi,  sıkıntılı ve mutsuzluk içeren herhangi bir şeyi kabullenebilmektir.

En yoğun mutluluk anları acının dindiği anlar değil midir? Hayata yeni bir yön vermeye teşvik etmez mi?  Ben ne yaptım? Neyi yanlış yapmış olabilirim? Kendine sürekli yeni yön tayin etmek, acı olmadan da mümkündür ama çoğu kişi bunu yapamayabilir. Bilindiği gibi bazı sanatçılar ve bilim insanları eserlerini her zaman mutluluktan yaratmamış, keşiflerini hoşnutluktan yapmamıştır. Galileo ve Einstein gibi kâşifler düşünmeseler, Madam Curie gibi araştırmacılar hayatlarını riske etmeselerdi ne olurdu? Kendisine ve sanatına bakarken hiçbir gerginliği olmasa, Vincent Van Gogh fırçasını tuvale öyle şiddetle vurur muydu? Eşsiz eserleri ortaya çıkar mıydı?

  • Dönüşümü gerçekleştirebilmek

Gündelik hayatımızda, mutsuzlukla, onu reddetmeden, yok saymadan baş etmek, mutsuzlukla temas ederek onu dönüştürmek için nasıl yollar izlenebilir diye düşünüldüğünde önceliği duyulara vermek gerekir. Anlam, duyusal tecrübelerle gelişir. Beş duyu olan görme,  işitme,  koklama,  tat alma,  dokunma, altıncı duyu olarak hareket duyusu ve yedinci bir duyu olarak da iç duyu, “içgüdü”  ona aracılık eder.

Hüzne / mutsuzluğa en iyi gelecek şeylerden biri müzik dinlemek veya bizzat müzik yapmaktır. Müzik titreşimleri bedeni, ruhu ve zihni topyekûn tek bir akustik duruma dönüştürmeye elverir. Böylece hüzün verici duygu ve düşüncelere temas etmeyi sağlar, dopamin salgılanır.

Her tür spor ve hareket de insanı enerjik hissettirir. Yürüyüş umutsuzluktan kurtulmayı sağlayan bir etki yaratır, endorphin salgılanır.

Dans etmenin ritmik hareketi hüzünlü / mutsuz ruha kendini ifade etme imkânı verirken, bir yandan da belki başka bir ruha yakınlaşma fırsatı sunar.

Bütün mutsuzlukların ortasında, lezzetli bir yemek yemek her zaman biraz anlam bulmayı sağlar. Tirozin ve triptofan içeren yiyecekler serotonin ve dopamin salgılarını artırır.

Dokunma tecrübesi de yatıştırıcıdır. Buna rağmen pek az başvurulur ve izin verilir dokunulmaya. En zor anlarda sıcak, samimi ve şefkatli bir dokunuşun, sarılmanın sakinleştirici, yatıştırıcı bir etkisi vardır.

Ardından çalışma, üretme ve sosyal ilişkiler gelir. Kendisiyle ve mutsuzlukla beraber yaşayabilmenin güçlü bir tarafı, insanın çalışmasıdır. İlişkiler, bağlantılar kurmayı sağladığında ve zevkle yapıldığında anlamlı görünen çalışmanın, ücretli çalışma ile örtüşmesi gerekmez. Hobiler, ilgi duyulan gönüllü çalışmalar, sosyal sorumluluk projeleri bunlardandır. İçinde hüzün de barındırsa, insan kalpten bağlandığı bir işi yapıyorsa oradan mutluluk çıkartabilir.

Zıt duyguların konumlandığı bağlanmalar da çok önemlidir.  Mutsuz / hüzünlü insan, duygularını paylaşabileceği, yalnızlık halinde yanında olduğunu ona hissettirecek arkadaşlara ihtiyaç duyar. Yaşadığımız kültürde en zor anlarda “Çay koy geliyorum.”, “Hadi bir kahve içelim mi?” teklifleri sıklıkla başvurulan, kişiye iyi gelen geleneklerden, alışkanlıklardandır. Birbirlerine aidiyet hisseden dostlar, ilişkiler mutsuz zamanların / durumların acısını hafifletir. Çatışmaları katlanır kılan bir anlam katar. Samimi bir sohbetin, konuşmanın yardımı olur, insana ruhsal bir anlam kazandırır.

Doğa ile ilgili her temas ve her tecrübe insana kuvvet veren bir duyusal anlam aktarımı sağlar. Doğada her şey her şeyle bağlantılıdır. Bir bahçeye bakmak, balkondaki veya pencere önündeki bir bitki ile meşgul olmak insana ruhsal dinginlik verir.

Son söz…

Hayat doğarken bir ayrılma ile başlar, sonlanırken başka bir ayrılmayla biter. Hayat insanoğluna, üstüne düşününce ona anlam kazandıran bağlantılardan birisinin de zıtlık olduğu fikrini anlatır. Belki de hastalıksız sağlığın, acısız hazzın,  ölümsüz yaşamın tasavvur edilemeyeceğini bilmek, anlamak ve kabul etmek mutluluğa giden yolun önemli bir mihenk taşıdır.

Yazan:
Gonca Baştuğ
Psikolog

Kaynakça

Özpetek, F. (2014). İstanbul kırmızısı (1. Baskı). İstanbul: Can Yayınları.

Rijo, D. (2019, Kasım). Çocuk ve ergenler için şefkat odaklı terapi. 5. Uluslararası Kognitif ve Davranış Terapileri (KDTD) Kongresi ve 1. Çocuk ve Ergen KDT Kongresi, İstanbul.

Ronen, T. (2019, Kasım). Pozitif psikoloji tekniklerinin KDT’ ye entegrasyonu. 5. Uluslararası Kognitif ve Davranış Terapileri (KDTD) Kongresi ve 1. Çocuk ve Ergen KDT Kongresi, İstanbul.

Schmid, W. (2019). Mutsuz olmak bir yüreklendirme (10. Baskı). (T. Bora, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.

Sharon, Y. (2019, Kasım). Çocuklarda emosyon düzenleme becerilerini geliştirmek. 5. Uluslararası Kognitif ve Davranış Terapileri (KDTD)Kongresi ve 1. Çocuk ve Ergen KDT Kongresi, İstanbul

Wolynn, M. (2016). Seninle başlamadı,(1. Baskı). (M. Madenoğlu, Çev.) İstanbul: Sola Yayınları.

İnternet alıntısı, Ekim 2019, https://lyricstranslate.com/en/wenn-ich-mir-was-w%C3%BCnschen-d%C3%BCrfte-e%C4%9Fer-bir-%C5%9Fey-dileseydim.html