Arkadaşım, Bana Kim Olduğumu Söyler misin?

Yaşam bir keşif yolculuğudur. Keşfederken kişi benliğinin sınırlılıklarını, yeteneklerini, ötekilerle ilişki kurmada seçimlerini etkileyebilecek benzerlik ve farklılıklarını anlamaya çalışır. Kişinin kendini tanıma uğraşı, sadece ben’ le sınırlı kaldığında ilerleyemez. Bu sadece ben’le gerçekleştirebilecek bir keşif değildir.  Hemen her zaman ben’de ne olduğunu keşfetmek ve kişinin nasıl biri olduğunu görmesi için ben-dekini yine kendine geri verecek ve kim olduğunu ayna gibi yansıtacak ötekiyle ilişki kurmaya ihtiyaç duyar.

Benliğin İlişkilerde Keşfi

“Ben nasıl biriyim?” sorusu hayat boyunca yanıtları çeşitli nedenlerle farklılaşan ve hep açık kalan bir sorudur. Erken dönemde bebek nasıl biri olduğuna dair ilk cevapları, durumunu bir ayna gibi bebeğe geri yansıtan, yaşamdaki ilk öteki olan annenin bakım veren yüzünden alır. Psikanalitik gelişim kuramları, doğum sonrası yaşamın ilk dönemlerinde bebek için henüz ben ve ben olmayan (öteki) ayrımının oluşmadığını söylemektedirler. Bebek annesini kendinden farklı bir kişi olarak algılayabildiği bağımsız bir benlik hissine henüz sahip değildir. İlk aylar geçilirken aşamalı ve yavaşça bebek annesinin farklı bir kişi olduğunu anlamaya başlar. Ben ve öteki ayrımlaşması bebek için mümkün olmaya başladığında artık benlik algısıyla ilgili bilgiler de edinilmeye başlanır. Bebeğine bakarken annenin yüzündeki ifade bebeğin benlik algısının temelini oluşturur. Neşeli sevgi dolu bir bakış üzgün kaygılı bir bakıştan farklı bilgileri bebeğe taşıyacaktır. Bebek kendi duygu halini annesinin yüz ifadesinden oluşturur. Örneğin acıktığında bebeğin annesinin de keyifle yaşadığı beslenme deneyimiyle, annenin çeşitli kaygılarla yaşadığı beslenme deneyimi bebeğe kendisi hakkında farklı bilgiler verecektir. Bu yolla bebek ya “Ben hoşnutluğum.” ya da “Ben kaygıyım.” algısına ulaşır. Henüz küçük çocuk “Aslında annem benden bağımsız ya da benim neden olduğum bir konuyla ilgili kaygılı veya neşeli.” fikrine ulaşabilmiş değildir. Bebek şefkatle gülümseyen bir yüz karşısında “değerli, özel ve kıymetli biri” olarak duyumsar benliğini; annenin yüzünde duygular donuk ya da kaygılıysa “çaresiz, acı verici ve değersiz biri” olarak tanır kendini. Böylece kim olduğunu arama yolunda, kendini yansıtacak o ilk kıymetli ilişki kurulur. Ben’ine, sebebini bilemediği ihtiyaçlarına, acı veren ayrılığa, soğuk ve karmaşık dünyaya anlam veren o ilk ilişki böylece gelişir.

Yaşı ilerledikçe aile dışındaki sosyal çevreye açılan, kendi kişisel evrenini inşa etmeye başlayan insan, sıklıkla şu soruyu sorar: “Ben nasıl biriyim?” Kime benzediğini, ne kadar yetenekli olduğunu, kişisel donanımlarını ve zorluklarını… İnsan, anlamlar inşa etmesine olanak tanıyan bir güce sahip olmasına, beynin içine bakmasını sağlayan teknolojiler yaratabilmesine rağmen aslında kendisiyle ilgili oldukça az bilgiye sahiptir. Bu nedenle hala oldukça kırılgandır. Nasıl biri olduğuna dair aldığı tüm mesajlar –sözel olanlar ve olmayanlar- dışarıya anlamı, içeriye doyumu dağıtmaya başlayacak olan kendiliğine çarpar ve iz bırakır.

Zaman geçer, deneyimler değişir. Annenin şefkatle doldurduğu ilk tasarımlar hem yerleşmeye hem de yer değiştirmeye başlar. Doğumdan bu yana bilinçdışı bir şekilde arayışı sürdürülen kimliğin, bu kez değişen deneyimler ve bilişsel süreçler aracılığıyla daha somut bir şekilde izi sürülür. İlişkiler başlar, ilişkiler gelişir… İlişkilerde duygular üzerine çalışılır, çatışmalar üzerinde uzlaşılır. İlişkilerde ben’ler oluşturulur, ilişkilerde sen’le tanışılır. Çocuk kim olduğu üzerine çıkılan zorlu yolda, ilişkide anlam bulur ve bulduğu anlamlar üzerinden anlamlanır.

Öteki Beni Nasıl Görür?

Çoğunlukla anne ve babayla yaşanan çocukluğun ilk yıllarından sonra “Ben başkalarının zihninde kimim?” sorusu gelişimde daha önemli olmaya başlar. Bu sorunun oluşabilmesi için bile aslında pek çok gelişim adımı atılmasına ve öteki insanların sürekli katkısına ihtiyaç duyulur. Anne baba dışında kalan fakat ilişkide olma ihtiyacı taşıdığı diğer insanlar işte burada ilişkiye çağrılır. Arkadaşlar, büyük ebeveynler, komşular, diğerleri… Çocuk okul deneyimiyle de yoğunlaşacak şekilde, sosyal ortamlarda benlik algısıyla ve ötekilerde bıraktığı izlenimlerle ilgili yeni bilgiler edinmeye başlar. Gelişiminin buraya kadar olan kısmında kendisiyle ilgili ilişkisel ipuçlarını çoğunlukla ailesinden edinirken, şimdi yaşıtlarından oluşan bir gruptan yeni ve değişik kanallardan bilgiler edinmektedir.  Aslında güvenli aile bağlarından sonra evin dışında kalan ilk insanlarla kurulacak ilişki aynı zamanda hem önemli kaygıların hem de önemli kazanımların sahnesidir.

İlişkide olmak demek kendi iç dünyasını, getirdiği tüm ruhsallığı bir başkasının seyrine ve kullanımına açmak demektir. Bu kadar öznel ve içeride olanı bir başkasıyla paylaşmak her zaman kolay değildir. Paylaşmayı başardığında yine de hala zorluklar vardır; ilişkiyi sürdürmek de ayrıca meşakkatlidir. Çocuk, belki henüz kendisi için fark edilebilir olmayanı bir başkasıyla kurduğu duygusal ilişkide bilinçsizce ona sunduğunda artık görünür hale getirmiş olur. Hem onun için hem de kendisi için… Bugüne dek gizil tutulan, varlığı keşfedilmemiş sır kalan ne varsa bir başkasına herhangi bir şey sunduğunu varsaydığı bir anda ansızın açığa çıkıverir, biraz önce ya da az sonra değil. Önlenemez şekilde henüz bilinemez olanlar her iki taraf için de aynı anda görünür hale gelir. Birbirlerinin içine baktıkları, birbirlerinden aldıkları ve birbirlerine verdikleri o ilişik olma ve ilişkide bulunma halinde…

Arkadaşlık:  Farklı mı? Benzerlik mi?

Başkasıyla kurulan ilişki şüphesiz ki kendine bakışını da etkiler insanın. Diğerleri tarafından nasıl biri olduğu düşünülüyorsa, öyle biri gibi anlamaya başlar kendini. Kimi zaman ilişkilerde çatışmaların uzlaşmaya götürülemediği tıkanıklıklar da yaşanır. Örneğin çocuk, arkadaşıyla kurduğu ilişkide haksızlığa uğradığını düşünür, çünkü daima arkadaşının istediği oyunlar oynanır ve hep arkadaşı tarafından yönetilir. Çocuk eğer bırakılsaydı, bir oyun kurabilir miydi? Arkadaşı gibi oyunu yönetebilir miydi? Kendi isteklerini söylemek konusunda rahat olur muydu? Bu soruların yanıtları her zaman evet olmayabilir. Çocuk için bu deneyim ve hissettiği haksızlığa uğramak duygusu elbette kıymetlidir ve bu bağlamda bir anlam da taşımaktadır Belki de bu ilişkinin dinamiğinde daha pasif bir konumda olmak mutlu ettiği için çocuğu, diğer çocuk hep oyunu kurmak rolüne girmiştir. Belki bu da diğer çocuk için anlamlıdır. Ruhsal anlamda gücü elinde bulunduracağı bir ilişki şekline ihtiyaç duymaktadır.

İnsan yalnızken ben’de farkında olmadığı yanları ilişkide fark eder, tanır. Bu çarpıcı iç gerçekliklerin, kendi algı ve hayal dünyasının, bir başkasıyla kurduğu dış gerçeklikte ortaya çıkması, kolay olmayan bir deneyime dönüşebilir. Sadece çocuklar için değil, ebeveynler için de zordur bu süreç. Bir ebeveyn çocuğunun nasıl biri olduğunu düşlemliyorsa, tüm ilişkilerde de aynı kişi ve konumda olduğunu düşünebilir. Ancak her ilişki yeni bir inşa sürecidir. Ben’le olduğundayken ne halde ise öylece kabul etmek ve şefkat vermek, ama dışarıdaki sonsuz ilişki olasılıklarında onu izlerken, sadece anlama çabasını sürdürmek ve onu tüm değişkenlikleri ile kucaklamak… Bir çocuğun farklı ilişkilerde kendi olma fırsatını asla elinden almaksızın, sadece izin vermek.

Her çocuk, ihtiyaç duyduğu arkadaşı seçer ve ilişkiyi kendi ihtiyacına yönelik olarak düzenler. Arkadaşlık ilişkisinin içindeyken çocuk, sonuç tekin olmasa bile bir ilişki içinde kendini açmayı öğrenir. Aileden olmayan, dışarıda duran birini, kendi ruhsal alanına dâhil eder. Birlikte düşünmek ve yaratmak, birlikte yaralanmak ve onarmak için… Çocuğun oyununun amacı budur. Arkadaşlık, hayatın gerçeklerini çok fazla yara almadan ve hala kendini daha güvende tutarak deneyimleme fırsatı elde ettiği bir alanda gerçekleşir. Bu yüzden oyun kurduğunda oyuna ikiden çok kişi/şey katılır: İki çocuk ve ikisi onlara ait olmak üzere pek çok ruhsal alan…

Ergenlikten önce tüm ilişkilerde çocuğa kendi ruhsal alanıyla birlikte ebeveynin ruhsallığı da eşlik eder. Çocuğun ilişkilere anlam yükleme biçimi, ilişkilerden ne beklediği ve bağlanma türleri kendi ruhsallığı kadar anne babanın ruhsallığına dair de izler taşır. Anne babanın çocuğa aktarımı sadece genetikle kısıtlı değildir, bir ailenin içinde bilinçdışı bir şekilde aynı yaş dönemlerinde benzer şeyler yaşanır.

Aile Dışı Dünyaya Açılırken

Anne ve babanın süreklilik içeren şefkatinde kabul duygusu ortaya çıkar. Sosyal ilişkiler arttıkça, başkalarıyla birlikteyken kabul görmenin ve her zaman onaylanmanın çok da mümkün olmadığını kavrar çocuk. Artık her kavganın haklısı, her oyunun kazananı değildir. Gelişimin sekteye uğramaması için olmaması da gerekir. Kayba tahammül etme kapasitesi erken çocukluk deneyimleriyle oluşan bir yaşantı olsa da, ilk arkadaşlarla ilk oyunların sayesinde görünür hale gelir. Kaybın yarattığı boşlukta donmamayı, o bekleme anını dönüştürmeyi, yıkıcılığın yerine yaratıcılığı koymayı ve asıl kaybettiği an oyunu tekrar başlatabilmeyi buradan öğrenir.

Anne babadan oluşan ilk sosyal ortamında yarattığı kimliği yıldızlarla dolup taşan çocuk için, o çok önemli nice başarı şimdi yavaşça silikleşmeye ve iz bırakmadan kaybolmaya başlarken asıl şimdi o kendi oluşturacağı deneyime doğru ilerlemektedir. Çocuk, gelişim basamaklarında ilerledikçe sosyal ortamlarda kuracağı arkadaşlık ilişkileri, temel benlik duyumunun da etkisiyle şekillenir ve çeşitlenir. Olumlu bir hisle tekrar edilmesi veya olumsuz bir hisle tam tersi yönde telafi edilmesi için çocuğun kendisinin bilincinde olmadığı arkadaşlık ilişki tarzları oluşmaya başlar. Kimi çocuk –ve yetişkinler- için anne babayla kurduğu ilk ilişkideki temsillerin ifadesi yaşantı içinde tekrar ve tekrar inşa edilir. İlişkide olunan kişi değişse ve yerine bir yenisi geçse bile aynı süreçler tekrarlanır. İnsan ruhsallığında kendisinin farkında olmadığı, bazen kendisinden bile gizleyip unutmak, yok saymak istediği arzuları, düşünceleri, duyguları, tasarımları vardır. Çocuklar kendilerinin hatırlamadığı hatta anne babalarının bile fark etmediği doğumlarının sonrasındaki ilk dönemlerde yaşadıkları hoşnutluk veren durumları tekrar etmek, hoşnutsuzluk verenleri bazen tekrar etmek bazen de onlardan uzak durmak yönünde bilinçdışı yönelimleriyle hareket ederler. Kendileri için korkutucu, acı verici hatta bazen travmatik olmuş yaşantıların, bazı parçalarını içeren sahneleri sonraki dönemlerde tekrar edebilirler. Bu tekrarlar acı veren olay üzerinde kontrol edici olma hissini oluşturmak amacıyla olabilir. Ya da daha gelişmiş bir ruhsal zihinsel haldeyken olaya daha geniş anlamlar verebilmek amacıyla olabilir. Bu tekrarların çoğu bilinçdışı etkilerle oluşur ve kişinin bilinçli seçimlerinden bağımsız gelişirler. Eş ve iş seçimi gibi arkadaş seçimi de bu süreçlerden etkilenir.

Arkadaşıyla kurduğu ortak ruhsal alanda çocuk kendini tanır, anlam yaratır ve iyileşir. Onay gören ve sevgi dolu arkadaşlık ilişkilerinde hayata dair sevecen duygular ve daha olumlu haller coşkuyla prova edilir ve içselleştirilir. Fakat çocuklar bazen kendileri için olumsuz deneyimlere yol açan arkadaşlarının yörüngesinden uzaklaşamazlar. Tekrar edecek şekilde aynı arkadaşlarına zarar verirler veya aynı arkadaşlarından zarar görürler. Her bir “bir araya gelmek” halinin anlamı vardır. Bu bağlamda düşünüldüğünde bunun kişiye taşıyacağı anlam hakkında ne söylenebilir sorusu akla gelir?  Çocuklar kimi zaman kendileri riske girmek istemezler, hayatın mükemmel olmadığı, sonuçların pek iç açıcı olmayacağı yaşam deneyimlerini bir başkasında izlemek risksiz ve konforludur. Kimi zaman da çocuklar annesi nasıl davranıyorsa öyle davranan, babası nasıl iletişim kuruyorsa öyle konuşan arkadaşlara yapışırlar ve arkadaşlarına dair yorumları da o yönde gelişir. Bunu şuradan anlamak mümkündür; bazı çocuklar için mahremiyet sınırları katıdır; kendi vücutlarına, sınırlarına ve başkasınınkilere karşı da hassas ve saygılıdırlar. Bu nedenle oyunların içinde itişme, çekme, yakalama, çelme takma vb. konular onları çok zorlar. Bazıları ise aile kültüründe de bu tarz sınırların iç içe geçmesini deneyimler; isteği dışında kucaklaşma, hoplatarak zıplatarak sevilme ya da şiddet yaşantılarına maruz kalmaktan dolayı beden sınırları konusunda çok da dikkatli değildirler. Bu iki gruptan hangisinde yer aldığı çocukların arkadaşlık ilişkilerindeki beklentilerini etkiler, daha da önemlisi ilişkideki mutluluk doyumlarına yansır.

Geleceğin Birlikte İnşası

Çocuklar büyürken olmak istedikleri, olmanın arzusunu taşıdıkları, potansiyel olarak olabilecekleri kişiyle ilgili sorgulama, araştırma ve keşif süreçlerine devam ederler. Bu keşif yolculuğunda ailenin ve toplumun kültürü, değerleri, benimsedikleri ve reddettikleri çocuk için cesaretlendirici ya da engelleyici olur. Arkadaşlık ilişkileri de bu sürekli hareket halindeki karmaşık ve değişken etkileşimler bütününde yerini alır. İdeallerin anne babadan uzaklaşıp dışarıda, sosyal hayatta yer alana doğru kayması anne baba için de zorlu bir değişim sürecini tetikler. Bu noktada çocuk ilişkiler üzerinden yaşantısını düzenlemeye girişir. Anne babanın kabul ve onay sınırlarını tekrar görmek ister, bunu da arkadaşlıkları üzerinden ifade etmeye çalışır.  İlişkilerde birincil kazanç kendini bulmaktır. Her çocuk, seçtiği her bir ilişkiyle, kendine dair bir parçayı bulur ve bilincine getirir. Her ilişki bu nedenle sanki mükemmelmiş gibi deneyimlenir.  Bu noktada “Bu ilişki iyi ya da zarar verici mi? Çocuğum için neye yardımcı oluyor? Hayatı prova ettiği şu an çocuğum bu oyun aracılığıyla hangi zorluğuyla baş etmeye çalışıyor? Bu arkadaşı onayladığım ya da onaylamadığım tutum ve davranışlarıyla, çocuğumun içindeki hangi duygulara ayna tutuyor? gibi sorular üzerinde düşünebilmek ve çocuğun destek isteğini ifade edene kadar sabırla harekete geçmeden kalabilmek en değerli ebeveyn ve yetişkin katkısı olacaktır. Unutulmamalıdır ki, her çocuk oyununu kendi kurar, anlamını kendi belirler çocuk, kendi arkadaşını seçer.

Yazanlar:
Hakan Özpar
Psikolojik Danışman

Merve Aysun Ceylan
Danışman Psikolog

Kaynakça

Winnicott, D. W. (2017). Çocuğun Gelişiminde Annenin ve Ailenin Ayna Rolü, İçinde: Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları.