İlişki Başarısının Temel Belirleyicisi: Reddedilme Duyarlılığı

Kişiler arası ilişkilerde yaşanan problemler, kişinin yaşamdan aldığı zevki ve tatmini belirleyen önemli unsurlardan biridir.  İlişki içerisinde olduğumuz bireylerden gelen mesajları algılama biçimimiz, aslında ilişkilerimizin de temelini oluşturabilmektedir. Reddedilme duyarlılığı, ilişkilerde reddedilmeyi kaygıyla beklemek ve reddedilmeye karşı aşırı duyarlılık göstermek olarak tanımlanmaktadır. Bu duyarlılığın kişinin sosyal ve psikolojik uyumunu etkileyen önemli bir faktör olduğu ile ilgili yapılan çalışmalarda önemli araştırmaları olan Sayın Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen ile “Reddedilme Duyarlılığı” konusunu ele aldık. Sayın Şirvanlı, bizlere bu duyarlılığın oluşumundaki temel etmenleri, ailevi faktörlerini ve dikkat edilmesi gereken önemli noktaları aktardı. Keyifle okuyacağınız bir röportaj olması dileğiyle…

  • Reddedilme duyarlılığı kavramını açıklayabilir misiniz?

Reddedilme duyarlılığı, reddedilmeyi kaygıyla bekleme, algılamaya hazır olma ve reddedilmeye karşı aşırı tepki gösterme olarak tanımlanmakta ve bu duyarlılık, bireyin kişiler arası ilişkilerindeki sosyal ve psikolojik uyumunu etkileyen önemli bir olgu olarak görülmektedir. 

  • Kabul görme veya reddedilme kavramları ruh sağlığımız açısından nasıl bir öneme sahiptir?

İnsanoğlu sosyal bir varlıktır ve doğası gereği topluluklar içinde yaşamaktadır. İçinde yaşadığı topluma ait olma ve ondan kabul görme, kişiyi gerek psikolojik gerekse fizyolojik açıdan koruyucu özelliklerken toplum tarafından dışlanma ve reddedilme kişi üzerinde olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Dolayısıyla kabul görmeye olan ihtiyaç ve reddedilmekten kaçınma, insanoğlunun anlamlı ve olumlu bir yaşam geçirmesi açısından kilit nokta olarak görülmektedir.

  • Reddedilme duyarlılığının oluşmasında temel etkenler nelerdir?

Kabul veya reddi belirleyen temel etken, kişinin çevresinden gelen mesajları nasıl algılayıp nasıl anlamlandırdığı ve nasıl tepki verdiğidir. Mesajları anlamlandırma/tepki verme süreci ise, kişinin ilk sosyal ilişki deneyimlerine, o dönemde neyi nasıl yaşadığına bağlı olarak değişim göstermektedir. Yaşanan ilk deneyimler, kabul edilme yönünde olduğunda, kişinin sonraki sosyal yaşantısı bundan olumlu etkilenirken reddedilme yönünde olduğunda, olumsuz etkilenmektedir. Özellikle, bekleme ve sabretmeyi küçük yaşlarda öğrenmiş olma, karşıdan gelen mesajları olumsuz algılamayı engelleyen önemli bir etkendir diye düşünüyorum. Her an, her istediği yapılmış çocuklar beklemek durumunda kaldıklarında veya alışkın olduklarından farklı bir mesaj aldıklarında reddedildiklerine ilişkin bir algı geliştirebiliyorlar.

  • Kişi için reddedilme duyarlılığı yüksek diyebilmek için en önemli belirtiler/tutumlar nelerdir? Kaygı, özgüven gibi durumlardan nasıl ayırmak gerekir?

Reddedilme duyarlılığı dinamiğinin en önemli parçası, kaygılı reddedilme beklentisidir. Hem reddedilmeyi bekleme hem de bunun olacağı konusunda yüksek kaygıya sahip olma, yüksek reddedilme duyarlılığı olarak tanımlanırken kabul edilmeyi bekleme ve reddedilme olasılığıyla ilgili çok da kaygı hissetmeme, düşük reddedilme duyarlılığı olarak tanımlanmaktadır. Kaygılı reddedilme beklentisinin oluşmasındaki en önemli kaynaksa ebeveynler tarafından reddedilme olarak görülmektedir. Kaygıya neden olan deneyimler, aile içi şiddet ve düşmanca tutumlara maruz kalma,  fiziksel ve/veya duygusal ihmal ve/veya istismar edilme, sıkı disiplin uygulamaları ve ebeveynler tarafından koşullu sevilmedir.

  • Reddedilme duyarlılığına eşlik eden diğer duygu durumları nelerdir?

Kaygı, üzüntü, yalnızlık, depresyon ya da öfke, nefret, saldırganlık, intikam duyguları eşlik edebilir.

  • Reddedilme duyarlılığı yeni ortamlara uyum sürecinde nasıl işliyor?  

Bu kaygı ve beklenti tüm ortamlara genellenmekte, kişi girdiği her ortamda var olan her ilişkisinde reddedilmeyi kaygıyla beklemektedir.

  • Çalışmalarınızda bahsettiğiniz Reddedilme Duyarlılığı Modeli’ni açıklayabilir misiniz?

Modelde yer alan temel dinamik, kişilerin kabul edilme veya reddedilmeye ilişkin geçmiş deneyimlerinin, onların belirli bilişsel-duygusal çerçeveler geliştirmesine neden olduğuna vurgu yapmaktadır. Sonrasında kabul veya redde ilişkin ipuçlarının var olduğu sosyal ortamlarda, bu yapı aktive olmakta; ardından birey, reddedilmeyi engellemek veya kabul edilmeyi sağlayabilmek için bazı baş etme stratejileri ve davranışlar sergilemektedir.

Reddedilme duyarlılığında ise, daha önce de söz ettiğimiz gibi, ebeveynlerin çeşitli tutum ve davranış biçimleri ile çocuğa reddedildiğine ilişkin duygusal mesaj taşınmakta, bu kaygılı bekleme, sonrasında var olabilecek olası herhangi bir durumsal tetikleyici ile (Örneğin romantik eşin soğuk ve mesafeli olması.) diğer insanlardan gelen davranışları ret olarak bekleme ve algılamayı beraberinde getirmektedir. Sonrasında algılanan reddedilme, yoğun negatif reaksiyonların ortaya çıkmasına, son olarak ise ortaya çıkan bu düşmanca ve saldırganca tepkiler, gerçek bir reddedilmeye neden olmaktadır.

  • Bağlanma ve reddedilme duyarlılığı ilişkisinden bahsedebilir misiniz?

Reddedilme duyarlılığı modeli, teorik olarak bağlanma kuramı ile paralellik göstermektedir. Bağlanma kuramına göre, çocukluk döneminde bakım veren kişiyle ilgili deneyimlenen yetersiz ilgi, sıcaklık, şefkat ve güven, ileriki yaşlarda kişilerin ilişkilerindeki davranışlarını olumsuz anlamda etkilemektedir. Kişilerin, deneyimledikleri olumsuz yaşantılarla ilgili olumsuz benlik modeli ve ilişki modeli geliştirdikleri ve yaşadıkları her yeni ilişkide bu aşina oldukları örüntüyü yaratmaya çalıştıkları belirtilmektedir.

Benzer şekilde reddedilme duyarlılığı modeli de, içsel çalışma modelleri ile paralellik göstermekte; bilişsel ve duygusal süreçlerin spesifik bir sosyal ortam ya da kişiler arası ilişkilerde davranışı nasıl şekillendirdiğini ortaya koymaktadır. Çocukların reddedilme tecrübelerine dayanarak oluşturdukları bilişsel-duygusal şemalar ile beklentilerinde ve algılarında yanılgıya neden olan kodlama stratejileri geliştirmekte; bu yüzden de ileriki yaşlarında olayları veya ilişkileri negatif algılamaya eğilimli hale geldikleri, belirsiz işaretleri kendi üstlerine alındıkları ve reddedileceklerini beklemeye başladıkları görülmektedir. Dolayısıyla kaygılı reddedilme beklentisi kişileri reddedilmeye karşı aşırı tedbirli hale getirmekte ve bunun sonucunda da, kişiler arası ilişkilerinde en ufak bir reddedilme işareti ile karşı karşıya kaldıklarında, bunu maksatlı bir reddedilme olarak algılamakta ve reddedilme duyguları ortaya çıkmaktadır.

  • Reddedilme duyarlılığının gelişmesinde ebeveyn faktörünün etkisi nasıl oluşur? Bu konuda ebeveynlere önerileriniz neler olabilir?

Kişilik gelişiminde olduğu gibi reddedilme duyarlılığının gelişmesinde de ilk 5 yılın gerçekten çok önemli olduğunu düşünüyorum. Her bir yılı birbirinden değerli ilk 5 yılımız var ve orada kurulan temelin ne kadar sağlıklı olduğu, ne kadar olumlu olduğu kişinin tüm yaşamını etkiliyor. Reddedilme duyarlılığı, bağlanma örüntülerimize çok benzer. İlk bir yıl içerisindeki o “Güvenli mi güvensiz mi bağlandık?” işi, sonraki bütün ilişkilerimizi nasıl etkiliyorsa; burada da ilk sosyal deneyimlerimizde reddedilmeyi algılayıp algılamamış olmak sonraki yetişkin ilişkilerimizin dinamiğinde de rol oynuyor.

Çocukluk döneminde yaşanan reddedilme tecrübelerinin reddedilme duyarlılığının oluşumuna etkisi düşünüldüğünde, bağlanma örüntülerinin yanı sıra, ebeveynlik tutumlarının da önemli bir faktör olduğu dikkat çekmektedir diyebiliriz. Yapılan çalışmalar, ebeveynlerini otoriter olarak algılayan kişilerin reddedilme duyarlılığı skorlarının, ebeveynlerini demokratik, ilgisiz ve koruyucu olarak algılayan kişilerin skorlarından daha yüksek olduğunu bildirmektedir. Ebeveynlerinden baskı, hoş görülmeme, kabul görmeme ve reddedilme gibi olumsuz durumlar algılamış kişilerin, reddedilme duyarlılığı geliştirdikleri, yapılan araştırmaların bulgularında görülmektedir.

Bağlanmanın dışında, çocuğumuza “bekleyebilmeyi öğretmek” çocuklardaki reddedilme algısının oluşmamasına, bu da sonrasında reddedilmeye karşı duyarlılık geliştirilmemesine neden olmaktadır. Öte yandan bekleyemeyen yani hazzı ertelemeyi öğrenememiş çocuk için her bir belirsiz ya da geciken onay, reddedilme olarak algılanmakta; bu da çocuğun reddedilmeye karşı duyarlılık geliştirmesini beraberinde getirebilmektedir.

Reddedilme konusundaki hassasiyeti engelleme ve kırma konusunda özellikle annelere ve ilkokuldaki sınıf öğretmenlerine büyük iş düşüyor diye düşünüyorum. Çocuktan gelen sinyalleri almaya açık ve duyarlı olmak çok önemli. Bir arkadaş ilişkisinde reddedildiğini düşünen bir çocuğa doğru zamanda müdahale edip bu ilişkiyi onarmasına destek olmak, onun gelecekte reddedilme duyarlığı geliştirmiş bir yetişkin olmasını engellemede büyük rol oynar.

  • Hangi ilişkilerde reddedilme duyarlılığı daha fazla ön plana çıkar? Bu ilişkilerde bireyler nasıl davranışlar gösterir?

Aslında reddedilme duyarlılığı yüksek olan kişiler, genel olarak tüm kişiler arası ilişkilerinde problem yaşamaktadırlar. Ancak özellikle samimiyet ve yakınlığın önemli olduğu ve hissedilen yoğun duygulardan dolayı reddedilme tehditlerine karşı daha hassas olunan romantik ilişkilerde, reddedilme duyarlılığının çok daha büyük sorunlara neden olduğu görülmektedir. Reddedilme duyarlılığı yüksek olan kişiler, ilişki yaşadıkları kişilerin duyarsız ve/veya belirsiz davranışlarını maksatlı bir reddedilme olarak algılamakta ve reddedilme ve/veya reddedilme tehdidine karşı, duygularını içe veya dışa yöneltmektedirler. Kişiler, romantik ilişkilerinde duygularını içe ve dışa yönelttiğinden, depresyon, yalnızlık, öfke, kıskançlık, düşmanlık ve saldırganlık gibi duygularla başa çıkmak zorunda kaldıklarından dolayı, kendilerini ilişkileri hakkında güvensiz ve mutsuz hissetmektedirler.

  • Reddedilme duyarlılığı oluşumunu engelleyen dinamiklerden bahsedebilir misiniz?

İlk deneyimlerimizin “kabul görme” üzerine olması çok önemli. Şunu hiç bir zaman unutmamalıyız ki, yaşamımızın ilk yılları sonraki tüm yaşamımızın temelini oluşturmakta. Bu temel ne kadar sağlıklı ne kadar nitelikli ne kadar sağlam olursa sonraki yaşantımız da o kadar anlamlı ve olumlu olur.

  • Reddedilme duyarlılığı yüksek olan kişiler, reddedilecek ilişkileri seçme yönünde eğilim gösterirler mi? Şema Terapideki, terk edilme şemasına denk gelen özellikler taşıdığını düşünüyor musunuz?

Reddedilme duyarlılığı yüksek kişiler her koşulda ret algılıyorlar zaten. Ama evet “ceplerindeki şemayı” destekleyen ilişkilere daha yatkın oldukları da söylenebilir.

Reddedilme duyarlılığı ilk ilişki ile gelişen bir durumdur. İlk deneyimimizde yaşadığımız ki bu genellikle anne olmakta, reddedilme üzerine geliştirdiğimiz bir şemamız var. Sonrasında, yaşamımız içerisinde herhangi bir tetikleyici durum olduğunda, cebimizden o şemayı çıkarıp o an yaşadığımız ilişkimizle eşleştirmeye çalışıyoruz. Aslında o şema bizim ilişkilerimize yönelik bir ilk örnek. Örneğin, eşiniz size o gün soğuk davrandı, umursamaz bir tavırla bir cevap verdi. Hemen cebinizden 1-1,5 yaşında oluşturduğunuz şemayı çıkarıyorsunuz ve “İşte bak gördün mü beni hiç sevmiyor, ilgilenmiyor. Benimle birlikte olmak istemiyor.” şeklindeki düşünceler zihninizi kaplıyor. Dolayısıyla çok normal algılanabilecek bir davranış biçimi, devasa bir problem haline gelip, tepki örüntüsünü, kendinizin istenmediği haline getirip ortalığı birbirine katabiliyorsunuz. Dolayısıyla, reddedilme duyarlılığı tüm ilişkilerimizde problem yaratmakla birlikte, yakın ilişkilerimizde özellikle eş ya da sevgili ilişkisinde daha ciddi problemlere neden olabilmektedir.

  • İlk sosyal deneyimleri olumlu olmayan kişilerin, duyarlılık konusunda farkındalık geliştirmeleri için hangi konuda ve nasıl daha fazla çaba harcamaları gerekir?

Reddedilme duyarlılığı yüksek olan kişilerin, sosyal ilişkilerinde yaşadıkları olası reddedilme deneyimlerine iki şekilde tepki verdikleri görülmektedir. Bunlardan kaygılı reddedilme duyarlılığına sahip olanlar, reddedilmelerinin nedeni olarak kendilerini görmekte, ilişkilerden kaçma davranışı gösterip duygularını içe yöneltmekte ve bunun sonucunda da sosyal geri çekilme, yalnızlık, depresyon gibi durumlar yaşayabilmektedirler. Bu kişilerin, reddedilmekten kaçınmak için kendilerini sosyal ilişkilerden geri çekmeleri, yeni sosyal ortamlara kabul edilmelerine engel olmakta; bu da reddedilmeye karşı aşırı hassasiyetlerini sürdürmelerine neden olmaktadır. Bir diğer grubu oluşturan öfkeli reddedilme duyarlılığına sahip olan kişiler ise, reddedilmelerinin nedeni olarak karşısındakileri görmekte, ilişkilerinde savaşma davranışı göstererek, duygularını dışa yöneltmekte ve sonuç olarak fiziksel ve sözel saldırganlık, öfke, intikam ve düşmanca davranışlar sergilemektedirler. Bu kişiler, bulundukları sosyal ortamlarda gösterdikleri davranışların sonucunda, etraflarındaki diğerleri tarafından kabul görmemekte ve gereğinden fazla reddedilme davranışları ile karşılaşabilmektedirler.

Tabi ki farkındalık çok önemli. Tabi kişi önce ilişiklerinde bir olumsuzluk olduğunu kabul ederse bir düzelmeden bahsedebiliriz. Her iki durumda da kişinin farkındalığının olması, kendisini bu tür davranış biçimlerinden alıkoyabilir. Bu çok kolay bir şey değildir. Ancak reddedilme duyarlılığı sonuçta bilişsel-duygusal bir süreçtir. Dolayısıyla bilişin değişebilmesi, duygu ve davranışın da olumlu yönde değişmesini beraberinde getirecektir.

  • Reddedilme duyarlılığı yüksek kişiler, kendilerini gerçekleştiren kehanet şeklinde bir döngüye mi girmektedirler?

Aynen öyle oluyor. Aslında reddedilme duyarlılığı dinamiği, benliği, diğer insanlardan ve/veya gruplardan gelebilecek olası redlerden koruma amacına yönelik, savunucu motivasyonal bir sistemdir. Ancak bu sistem, minimum ya da belirsiz reddedilme ipuçlarına karşı otomatik olarak aktive olduğunda, savunma fonksiyonunu yitirmekte, belirsiz uyarıcı durumunda bile kişi aşırı ve olumsuz tepkiler vermekte; bu da bir süre sonra kişinin gerçekten reddedilmesine neden olmaktadır. Yani reddedilme, kendi kendini doğrulayan kehanet şeklinde gerçekleşmektedir.

En ufak bir şeyi, istenmediğine dair bir işaret olarak görme potansiyeli, karşıdaki kişiye tavırlı davranmaya yol açıyor. Bir süre sonra o kadar olumsuz davranıyor ki karşı taraf gerçekten reddetmeye başlıyor. Arkadaşınız sizi aradı ve siz onu aramadınız diyelim. Her seferinde söyleniyor, o kadar olumsuz şeyler söylüyor, “Beni unuttun, ne biçim adamsın.” diyor. Bir süre sonra görüşmeyeyim daha iyi demeye başlıyorsunuz. Hakikaten kendi kendini doğrulayan kehanet haline geliyor. Dolayısıyla bunu kırmamız gerekiyor. Burada en önemli şey de beklemeyi bilmemiz. En önemli kısım hazzı ertelemek.

  • Özsaygı ve reddedilme duyarlılığı ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, aile içinde özgüveni desteklenmeyen bir çocuğun iç kaynakları güçlü ise özgüven kendiliğinden oluşur mu? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Araştırmacılara göre, reddedilme duyarlılığı yüksek olan kişiler, etkili öz düzenleme yöntemleri ile kendilerini istenmeyen tepkisel davranışlar göstermekten alıkoyabilmektedirler. Bu bağlamda, öz düzenlemenin en önemli göstergesi de, çocukluktaki hazzı ertelemekten geçmektedir. Dolayısıyla araştırmacılar yaptıkları çalışmada, yüksek reddedilme duyarlılığına sahip ama hazzı erteleme kapasitesine sahip olan kişilerin daha kontrollü bir şekilde davrandıklarını ve bunun sonucunda da hem sosyal ilişkilerinin hem de kendilik kavramlarının daha olumlu olduğunu bildirmektedir.

Çocuk doğduktan sonra hayata bir hamur olarak geldiğini düşünüyorum. Biz o hamuru törpüleyebiliyoruz sadece. Hamurun yapısı, profili belli. Yani mizaç çok önemli. Mizaç da anne ve babadan geliyor, genetik bir durum söz konusu. Bu gelen yapıyı biz de çevre olarak şekillendiriyoruz. Dolayısıyla, çok özgüvenli bir anne ve baba bir araya gelecek ve özgüvenli bir çocuk hayata getirecekler diyebilmek çok mümkün değil. Oldukça düşük bir olasılık. Bir çocuğun özgüveni ailesi tarafından desteklenmemişse, özgüvenini geliştirmesi için yetişkin olmayı ve durumun farkına varmayı beklemesi gerekir. Ancak o zaman bir uzman desteğiyle, tedavi desteğiyle içinde genetik olarak var olan özgüven duygusunu ortaya çıkartabilir. Yine de çevrenin, özellikle ebeveynlerin desteklemediği çocuklarda özgüven gelişimi maalesef kısıtlı oluyor diyebiliriz.

Röportaj:
Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen

Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen
ODTÜ Psikoloji Bölümü mezunu olan Prof. Dr. Dilek Şirvanlı Özen, lisansüstü eğitimine Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümünde devam etmiştir. Doktora derecesini gelişim psikolojisi alanında tamamlamış ve sonrasında öğretim üyesi olarak Hacettepe Üniversitesi, Haliç Üniversitesi, Okan Üniversitesi ve Işık Üniversitesinde görev almıştır. Araştırma alanları; toplumsal cinsiyetin gelişimi, eşler arası çatışma ve boşanmanın çocuklar üzerindeki etkileri, bağlanma, ebeveynlik tutumları ve etkileri, okulda zorbalık gibi sosyal gelişim temelli konulardır. Araştırmacı kimliğinin yanı sıra idari görevlerde de bulunan Özen, üniversitede çeşitli kurul ve komisyonlarda üyelik, bölüm başkanlığı ve dekanlık görevlerinde bulunmuştur. Kendisi hala İstanbul Atlas Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi; ayrıca rektör yardımcısı ve İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekan Vekili olarak görev yapmaktadır.