Herhangi bir yerde zorbalık söz konusu olduğunda, insanları neredeyse her zaman için yalnızca zorbanın yaptıkları, yaptıklarının sonuçları, mağdur ettiği kişinin ruh hali, mağduriyeti ve zorbayı durdurmak ve cezalandırmak için neler yapılabileceği ilgilendirir. Mağdurun bir hikayesi vardır ve bu hikayesine zorbanın davranışlarının olumsuz etkisi üzerinde düşünülür, empati yapılır. Ancak zorbanın da bir hikâyesi olduğu ve zorbalık olarak değerlendirilen davranışlarının gerisinde ruhsal bir dinamik olduğu gerçeği, bizlerin ilgisini daha az çeker. Daha doğrusu, şiddete uğrayana empati yaparken şiddet uygulayana empati yapmakta cimriyizdir. Bu eğilimimiz de şiddetin olumsuz bireysel ve sosyal sonuçlarına baktığımızda oldukça haklı ve doğaldır.
Zorbalık her zaman şiddet yoluyla ortaya konmasa da mağdur ettiği kişi üzerindeki haksız ve olumsuz sonuçları nedeniyle, bizlerde, şiddet uygulayanlara empati göstermede yaşadığımız güçlüğün benzerine yol açar. Zorbalık yapan kişi yetişkin değil de çocuk olduğunda dahi benzer bir tutum sergilediğimizi söyleyebiliriz. Okuldaki süpervizyon deneyimimde, zorbalık olarak gündeme getirilen durumlarda eğitim kurumundaki yetişkinlerin de olayda yer alan çocuklara karşı aynı ikiliği yaşadığını gözlemlemişimdir.
Çocuklar arasındaki zorbalık olarak tanımladığımız durumlarda dikkatimi çeken bir ayrıntı bu ikili tutuma paradoks oluşturması nedeniyle özellikle ilginçtir. Zorbalık yapanın dinamikleriyle mağdur olanın dinamikleri birbirine benzemektedir. Kanımca çoğu zaman zorba-mağdur çiftini bir olayın içerisinde buluşturan da bu ortak nokta olmaktadır. Okulda çocuklar arasında rastladığımız bütün zorbalık örnekleri için geçerli olmasa da epey bir kısmında biraz sonra ele alacağım dinamiğin etkili olduğunu söyleyebilirim. Üstelik süpervizyon çalışmalarına getirilen ve zorbalık olarak nitelenen meselelerin neredeyse tümünün bana bu dinamiğin güçlü şekilde rol oynadığını düşündürten vakalardan seçilmiş olması da bir açıklama gerektirir. Tahminimce, bu dinamiğin geçerli olduğu zorba-mağdur meseleleri okuldaki yetişkinlere de bu dinamikle ilişkili olarak bir pozisyon aldırtmış ve olayı ele alışları sırasında kapıldıkları aşırı ve belirsiz duygular kendilerinde yabancılık hissi uyandırdığı için onlar da olayı başkalarıyla ele alma gereği duymuşlardı.
Çoğu zorbalık olayının gerisinde yatan sözünü edeceğim dinamiği ele almadan önce, bu tür durumlarda sıkça tespit edebileceğimiz diğer bir nitelikten daha bahsetmem uygun olur. Olaylara dahil olan zorba-mağdur çiftlerinin ilişkisi zaman zaman psikolojik bakımdan sadist-mazoşist nitelik taşır. Böyle bir niteliğin söz konusu olması mağdur taraftaki kişinin de etkin olabileceği anlamına gelir. Etkin sözcüğü, mazoşist taraftaki iken sadist olana dönüşmeyi değil, sadist-mazoşist çiftinin zorbalık olarak nitelendireceğimiz bir olayın içinde kendilerini bulmalarına yani mazoşist tarafta bulunanın da tetikleyici olabildiğine veya öncülük edebildiğine gönderme yapar. Zaten sadizm ile mazoşizmi birbirinden ayıran temel unsur etkin-edilgen farkı değildir, mazoşizm sıklıkla edilgenlik ile değil etkin oluşla örtüşür.
Okulda zorbalık olarak nitelenen durumlar çoğunlukla iki çocuk arasında yaşanır. İki grup arasında ya da bir grupla bir öğrenci arasında olduğunda da çoğunlukla grupların içerisinde yalnızca iki öğrencinin aralarındaki çatışmanın fitili ile ateşlenirler. Yine de çok sayıda öğrenci yaşanan olaylara dahil olduğunda sözü edilecek dinamiği tespit etmek çok daha zorken, yalın hali olan iki öğrenci arasında olduğunda bu dinamiği ortaya sermek daha mümkündür. Sözünü edeceğim dinamik kardeş meselesidir. Okuldaki olaylar eğer içinde yer alan öğrenciler için zorba ve mağdur tanımlamalarını aklımıza getiriyorsa sıklıkla evde büyük ya da küçük kardeşleri olan öğrenciler arasındaki olaylardır.
Çocukların zorba ve mağdur olarak bu tür olayların içerisinde yer almaları ile kardeş sahibi olmaları arasındaki ilişkiyi incelemek için sunumunda öncelikle kardeşlik meselesinin doğasında yer alan güçlüğü -belki de imkânsızlık demeliyim- ele almalıyız. Farkındaysanız kardeşlik durumunu mesele sözcüğü ile de birleştirmiş oldum. Mesele oluşu, bu ilişkinin çocuğun anne, baba, büyük anne baba gibi diğer aile bireyleri ile olan ilişkisine kıyasla negatifin ağır bastığı bir ilişki olmasındandır. Büyük çocuğun başından beri yaşadığı, küçük çocuğun ise zamanla fark edebileceği bir imkânsızlığı içinde barındıran bir ilişki.
Kardeşlik neden negatifin ağır bastığı ve hatta imkânsız sözcüğü ile nitelediğim bir ilişkidir? Çünkü paylaşmak yetişkin insanlar için bile zorken, çocuklar için daha da zordur ve kardeş sahibi olmak paylaşmak zorunda olmak demektir. Paylaşılacak olan anne baba ve onların sevgisi, ilgisi olduğunda hiçbir çocuktan kardeşi bile olsa öteki adına bunlardan feragat etmesi, fedakârlık yapması beklenemez. Daha doğrusu anne babalar çocuklarından bunu bekler ve buna belli ölçülerde karşılık bulurlar da. Ancak bu tablonun insan türünde anne baba aracılığıyla kültürün bir dayatması olduğunu ve alınanın da görünürde bir karşılık olduğunu belirtmek gerekir. Kardeşliğin imkânsızlığının içgüdüsel bir temeli olduğu da söylenebilir. En dramatik örneklerini bazı canlı türlerinde, yaşam şansını artırmak amacıyla, aynı anda dünyaya gelen kardeşler arasında henüz yaşamlarının ilk günlerde birbirleriyle olan ölüm kalım mücadelesinde görebiliyoruz.
Bu açıdan yetişkinlerin dünyasında da dile gelen kardeşçe yaşamak sözünün, ne kadar ütopik bir duruma gönderme olduğunu gerçek dünya bize sıkça göstermektedir. Arzu edilenle gerçekler örtüşmez. Aslında bu sözü, çocukluklarında kendilerine salık verilmiş ama uygulanamamış olanı, kültüre daha fazla tabi oldukları yetişkinliklerinde gerçekleştirme arzusu olarak duyabiliriz. Ancak ne yazık ki çocukların dünyasında olduğu gibi yetişkinlerin dünyasında da kardeşlik sözüyle referans yapılan ve arzulanan olumlu ilişkinin gerçekleştirilmesi imkânsızdır. Büyümüş çocuklar, geçmişte paylaşamadıkları anne babanın yerine yine paylaşamayacakları bu kez de maddi değeri olan nesneler dünyasına girmişlerdir.
Şüphesiz anne babalık konumu da imkânsız bir konumdur. Bu konumda ne şekilde yerleşirse yerleşsinler, hem kendileri için hem de çocukları için çoğu zaman tatmin edici olmaz. Hele birden fazla çocuğu olan anne babaların bu konudaki işlevsellikleri imkânsızlık sözünü fazlasıyla hak eder. Her bir çocuğa verilecek anne babalık hizmetinin yanında bir de çocukları arasındaki ilişkiye harcanması gerekecek bir emek vardır. Bunu bir formülle şöyle söyleyebiliriz; eğer iki çocuğunuz varsa üç çocukluk zahmetiniz olacaktır. Bununla birlikte bir çocukluk fazla zahmetle de problem çözülemez. Anne babanın iki çocuğuna çok büyük katkısı olur ancak kardeş meselesini temsil eden üçüncü çocuk için yapabilecekleri pek bir şey yoktur.
Çocuk sahibi olmak yetişkinlere insan olmaya ve hayata dair başka türlü öğrenemeyecekleri çok şeyi öğretirken, birden fazla çocuk sahibi olmanın ve çocukları arasındaki kardeşlik meselesi ile yüzleşmenin ise onlara çok daha fazlasını öğrettiğini kabul etmeliyiz. Bugün bahsedeceğim yalnızca daha çok şey öğrenmenin daha zahmetli olduğu çok çocuklu bazı anne babaların, bu öğrenme fırsatını kendileri adına iyi değerlendiremedikleri gibi, çocukları adına da semptomlara yol açabildikleridir.
Anne babaların kendi çocukluklarındaki kardeşlik deneyimlerinin gerçekte ya da düşlemde rekabet, kıskançlık, öfke ve şiddet boyutlarında taşkınlık içermiş olmasının onlarda yarattığı bastırılmış suçluluk hissi, hayal kırıklığı gibi duygular ve belki de anne babalık içgüdüsü, kendi çocukları arasındaki ilişkide bu yöndeki eğilimleri yok sayma ve yok etme arzusuna yol açar. Hâlbuki bu durumu doğal bularak tanımaları ve uygun bir uzlaşı için yaratıcı çözüm arayışları içinde olmaları onların çocuklarından öğrenme deneyimlerini hayata geçirecek olandır. Aksi taktirde yetişkinler için dahi imkansız olanı çocuklarından talep etmiş olurlar. Anne babalar çocuklarının kardeşleriyle ilişkilerinde sevecen ve hoşgörülü olmasını arzularken, aslında kendileri bile çocuklarıyla ilişkilerinde genellikle bu konuyu geçiştirir, eşitlik, daha da önemlisi şeffaflığı kolay kolay tesis edemezler.
Çocuklarıyla ilişkilerinde ve çocuklarının birbirleri arasındaki ilişkide biraz evvel bahsettiğim gibi uygun pozisyon almakta zorluk çeken bazı anne babaların çocuklarında semptom ortaya çıkar. Özellikle de çocukları arasındaki çatışmaları onlara da tanıtan olmak yerine kendileri inkâr eden, alan yaratmayan veya var olan çatışmayı olabildiğince adaletli ve şeffaf bir şekilde ele alamayan anne babaların çocuklarında kardeş meselesi dışarıya, geçmişte sokağa, günümüzde ise ev dışında zamanlarını daha çok geçirdikleri okula yansır. Yetişkinlerin eve iş getirip aile yaşantısında sorunlara yol açmaları gibi, bu çocuklar da okula aile meselesi getirip okulda sorunlara yol açarlar. Okulda yaşanan olaylarda kardeş sahibi bu çocuklar bazılarında zorba, bazılarında ise mağdur konumunda karşımıza çıkarlar.
İşte, özellikle ilkokul ve ortaokul seviyelerinde zorbalık olarak nitelendirebileceğimiz, öğrenciler arasındaki meselelerin birçoğunda bu dinamik rol oynamaktadır. Bu meselelerde öğrenciler birbirleri için evdeki kardeşin yerini alırken, okuldaki yetişkinler de kendilerini evdeki anne babanın temsilcisi durumunda bulabilirler. Okuldaki yetişkinlerin böyle bir konuma geçmeleri okulda ortaya çıkan sorunları ele alırken nötralitelerini yitirerek, evdeki kardeş meselesini okula yansıtmış olan öğrencilerin dinamiğine dahil olmalarına yol açar.
Okuldaki yetişkinlerin tarafsızlıklarını yitirmelerini önlemenin bence iki yolu vardır: Birincisi mağdur durumda olanın yaşanan olayın içerisinde yer almasında edilgen değil, etkin de olabileceği ihtimalini göz ardı etmemek. İkincisi ise zorbalık yapmış olan öğrencinin de onaylanmayan davranışıyla ilişkili bir hikâyesi olabileceğine önem vermek. Bu iki koşul yaşanan olayı okul ortamında yalnızca sınır aşımı, kural ihlali, onaylanmayan bir davranış olarak ele almayı önleyecektir. Bunun ötesinde bir konum almak, olayların aynı çocuklar arasında devam etmesini veya yeni bir zorba veya mağdur bulunarak onunla tekrar etmesini önleyebilmek için özellikle gereklidir.
Süpervizyonlarda ele aldığımız zorba ve mağdur konumundaki öğrencilerin hikâyeleri şu sonuçlara varmamı sağlamıştır. Zorba konumunda olan çocukların küçük kardeşlerine karşı ortaya koymayı arzuladıkları şiddet, kötü muamele ve zarar verici sözler söyleme kotalarının bir kısmı veya epey bir kısmı evlerinde tüketilmeyip okuldaki diğer öğrencilerde kullanılmaktadır. Bu çocuklar bu tür davranışları kardeşlerine yönelttiklerinde anne baba sevgisini yitirmekten endişe duyduklarından ve kardeşlerine yönelik saldırganlıklarını eyleme dökmeden kendi iç dünyalarında da halledemediklerinden, ellerinde kalan tek çıkış yolu kendi anne babalarının olmayan bir çocuğa bunu yöneltmektir. Okulda kötü muamelede bulundukları diğer çocukla aralarında, yaptıklarına haklılık boyutu katacak, yeterince kızgınlık yaratacak bir mesele nadiren bulunur. Mağdur olan çocuğun, zorba çocukların kardeşe yönelik kötü muamele kotasını üzerine çekmede paratoner özellikleri, onların da diğer çocuğa yaptıklarından daha ziyade, kendi hikâyeleri ve zorba çocuğun kardeşiyle ortak niteliklere sahip olmalarıyla çok daha ilişkilidir.
Zorbalık yapan çocuk bazen ailesinin küçük çocuğu da olabilir. Bu durumda genellikle kendisi evde büyük kardeşin zorbalığına maruz kalırken, büyük kardeşi gibi o da okuldaki akranı olana ya da daha küçük çocuklara karşı zorbalık yapabilir. Bu tür örnekler saldırganla özdeşleşime iyi bir örnektir. Kendi evlerinde anne babalarının büyük çocukla küçük çocuk arasındaki şiddete yönelik uygun tutum alamamaları bu ihtimalin gelişmesini kolaylaştırır. Bu çocukların okulda zorba olarak adlarının karıştığı vukuatlar da çoğunlukla evlerinde kendilerinin mağdur olduğu vukuatların ardından gelir.
Mağdur çocukların ailelerinde de bir büyük kardeş bulunabilir. Bu durumda söz konusu olabilecek olan, evde maruz kaldıkları büyük kardeşin yaptığı kötü muameleyi, yine mağdur konumunda olarak okuldaki diğer çocuklarla tekrar etmektir. Sadist davranışlar göstermeye eğilimli öğrencileri kendilerine en çok çekenler kendi evlerinde bu dinamiğin geçerli olduğu çocuklardır. Bu çocuklar da evlerinde büyük kardeşin yaptığı kötü muameleye anne babanın uygun bir pozisyon almamalarından muzdariptirler. Evdeki benzer durumlarda kendilerini korumamış ve uygun bir pozisyon almamış yetişkinlerin yerine, olayların içinde kalan okuldaki yetişkinleri bu göreve davet etmiş gibi olurlar. Zorbalık olaylarında mağdur durumundaki öğrencilerin de etkin olabileceğini söylerken bu tür durumları kast etmekteydim. Evde büyük kardeşlerinin kötü muamelesine maruz kalan bazı çocukların okulda zorba, bazı çocukların da mağdur konumunu almalarını belirleyen unsur ise onların ruhsal yapılarının sadizmime mi mazoşizme mi eğilimli oluşu ile ilgilidir.
Zorbalık olarak tanımladığımız durumların içerisinde mağdur olarak bulunuşları bazen tesadüf olsa da bazen de biraz evvel tanımladığım gibi dinamiklerle ilişkilidir. İlkokul ve ortaokul dönemlerindeki zorbalık olaylarında sıkça rastlandığını belirttiğim kardeş dinamiğini bu çocukların kendileri ve aileleri ile ele almak onlar için de koruyucudur. Bu açıdan okuldaki ilgililerin bazı zorba çocuklara dair yaptıkları bir tespit mağdur konumdaki öğrenciler için de geçerli olabilmektedir. Bu tespit; zorbalık yapan çocuğun hikâyesinde başka zamanlarda başka çocuklara da benzer davranışları yapabilmesini içerirken, mağdur çocuğun da başka zamanlarda başka çocukların zorbalıklarına maruz kalması hikâyesini içermesidir. Bu tekrarlar yalnızca çocuğun sınırlarını ve kendini korumasıyla ilgili yetiştirilme tarzına dair sıkıntılara veya naifliği gibi kişilik özelliklerine atfedilmemelidir. Aile ve okul tarafından çocuğun bir bütün olarak değerlendirilmesi, işbirliği içeren bir bakış ile durumun ele alınabilmesi ve anlamlandırılması önem taşır. Bu nedenle yaşanan süreçleri değerlendirirken ortak bir anlayış içerisinde düşünerek hareket edilmelidir.
* Ocak 2019 tarihinde 5. Eğitim ve Psikanaliz Sempozyumunda sunulmuştur.
Konuk Yazar:
Sezai Halifeoğlu
Psikanalist