Öğrenmemiz duygularımızla yakın bir ilişki içindedir. Yaşama dair birçok bilgiyi duygularımız yoluyla elde eder, deneyimler ve hafızamıza yerleştiririz. Her birimiz geçmişteki okul yaşantımızı düşündüğümüzde, en çok aklımızda kalan bilgilerin en sevdiğimiz öğretmenin anlattığı, olumsuz ya da olumlu ilginç bir anıyla bağlantılı ya da çok eğlendiğimiz arkadaşlarımızla çalıştığımız konulara ait bilgiler olduğunu fark edebiliriz. Yoğun duygular yaşadığımız bir anda ya da ortam içinde, düşünme becerilerimiz engellenebilir ya da tam tersi duygularımızın sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaşandığı bir öğrenme ortamı öğrenmemizi pozitif olarak etkileyebilir. Duygularımız işin içindeyse, düşüncelerimiz de bundan etkilenecektir.
Duygular, neyi öğrenmek isteyip istemediğimize karar vermemizi, yeni bir bilgiye ilgi göstermemizi, başaramayacağımız konusunda bizi kaygılandıran bir bilgiden kaçmamızı, başardığımız konulara ise giderek merak ve ilgimizin artmasını sağlar.
Eğer çocuk, pozitif duygular yerine negatif duygular hissediyorsa; örneğin sabah evden çıkarken annesi tarafından azarlandıysa- hissettiği öfke, üzüntü, kaygı gibi duygular o sabah öğrenmeye iyi bir başlangıç yapmasını etkileyecektir. Aksi durumda ise pozitif duyguların yoğunluğu öğrenme kanallarının açık olmasını, ilginin artmasını sağlayacaktır. Duyguların negatif olması kadar önemli bir nokta da kontrol edilemeyen duygulardır. Aşırı heyecan, aşırı öfke, aşırı sevinç, aşırı kaygı gibi çocuğun yönetemediği pozitif ya da negatif duygular da gün boyunca öğrenmeye olan ilgisini etkileyeceklerdir.
Duygusal Sorunlar ve Öğrenme
Çocuğun içinde bulunduğu yaş dönemine ait özellikleri tanımak, yaşına ait davranış ve becerileri gösterip gösteremediğini takip edebilmek ebeveynlerin dikkat etmesi gereken bir durumdur. Bazı yaş dönemleri çocuğun daha içe kapandığı ya da tam tersi ilgiyi çekmek adına fazlasıyla dışa vurumcu davranışlar gösterdiği dönemlerdir. Bu bilgilere sahip olan bir anne babanın çocuğunu “sorunlu çocuk” olarak adlandırmayacağı, tam tersi çocuğuna destek olacağı açıktır.
İlkokula başlayan bir çocuk artık bağımsızlaşmayı, kendine güvenmeyi, sorumluluk almayı, kurallara uymayı ve sosyalleşmeyi yeterince öğrenmiştir. Duygularını ifade eder, başkalarında yarattığı duyguları fark eder. Soyut düşünce yavaş yavaş gelişir. Yeni deneyimlere açıktır, deneme yanılma yolu ile sorunlarını çözmeyi öğrenir. Bir şeyleri başarabildiğini göstermek ister ve bunun sonucunda da beğenildiğinin ifade edilmesini bekler. Başarabildikleri konusunda takdir aldıkça kendine güveni hızla gelişir. Toplumun kurallarını öğrenmeye ve onlara uymaya başlar. Cinsiyetine özgü rolünü ve davranışını kavrar. Bu dönemde bir gruba ait olmak, işbirliği yapmak, paylaşmak çocuk için önemlidir. Rekabet duygusu gelişmeye başlar. Artık anne babaya daha az bağımlı hale gelir. Ortaokul süreci ile birlikte ergenlik dönemine hızlı bir geçiş yaşanacaktır. Bu dönemde genç kendi mahremiyetine daha fazla önem gösterecek, kuralları sorgulayacak ve ebeveynlerden uzaklaşıp arkadaşlarına yaklaşacaktır. Bu hızlı gelişim ve değişim süreçlerinin yarattığı sıkıntılar elbette olacaktır. Ancak bu değişimlerin her birini bir sorun alanı olarak görmek, çocuğu “sorunlu çocuk” olarak algılamak ya da her ergenin mutlaka sorun dönemi içinde olduğunu düşünmek yanlış olacaktır.
Bu noktadan yola çıkarak çocuklarda ve gençlerde hangi duygusal sorunlara dikkat edilmesi gerektiğine bakılacak olursa, psikolojik travmalar, kaygı sorunları, davranış ve uyum sorunları ( uyku, yeme bozuklukları, tuvalet sorunları, kurallara uymama, duyguları kontrol etme de zorluk vs.) ve çocukluk dönemi depresyonları ön planda olan sorun alanlarıdır.
Bu sorun alanlarının bazılarını tanımak ve fark etmek birçok ebeveyn için kolay olsa da, bazı alanları ancak uzman yardımı ile saptamak söz konusudur. Çocukların yaşamlarını doğrudan etkileyen travmalar arasında, ailede kayıp, boşanma, hastalık ve kaza gibi nedenleri sıralayabiliriz. Ancak evde veya okulda zorbalığa maruz kalmak, cinsel istismar, ders başarısızlığına bağlı ortaya çıkan aşırı eleştirilme gibi sorunlardan kaynaklı bir çok travma, ebeveyn ve öğretmenlerin gözünden kaçabilir. Çocuğun akademik başarısında ani değişimler, oyuna ve arkadaşlara karşı isteksizlik, gelecek planlarına ilgi duymama, fiziksel hastalıkların sık ortaya çıkışı gibi belirtileri göz önünde tutmak doğru olacaktır.
Çocukluk çağı depresyonu, yetişkin depresyonundan farklıdır. Çocuk, günlük aktivitelerine devam etse de, okula gitmek, arkadaş ile buluşmak gibi yaptığı işlere dikkatini yoğunlaştırmada zorlanır. Geri çekilme, içe kapanma, ilgi ve etkinliklerde azalma ya da tam zıttı olarak saldırganlık, öfke, huzursuzluk ve davranış bozuklukları şeklinde ortaya çıkar. Genellikle bunlara iştah ve uyku ile ilgili sorunlar eşlik eder. Uyku bozuklukları, yalnız uyuyamama, gece korkuları, iştah bozuklukları, kilo alamama ya da tam tersi aşırı yeme ve kilo alma gibi belirtiler bunların arasında sayılabilir. Bazen sık karın ağrısı, baş ağrısı, alt ıslatma gibi fiziksel yakınmalar gözlenir. Ayrıca okul başarısında belirgin düşmeler, okula, derse ve ödevlere ilgisizlik de görülür. Çocukluk depresyonlarının kaynağı olarak, aile içi sorunlar, çocukta var olan öğrenme sorunları ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan aile tarafından aşırı eleştirilme, beklentileri karşılayamama endişesi, arkadaşlar tarafından alay konusu olma, sınav kaygısı ve diğer travmaları sıralayabiliriz.
Davranış ve uyum sorunlarına bakacak olursak, uyku ve yeme bozuklukları, tuvalet sorunları ( alt ıslatma, tuvaletini tutma, kabızlık), konuşma bozuklukları (kekemelik), içe kapanıklık ya da saldırganlık, öfke kontrol zorluğu, tikler yani tekrarlayan davranışlar, yalan söyleme davranışının sürmesi, başkalarının eşyalarını izinsiz almak, aşırı hareketlilik ve korkuları sayabiliriz. Bu sorunların da kaynağında yine benzer şekilde aile içi sorunlar, yanlış ebeveyn tutumları, öğrenme ve dikkat sorunları, kaygıyı artıran olaylar, travmalar yer almaktadır.
Gerek travmalar, gerek davranış ve uyum sorunları hafiften ağıra, değişik derecelerde ortaya çıkabilir. Bununla beraber, sözünü ettiğimiz bu sorun alanları dışında çocuğun günlük yaşantısında ortaya çıkan ve kısa sürede çözüm getiremediği – sınıf takımına alınmama, arkadaş ilişkilerinde dışlanma gibi problemler de öğrenmeye olan ilgisini etkileyecektir.
Yaşanan duygular ne kadar güçlüyse, beyin o kadar güçlü şekilde uyarılır. Duygular dışa vurulduğunda kişi kendini rahatlamış ve gevşemiş hisseder, tam tersine duygular ifade edilmediğinde beyin, öğrenmeye doğrudan etki eden kimyasal salgılarını salgılamaz. Öfke, kaygı, mutluluk ve heyecan gibi duygular ne kadar güçlüyse, beyin o kadar güçlü uyarılacaktır.
Duygular öğrenmeyi bu kadar güçlü etkiliyorsa, öğrenme sürecinde duyguları bir fırsat olarak kullanmak da mümkün olabilir mi?
Yeni öğrenilen bilgiler ile ilgili pozitif geri bildirimler vermek çocuğun konuyu akılda tutmasını sağlayacaktır. Yeni bir konuyu öğrenmenin kendini geliştirdiğini hissettirmek, öğrenilen bilginin günlük yaşamında yaratacağı farkları fark ettirmek konunun uzun süreli kalıcı olmasına ve kullanılmasına yardımcı olur.
Yapılan araştırmalar, öğrenmenin hemen ardından duyguların işin içine katılmasının anımsamayı artıracağını söylüyor. Yapılan bir ödev ya da çalışma sonrasında çocuğun bu çalışmada hoşuna giden yönler, fark ettiği ilginç noktalar, hoşuna gitmeyen kısımlar hakkında tartışmak, çalışma sırasında ve bitiminde hissettiği duygular hakkında paylaşımda bulunmak – eğlenceliydi, başardığımı hissettim, zorlayıcıydı, sıkıcıydı, merak ettim gibi- hem yeni konulara ilgisinin artıracak hem de öğrendiği konunun pekişmesini sağlayacaktır.
Güncel olaylar ile öğrenilen bilgilerin birleştirilmesi ve duygularla ifade ettirilerek anlattırılması, öğrenmeyi ve anımsamayı kolaylaştıracaktır. Öğrenilen konunun günlük yaşantısında yaratacağı farkları tartışmak ve bu durumun hissettirdiklerini paylaşmak bunu pekiştirecektir.
Çocukluk döneminde karşılaşılan her zorluk ya da yaşanan olumsuz duygu çocuğun negatif yönde etkilenmesine neden olmaz. Bazı zorluklar tam tersine çocuğun gelecek yaşantısı için bir öğrenme fırsatı sunar. Örneğin, korkuyu hissetmezsek, hayatta kalabilme becerilerimizi geliştiremeyiz. Çoğunlukla sabırsızlık ya da sıkılma duygusu yaşayan çocukların, bu duygularını pozitif bir yaşantıya dönüştürme fırsatı varsa hızlı bir öğrenme gerçekleşecektir. Canı sıkılan bir çocuğa ailesi tarafından anında çözümler sunulması, çocuğun her anını bir eğlence ile doldurmaları gerçekte öğrenme yolunda bir engeldir. Olumsuz gibi görünen “sıkılma” duygusu, yaratıcılığını ortaya çıkararak yeni şeyler keşfetmeyi ve kendini oyalayabilmeyi öğretebilecektir.
Çocuklar kendi duygularını fark etmeyi, tanımayı ve bunları öğrenme sürecinde kullanabilmeyi başlangıçta ebeveynlerin ve öğretmenlerinin desteği ile öğreneceklerdir. Yetişkinler çocuklara olumlu ya da olumsuz her duygunun yaşamımızdaki varlığını, olumlu ya da olumsuz sonuçlarını öğreteceklerdir. Çocuklar ancak kendine model aldığı bir yetişkini izleyerek, taklit ederek bunu öğrenebilirler. Duygular ile ilgili yaşanan zorluklar ancak duygular tanındıkça ve doğru kullanıldıkça aşılacaktır. Duygularını tutan, ifade etmekten ve yüzleşmekten kaçan ebeveynlerin çocukları da aynı yoldan ilerleyeceklerdir.
Bununla birlikte çocuk, duygusal sorunlarının üstesinden gelmeyi öğrense bile yine de bazı öğrenme sorunları yaşayabilir. Öğrenme bozukluğu veya dikkat eksikliği yaşayan çocuklarda başlangıçta sadece öğrenme ile ilgili sorun var gibi gözükse de, zaman içinde yanında duygusal sorunlar da ortaya çıkacaktır. Başaramama endişesi, alay konusu olma kaygısı, aşırı eleştirilme ve değersiz hissetme gibi olumsuz duygular, çocuğun vazgeçmesine neden olacak ve öğrenmesini de mutlaka etkileyecektir.
Öğrenme bozukluklarını genel olarak, kişinin zekâsı normal ya da normalin üstünde olmasına ve standart eğitim almasına rağmen okuma, matematik ve yazılı anlatımda kendinden beklenen-yaşına uygun başarıyı gösterememe durumu olarak tanımlayabiliriz. Öğrenme bozukluğu kendi içinde okuma bozukluğu (disleksi), yazma bozukluğu ve matematik bozukluk olarak ayrılabilir. Yani bazı çocuklar okumakta zorluk çekerken bazıları sadece yazmakta, bazıları ise matematikte zorlanabilir.
Öğrenme bozukluğu yaşayanlarda aşağıdaki belirtileri gözlemleyebiliriz:
- Dikkatlerini yaptıkları işe verseler bile anlamakta ve öğrenmekte zorlanırlar.
- Öğrendiklerini ya da söylenenleri hatırlamakta güçlük çekerler.
- Yazıları, okumaları bozuktur; okuma ve yazma hızları düşüktür.
- Problem çözerken adımların sırasını karıştırırlar.
- Matematik terimlerini, kavramları ve işlemleri anlama ve adlandırmada güçlük çekerler.
- Çarpım tablosunu öğrenmede ve hatırlamada zorluk çekerler.
- Yazarken ya da okurken harfleri karıştırırlar; harf, hece atlar, ters okur ya da yazarlar. (b yerine d, ev yerine ve gibi)
- Okurken gözlerinin yazarken ellerinin ağrıdığından şikâyet ederler.
- Sağ-sol, alt-üst gibi kavramları karıştırırlar.
- Zaman kavramlarını (dün-bugün-yarın-ay-hafta-gün-saat gibi) karıştırırlar.
- İmla kurallarını unuturlar.
- Yaptıkları bir hatayı defalarca tekrar ederler.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunu ise, çocuğun yaşına ve durumuna uygun olmayan hareketlilik ve dikkatini verememe durumu olarak tanımlayabiliriz. Belirtilerine bakacak olursak dikkat eksikliği ön planda olan kişiler;
- Dikkatlerini belirli bir noktada yoğunlaştırmakta güçlük çekerler.
- Dağınıktırlar. Masaları, çantaları, eşyaları düzensizdir.
- Okula eksik malzeme ile gider veya okuldan eve eksik malzeme ile dönerler.
- Unutkandırlar.
- Zihinsel çaba gerektiren işlerden (örneğin; ödev ve yazı işi) rahatsızlık duyarlar ve zorlanırlar.
- Ayrıntıları kaçırırlar.
- Sık sık hayal kurarlar. Zihinleri sürekli bir şeylerle meşgul gibi görünürler.
- Eşya kaybederler.
- Sıçrayan bir ilgileri vardır, bir şeyle uğraşırken başka bir şeye kolayca kayıverirler.
- Yönergeleri baştan sona takip etmede zorlanırlar.
- Başladıkları bir işi tamamlamada güçlük çekerler.
Hareketliliğin ön planda olduğu kişilerde ise;
- Yerlerinde oturmakta güçlük çekerler.
- Çok konuşurlar. Başkalarının sözünü keserler, sınıfta parmak kaldırmadan konuşurlar, sıralarını beklemekte zorlanırlar.
- Oturarak oynanan sakin oyunlardan çabuk sıkılırlar.
- Kurallara uymakta güçlük çekerler.
- Akıllarına estiği gibi davranır, sonuçları düşünmezler.
- Yemek yerken, ödev yaparken ve televizyon izlerken sık sık yerlerinden kalkar, gezinirler.
- Sabırsızdırlar, dinlemekten hoşlanmazlar.
Öğrenme Bozuklukları ve Dikkat Eksikliği /Hiperaktivite sorunları öğrenmeyi doğrudan etkileyen sorunlar olmakla birlikte, bunların dışında öğrenmeyi doğrudan etkileyen duygusal sorunları, bazen aileler ve eğitimciler kolayca gözden kaçırabilirler.
Konuk Yazar:
Nur Dinçer Genç
Klinik Psikolog