Yalan

Hepimizin hayatındaki bir gerçektir yalan ve aslında varlığı doğrunun değerini belirler. Yalanı tatmadan, yalanla sınanmadan, yalanla yüzleşmeden hayatı anlamak kolay olmaz. Her ne kadar “Yalan çok kötüdür.” sözünde hemfikir olsak da az ya da çok, pembe ya da beyaz, adına ne dersek diyelim hepimiz çeşitli durumlarda yalana başvurmuşuzdur. Yalan, bazen ebeveynin oyunda çocuğuna bilerek yenilmesinde, bazen “Nasılsınız?” sorusuna verdiğimiz “İyiyim.” cevabında, bazen de nezaketen söylediğimiz, “Yemek harika olmuş.”, “Bu saç modeli sana çok yakışmış.”, “Sunumun etkileyiciydi.” sözlerinde gizlenmiş haldedir. Aslında yalan her zaman sadece söylenen bir sözde de değildir. Bazen sadece susmak, bir gerçeğin karşısında sessiz kalmaktır. İş dünyası, çeşitli ikili ilişkiler, din, politika hangisini ele alırsak alalım, yalanın sayısız örneklerini görebilmek mümkündür hayatta. Durum böyle olunca insanların birbirine neden yalan söylediği pek çok bilim dalının da ilgisini çekmiştir.

Riya, blöf yapmak, ihanet etmek, kötülük, abartmak, üstünü kapatmak, uydurmak ve ekleyebileceğimiz daha pek çok kelimeyi çağrıştırır yalan. Basit gibi görünse de yalanı tanımlamak ve belli bir çerçevenin içine oturtmak bu nedenle oldukça zordur.

Türk Dil Kurumu, yalanı “doğru olmayan, gerçeğe aykırı söz” olarak tanımlamaktadır. Yalan kelimesinin kökenine bakıldığında;

Eski Türkçede “Yalgan” kelimesinden geldiği görülmektedir. Etimiloji kaynakları bu sözcüğün “töhmet altında bırakma, yalan yere suçlama gibi anlamları” olduğunu belirtmektedir. “Yalamak” kötülemek demektir… İlginç olan yalanın beslenmeyle ilişkisidir. Hatta yalanın bir anlam genişlemesiyle dilsel bir unsur olduğunun kabul edildiğini düşünebiliriz. Bunun nedeninin de yalamakta ve konuşmakta kullanılan aynı organ yani dil olması olduğunu ekleyebiliriz. Konunun beslenmeyle ilgili olmasının diğer bir kanıtı ise farkına varılan bir yalan için “yemedim, yutmadım” denmesi ve hatta “gargara yaptım” diye eklenmesidir. Öte yandan yalanın kökeninde “itham etmek, suçlamak” anlamları olsa da bugün “aldatmak” anlamında kullanılmaktadır (Parman, 2004, s.54-55).

Lafond ise yalanı ilişkilerde gerçekle kurgu arasında seçim yapmak olarak adlandırmıştır. Yalanı entelektüel bir eylem olmadan önce içgüdüsel bir eylem olarak tanımlayan Allendy’in görüşlerini destekleyen Lafond, “Anne ve babaların çocuklarının yalanları karşısında dehşete düşmelerinin nedeni şimdiye kadar tekellerinde sandıkları bir silaha artık onların da erişmiş olduklarını görmeleridir.” diye belirtmektedir. (Lafond’tan aktaran Parman, 2004)

Çocuk ve Yalan

Her anne babanın çocuğuna öğretmek istediği en önemli değerlerden biri dürüstlüktür. Peki, dürüst olmak, doğrunun söylenmesi herkes için bu kadar önemliyken “yalan” neden ve nasıl ortaya çıkmaktadır?

Bebek doğduğunda anne ve babasına bağımlıdır; annesi onu kucağına alır sarıp sarmalar, bebeği huzurlu ve mutlu olsun diye tüm bakımını üstlenir. Bunlar yaşanırken bebek annesini kendisinin bir parçası olarak görür; çünkü acıktığında besleniyor, altını kirlettiğinde altı temizleniyordur. Yani o ne düşünürse annesi hemen hissediyor ve yapıyordur. Ne zaman ki çocuk bir şey düşünür ama annesi fark etmez; çünkü anne de bebeğinin beklemeyi, sabretmeyi öğrenmesi için ihtiyaçlarını anında karşılamak yerine biraz erteliyordur, işte o zaman bebek annesinden ayrı, bağımsız bir birey olduğunu zihinsel olarak tasarımlamaya başlar. Anneden sadece fiziksel değil ruhsal olarak ayrılmak da önemli olduğundan, yalan çocuğun benlik sınırlarını çizmesinde ve bireyselleşmesinde önemli bir adım olarak ortaya çıkar. Bu nedenle iki, üç yaşlarında bu ayrışma sürecini yaşayan çocukların gerçekleri abartarak taklit oyunları oynamalarını ve öyküler uydurmalarını “yalan” olarak algılamak doğru olmayacaktır; çünkü gerçek ve hayali dünya arasındaki sınırlar onların zihinlerinde yetişkinlerde olduğu gibi henüz net olarak ayrılmış değildir. Gerçeğe bağlı kalma çocukta zamanla gelişen bir durumdur. Dört yaşına gelene kadar çocuklar, kendilerini başkalarının yerine koyabilme yetilerine henüz sahip değillerdir. Bu yeti gelişmeden insanın birini kandırabilmesi yani yalan söyleyebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle dört yaş, yalan söyleme davranışının gerçekleşebilmesi için zihinsel gelişimde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Çocukların yaklaşık dört buçuk, beş yaşından sonra yalan söyleyebildikleri kabul edilir; ama bu yaş çocukları yalan söylediklerinin farkına varsalar da doğruyu ve yanlışı tam olarak ayırt edemezler, yalanın olumsuz bir eylem olduğunu ancak okul çağından sonra fark edebilirler.

Yalan kavramı, ailenin tutumları ile gelişen bir olgudur. Çocuğun aşırı baskıya maruz kalması, ihtiyaç ve isteklerinin ebeveynleri tarafından görülmemesi, sürekli eleştirilme gibi otoriter aile yapısı onu gizliliğe iteceğinden yalan söyleme bu ortamda kolayca artacaktır. Cezalandırılmaktan, azarlanmaktan ve küçük düşürülmekten korkan ve kaçan çocuklar yalan söyleyebilirler. Bu nedenle ebeveynlerin çocukların hatalarına, eksiklerine şiddetli duygusal tepkiler vermek, cezalandırmak yerine onları anlamaya çalışmaları, onlarla konuşmaları daha yararlı olacaktır. Korku yalanı büyüten bir unsurdur. Yalanı fark edildiğinde ceza alacağını bilen çocuğun yalanını yalanla kapatmaya çalışması kaçınılmazdır.

Bazı ailelerin de özgürlük adı altında çocuklarını her şeyi yapmaları için serbest bıraktıkları görülür. Bu ailelerde ebeveynler zannederler ki çocuklarına aşırı hoşgörü göstererek, sınır ve kural koymayarak özgür yetiştirirlerse çocukları daha özgüvenli ve mutlu olurlar. Ancak çocuklar sınırlara ihtiyaç duyarlar. Ne zaman, ne yapabileceklerinin yetişkinler tarafından gösterilmesini beklerler. Sınırlar olmadan kendilerini boşlukta hisseder, görülmediklerini düşünürler. Bunu düşündüklerinde olmayan olayları ya da yaşamadıkları şeyleri yaşamış gibi anlatarak ailelerine “ben buradayım ve beni fark et” demeye çalışırlar. Yani aşırı müdahale gibi aşırı özgürlük de çocuğu yalan söylemeye itebilir.

Çoğu zaman anne babalar çocukları doğmadan önce onunla ilgili hayaller kurmaya başlarlar. Çocukları doğduğunda da her şeyin en iyisini, en güzelini yapsın ve çok mutlu, başarılı olsun isterler. Hatta bazen bu amaçla kendilerinin yapamadığı, yaşayamadığı ne varsa çocukları yapsın diye yoğun bir çaba içine girerler. Beklentilerin, çocuğun yapabileceğinden çok fazla olduğu böyle ailelerde çocuğun işi hiç de kolay değildir. Böyle ailelerde çocuk, anne ve babasını mutlu edebilmek ve onları hayal kırıklığına uğratmamak için kendini yalan söylemeye mecbur hissedebilir. Bu nedenle ebeveynlerin beklentilerini çocuğun özelliklerine ve yaşına uygun olarak yapılandırması çocuğun yalan söyleyip söylememesinde etkili olacaktır.

Ebeveyninin sevgisini kazanmak çocuklar için önceliklidir. Ebeveynlerinden yeterince ilgi ve sevgi görmediğini düşünen çocuklar bunu onlara yalanlar söyleyerek elde etmeyi deneyebilirler. Örneğin, ders çalışırken gösterdiği çabası hiç takdir edilmeyen, bunun yerine sürekli sınav notları arkadaşlarıyla karşılaştırılan bir çocuk notları konusunda yalan söylemeye başlayabilir.

Çocuklara yalan söylemenin ne kadar yanlış olduğunu anlatsak da biliyoruz ki davranışlar sözlerden daha etkilidir. Çocuğuna yalan söylemenin yanlış olduğunu anlatan bir ebeveynin evde telefonda konuştuğu arkadaşına “Şu anda evde değilim dışarıdayım, o nedenle istediğin raporları yollayamayacağım.” dediğini çocuğu duyduğunda ya da anne babasının doktora gidiyoruz deyip sinemaya gittiklerini öğrendiğinde hem onlara karşı güveni zedelenecek hem de zor bir durumdan kaçmak için yalan söylenebileceğini öğrenmiş olacaktır. Yetişkinlerin çocuklara iyi örnek olmak ve onlardan istemedikleri davranışları kendileri de sergilememek gibi sorumlulukları vardır.

Çocuklar hangi yalanların gerekli ya da kabul edilebilir olduğunu yetişkinleri gözlemleyerek öğrenirler. Örneğin sekiz on yaşlarındaki bir çocuk aile büyüklerinden birinin yaptığı pastayı hiç beğenmese de bunu söylemek yerine “Ellerinize sağlık, güzel olmuş ama tok olduğum için daha sonra yiyeceğim.” gibi bir nezaket yalanının gerekliliği gözlemleyerek öğrenir ve gerektiğinde kullanabilir. Ancak burada önemli olan çocuklar için yalanla ilgili kabul sınırların net olarak çizilmesi ve hangi davranışlarının tolere edilip edilemeyeceğinin açık bir şekilde ifade edilmesidir.

Birey olma yolculuğunda zihinsel gelişimin bir dönüm noktası olan yalana sosyal ilişkilerde bir kolaylaştırıcı olarak da bakılabilir. Jim Carry’nin “Yalancı Yalancı” adlı filmini hatırlayacak olursak gerçekleri yalın haliyle yaşamanın hiç kolay olmadığını anımsarız. Filmdeki avukat, yalnız gerçeği söylediği için bir günü bile geçirmekte oldukça zorlanmış, insanlarla ilişkileri içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Film sanki Eliot’ın “İnsanoğlu çok fazla gerçekliği kaldıramaz.” sözünün de ispatı gibidir.

Ergen ve Yalan

Ergenin neden yalan söylediğini anlamak için öncelikle ergenliği anlamak gerekir. Ergenlik değişmek, dönüşmek ve büyümek demektir. Hatta bazı düşünürlere göre ergenlik ikinci bir doğumdur. Matheline’in (2003) aktarımına göre, Françoise Dolto ergenleri ıstakozlara benzetir; çünkü ıstakozlar kabuk değiştirirken yeni kabukları çıkana kadar belli bir süre çıplak kalırlar. Kişinin kendini daha çaresiz, kırılgan ve zayıf hissettiği bu dönemde ergen bir yandan “ben kimim” sorusuna cevap ararken bir yandan da kendisini anlaşılmıyor hisseder. Bu dönemde ergen, toplum içinde bir yer edinmeye çalışırken aynı zamanda da kimliğini oluşturma çabası içindedir. Aslında bunları yapabilmek ergen için hiç de kolay değildir. Attığı birçok adımda anlaşılmak isterken yapılan her eylemde zaten anlaşılamayacağını düşünerek duygusal dünyasında iniş çıkışlar yaşar. Bağımsızlaşması ve kimlik arayışı için önemli olan bu adımlar bir bakıma onun için büyümek demektir. Bu süreçte ergen, yalanları ile kendine anne babasından ayrı bir dünya oluşturabilme çabasındadır. Zaten sağlıklı olan da anne ve babadan bu uzaklaşma ihtiyacıdır. Ergenin bağımsızlık isteğini anlamak, hayatının içine çok fazla müdahale etmemek ama anne babalık yapmaktan da vazgeçmeyerek ona belli bir mesafe koymak gerekir. Onun tüm hayatını kontrol edebilmek adına da arkadaş ebeveyn olmaktan kaçınmak önemlidir.

Küçükken yalan söyleyen çocuğa ailenin verdiği ceza ve yüksek tepkiler ergenlikte yalanın çoğalmasını etkileyebilir. Çocuklarımızın küçükken söyledikleri yalanları ele almaktan korkar, kaygılanır ve onları cezalandırma yolunu seçersek ilerde bu yalanların büyüyerek ortaya çıktığını görmemiz olasıdır.

Çocuklarımızın yalan söyleme davranışlarına başka sorunlar da eşlik ediyor, çocuk yaşadığı olumsuz sonuçları görmesine rağmen üzülmüyor ve her şeye rağmen yalanlarından vazgeçmiyorsa bu durumda uzman desteği alınması yararlı olacaktır.

Mitomani

Sonunda yaşamak istediği şehre taşınıp iyi bir iş bularak, zor hayatını geride bırakmıştı. Başlangıçta her şey tam da hayal ettiği gibiydi; ancak bir süre sonra nerdeyse tüm talihsizlikler onun başına gelmeye başladı. Evde sürekli irili ufaklı kazalar yaşadığı yetmiyormuş gibi işe giderken hemen hemen her gün trafikte de sorunlar yaşıyordu. Herkesin yediği yemekten nedense sadece o zehirleniyordu. Ayrıca yakın akrabaları arasında da salgın bir hastalık başlamış gibiydi ve yaşadığı kayıplar nedeniyle sık sık işten izin alması gerekiyordu. Başlangıçta onun için üzülen ve destek olmaya çalışan iş arkadaşları ise bu kadar felaketin bir araya gelmesinden şüphelenmeye başlamışlardı. Zaman ilerledikçe anlattıklarındaki tutarsızlıkları fark eden ve söylediklerini inandırıcı bulmayanların sayısında da artış olmaya başladı. O ise, yalanları anlaşılmasın diye her gün söylediklerinin üzerine eklemeler yapmak zorunda hissetti kendini. Kendisine değer veren yeni arkadaşlarını ve sevdiği bu işini de kaybetmek üzere olduğunu biliyordu ama yalan söylemekten de bir türlü vazgeçemiyordu; ama neden?

Bu örnek olayda da olduğu gibi amaçsızca, sürekli olarak söylenen yalanlara mitomani denmektedir. Yalan söylemek için bir nedene ihtiyaç duymayan mitomanlar, biraz sevilmek, önemsenmek, çocukluklarından beri değersiz olduklarına dair inançlarını değiştirebilmek gibi nedenlerle kolayca yalan söylerler. Söyledikleri yalanlardan hemen sonra pişman olsalar da yalanlarına engel olamaz, kendilerine ve yakınlarına yalan söylemeyeceklerine dair verdikleri sözleri tutamazlar.

Mayer’in (2008) aktarımına göre, Angeles Üniversitesi zihin araştırmacıları Yaling Yang ve Adrian Raine’in yaptığı bir çalışma onların bu durumunu anlamamıza farklı bir bakış getirebilir. Yang ve Raine, manyetik rezonans tomografi yöntemini kullanarak yaptıkları çalışmayla mitomanların beyinlerinde “beyaz madde” denilen sinir liflerinin yaklaşık %25 oranında daha fazla olduğunu ve “gri madde” denilen çoğunlukla sinir hücrelerinden oluşan maddenin de %14 oranında daha az olduğunu bulmuşlardır. Bu demek oluyor ki insanların ahlaki ve vicdani değerlerinin oluşmasında etkili olan gri madde, mitomanlarda daha az olduğundan yalan söyleme konusunda kendilerine engel olamamaktadırlar.

Bir mitomanın ciddi uzmanlıklar gerektiren çeşitli meslekleri yaparak binlerce insanı kandırmayı nasıl başarabildiğini merak edenler için Steven Spielberg’in 2002 yılında Frank William Abagnale’nin gerçek hayat öyküsünden sinemaya aktardığı ve Türkçeye “Sıkıysa Yakala” adıyla çevrilen filmini izlemenizi önerebiliriz. Gerçekten değişmeyi isteyen mitomanların, psikoterapi ve ilaç tedavisi ile büyük oranda tedavi edilebildiğini de unutmamak gerek.

Kadın ve Erkek Yalanları

Yalan konusunda yaptığı araştırmalarla tanınan Ekman (2014), bir günde kadınların 180, erkeklerin ise 220 yalan söylediğini ortaya koymuştur. Aradaki farkın erkeklerin kadınlardan daha fazla sosyal ilişkiler içinde olmasıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir; çünkü farklı araştırmacılar tarafından yapılan pek çok çalışma yalan söyleme oranları açısından kadınlarla erkekler arasında büyük bir fark olmadığını ortaya koymaktadır. Ancak yalan söyleme şekilleri arasında ciddi farklar olduğunu da yine çalışmalar göstermektedir. Genel olarak kadınların yabancılarla konuşurken onları kötü duruma düşürmemek, onların iyi hissetmesini sağlamak ve bulundukları ortamda oluşan gerginlikleri ve çatışmaları engelleyebilmek, erkeklerin ise daha güçlü, daha başarılı ve ilgi çekici görünmek amacıyla sıklıkla yalana başvurdukları belirlenmiştir. Yani kadınlar öncelikle başkaları için, erkeklerse kendileri için yalan söylemekte diyebiliriz. Ayrıca kadınların ciddi yalanlar söylerken erkeklere oranla kendilerini daha suçlu hissettikleri ve yalan söylediklerinde erkeklere oranla daha fazla rahatsızlık duydukları da bulunmuştur. Araştırmalardaki bir diğer çarpıcı sonuç da erkeklerin kendileri hakkında söyledikleri yalanların başkaları hakkında söyledikleri yalanlardan sekiz kat daha fazlaya ulaşabildiğinin belirlenmesidir.

Mayer (2008), sosyolog ve psikolog Stiegnitz’in en tipik erkek yalanları listesinin birinci sırasına arabalar hakkında söyledikleri yalanları yerleştirdiğini aktarmaktadır. Arabadan anlamadıklarını ya da hız limitlerine uyduklarını itiraf etmekten hoşlanmayan erkeklerin, ikinci sırada işlerindeki pozisyonları ve yaptıkları işin önemi ile ilgili yalanlar söylediklerini ifade etmektedir. Üçüncü sırayı ise boş zamanları ile ilgili söyledikleri yalanlar oluşturmaktadır. Erkeklerin televizyon karşısında geçirdikleri bir hafta sonunu bile hareketli ve sportif geçirdiklerini söyleme eğilimleri olduğunu ifade etmiştir. Dördüncü sırada da sadakat konusunda söylenen yalanların yer aldığını belirtmiştir. Kadınların listesine göz attığımızda ise birinci sırayı kiloları, ikinci sırayı yaşları ile ilgili söyledikleri yalanların oluşturması sanırız sürpriz olmayacaktır. Erkeklerde dördüncü sırada olan sadakat konusu kadınlarda üçüncü sırada yer aldığından sanki erkekler biraz daha dürüst davranıyorlarmış gibi görünse de aslında erkeklerin sadakatsizliklerinin daha kolay affedilebilmesi onları daha açık davranmaya teşvik ediyor gibi de yorumlanabilir. Alışveriş denince hemen akla kadınların geliyor olmasını doğrularcasına en sık kadın yalanları listesinin dördüncü sırasını da alışveriş konusu oluşturmaktadır. Burada da kadınların alışveriş için ödedikleri paranın her zaman daha azını söyleme eğilimleri olduğu görülmüştür.

Kadın ve erkek yalanlarının yanı sıra cinsiyet farkı olmaksızın sanal ortamlarda da sıklıkla yalana başvurulduğu görülmektedir. Çeşitli sosyal ağlarda kişiler kimliklerini oluştururken bazı şeyleri çarpıtarak doğru olmayan bilgiler paylaşabilirler. Kişi gerçek duygularını, düşüncelerini yansıttığında kabul görmeyeceğini düşündüğünden yalan söyleyebilmektedir. Amerika’da yalnız bu amaca hizmet eden bir site kurularak kişinin ihtiyaç duyduğu her türlü yalan üretilmektedir. Yalan söylemenin böylesine meşrulaştırılması ve ticarileştirmesi kadar sunulan hizmetlerden yararlanmayı düşünenlerin olabildiği bir dünyada bizlerin yapması gereken çocuklarımıza doğru model olarak dürüstlük, güven, samimiyet gibi değerlerin önemini fark ettirmektir.

Yazanlar:
Elmas Özmen
Eğitim Uzmanı

Hülya Seferoğlu
Psikolojik Danışman