Çocuğun ruhsal gelişiminde babanın rolü üzerine üç soruya odaklanarak düşünmeye davet ediyorum siz okurları:
Size sunduğum birinci sorum şu: Çocuğun ruhsal gelişiminden söz etmeye başladığımız andan itibaren sahneyi annenin fonksiyonlarının kaplamasının kaçınılmaz bir sonuç olduğunun hepimiz farkındayızdır sanırım. Gebeliğin nasıl geçtiğinden tutun da okula ilk başladığında anneden nasıl ayrıldığına kadar tüm basamakların gözden geçirilmesinde hep anne ile ilişkinin niteliği düşünülür. Peki babanın fonksiyonları, bu fonksiyonların ruhsal gelişime olan etkileri nelerdir?
Diğer iki soruya gelince; hepimizin çocukluk anılarında farklı farklı baba temsilleri bulunur. Baba kimdir? Müslüm Gürses mi, Süleyman Demirel mi, Hulusi Kentmen mi? Simone de Beauvoir’ın ünlü sözüdür: “Kadın doğulmaz, kadın olunur!” Bu söze sırtımı dayayarak son sorumu da şöyle yapılandırmak isterim; “Baba doğulur mu, baba olunur mu?” İşte bu yazıda bu üç sorunun cevaplarını arayacağız…
Babanın Fonksiyonları
Psikanalitik literatüre baktığımızda bebeğin/çocuğun doğumundan itibaren psikoseksüel gelişiminin tüm evrelerinde Farklı baba temsillerine rastlarız. Bebeğin yaşamında ilk baba temsili bir olumsuzlukla eşdeğerdir: Baba, anne-olmayandır, yabancı ve anneden farklı olandır. Yeni doğan sadece açlık-tokluk, huzursuzluk-sükûnet anları arasında salınırken annesini kendisinin bir uzantısı gibi deneyimler. Yeni doğan için annesi bir başka kişi değildir ilk aylarda. İlk kırk gün neredeyse her ihtiyaç anında annesinin kucağında, memesinde, onun sesi ve kokusu ile rahatlama olanağı bulan bebek, annesini kendisinin bir parçası, neredeyse kendisine ait bir uzuv gibi hisseder. Ancak sağlıklı bir ilişkide anne, belli bir süreden sonra bebeğinin katlanabileceği miktarda ve sıklıkta yoksunluk deneyimi yaşatarak bebeğinin, annesinin kendisinin bir uzantısı olmadığını hissetmesine/deneyimlemesine olanak sağlar. Ağlar ağlamaz gitmez, yumuşak bir ses tonu ile bebeğine seslenir: “Geliyorum kuzum!” Bebek annenin gelip onu kollarına almasına kadar geçen zamana bu sesin varlığı ile tahammül eder. İşte baba bu ses ile devreye girer. Literatürde “aşığın sansürü” olarak geçen bu durum yine sağlıklı bir ilişkinin uzantısıdır. Anne doğumdan bir süre sonra hem zihninde hem de günlük yaşamında aşığına/bebeğinin babasına yeniden yer açar. Babanın ihtiyaçları, babaya duyulan ihtiyaç, annenin zihni dolayımı ile babayı devreye sokar. İşte burada devreye giren baba, bebek için “anne olmayan” ama varlığı ile teskin edici olandır. Baba, anneyi teskin eder, anne bebeği… Baba bebeği kucaklar, belki besler, anne babaya yemek ısıtır. Böylelikle baba hem ruhsal hem de fiziksel yaşamda anne bebek ilişkisinde ilk rolünü sahneler.
Son yıllarda yapılan araştırmalar babanın bundan çok daha önce anne bebek ilişkisinde devreye girdiğinden söz etmektedir. Hatta yeni doğanın, annesinin sesinden çok (çünkü içeriden duyulan ses dışarıya çıkınca oldukça farklılaşmaktadır diye açıklamaktalar) babasının sesini tanıdığını dolayısı ile doğumdan hemen sonra babasının sesi ile bebeklerin çok daha hızlı sakinleşebildiklerini iddia etmektedirler. Bu araştırmalara göre babalar artık daha bebek anne karnında iken onunla konuşarak, bebeğinin varlığını tanıdığını göstererek onunla ilişkisinin temellerini atmaktadır. Hatta bazı uzmanlar bebeklerin eskiye oranla başlarını daha dik tutarak, daha sıklıkla gözleri açık hatta bakıp inceleyen bebekler olarak dünyaya gelmelerinin, baba ile bu erken tanışmanın etkisi ile de güçlendiğini öne sürmektedirler.
Her iki bakış açısına göre de baba, anne olmayandır, üçüncüdür. Baba, anne baba çocuk üçgeninin üçüncü köşesi, üçüncü kenarıdır. Anne ve bebeği hem bir arada tutar hem de ayrı.
Tam bir cennettir anne. Bebeğine karşılıksız bakar, besler, doyurur, ihtiyaçları hızlıca kavrar, giderir. Baba bu ikiliyi ayırmazsa, var olmaz, devreye girmezse çocuk annenin içinde neredeyse yok olmasına neden olabilecek güçte bir girdaba doğru sürüklenebilir. Bunun en güzel örneği okula başlama yaşı geldiğinde anneden ayrılma zorluğu yaşayan çocuklardır. Anne mi çocuktan, çocuk mu anneden ayrılamaz diye hep tartışılır; ama devreye baba girince sıklıkla sorunlar çözülür.
Baba, bebeğin/çocuğun annesi ile yaşadığı bu türden bir yapışık ilişkiden çıkıp ruhsal olarak doğmasını mümkün kılmalıdır. Baba bu gücü kendi ruhsal zenginliğinde bulabilir. Hem bir erkek olarak karısına hem de bir baba olarak evladına çağrıda bulunabilmek için o da kendi çocukluk deneyimlerinden güç alacaktır kuşkusuz. Kendi annesinden henüz ruhsal olarak ayrılamamış veya kendi babasına henüz hiç itiraz edememiş bir baba bu türden bir ayrılığı sağlamak konusunda muhakkak ki yeterince güçlü olamayacaktır. Baba farklılığı temsil eder. Bu yolla hem soyun devamını sağlar hem de bu devamlılığa yeni unsurlar ekleyerek onu doldurur. Bu unsurlar babanın kendi ruhsal yolculuğunda kazandığı, edindiği tüm zenginliktir. Babalık yapabilmek için sadece bu ruhsal zenginlik de yeterli değildir, babanın bir de bu zenginliği çocuğuna aktarabilme becerisi de gereklidir. Baba olarak ayıran olmak “her babayiğidin harcı” değildir!
Anne ile bebeği ayırıp üçüncü olarak devreye giren baba toplumsal düzenin evdeki temsilcisidir. Bu noktada babanın sözünü anne dile getirir: “Baban gelsin, ona soralım”, “Baba ne derse o olur”, “Baban bilir, ben ne anlarım o işten”, “Akşam baban gelsin, yaptıklarını bir bir söyleyeceğim”…. Tüm bunlar fiziksel olarak orada olmayan babanın hala düzen içinde olduğunu aklımızda tutmamızı destekler. Okul öncesi çocuğu, yaşı ilerledikçe kuralları içselleştirir. 3-4 yaş çocuklarının ebeveynlerinden sıklıkla duyarız; “Hep özür diliyor ama yine yapıyor!” Doğrudur, çünkü henüz özrünün olaydan ders çıkarttığının bir göstergesi olması için erkendir. İşte o noktaya ulaşabilmek için babanın kural koyuculuğuna vurgu yapmak gereklidir.
Babanın kural koyucu fonksiyonu iki açıdan önemlidir. Kuralı sadece annenin koyması, bu kuralın yıkılmasını çocuk için daha riskli hale getirir. Anne kızınca temel sevgi riske girer. Baba kızınca idealler… Dolayısı ile annenin öfkesinin açtığı yarayı tamir etmek, babanın kızgınlığının açtığı yarayı tamirden çok daha zordur.
Ayrıca baba üçüncü kişi olarak çocuğu toplumsal düzene hazırlayandır. Evde annesi tarafından sürekli açıklama ve ikna yöntemleri ile büyütülen çocuk okula geldiğinde sudan çıkmış balığa dönecektir. Okula giden çocuk, artık ne yaşamın merkezindedir ne de ikna ediliyordur.
Okulda çocuktan bazen sadece yapması ve/veya beklemesi istenir. Babanın hiç devrede olamadığı bir ailede çocuk anne için tek olacağından beklemek zorunda kalmamış olabilir. Bu tür bir deneyim içinde büyüyen çocuk iki kişilik oyuna üçüncü kişi girdiğinde nasıl konumlanacağını öğrenememiş olabilir. Hatta o dururken annesinin başka birisini daha seviyor olmasını hiç deneyimlememiş olabilir. Bu durumda öğretmeni ve bir sınıf dolusu çocuk ile baş edebilmek için elinde enstrümanı olamadan okul yoluna koyulmak hiç de kolay olmayacaktır sanırım.
Oysa annesine evlenme teklif eden erkek çocuğu babasından “O benim karım, senin annen. Sen de büyüyünce benim gibi kendine bir eş bulacaksın ve onunla evleneceksin.” cevabını duyması ya da annesinin “Ama ben babanla evliyim, onun karısıyım, senin annenim. Sen de büyüyünce kendine bir eş bulacaksın ve ben hala senin annen olacağım.” Cevaplarını duyan çocuk kendi sosyal yolculuğu için limandan vize almış olacaktır. Baba idealin temsili olacaktır. Tabii anne izin verirse.
Baba Kimdir?
Baba, baba olmayı kabul edebilen erkektir. Bu hiç de basit değildir. Bir baba kuralın temsilcisi, ailenin dayanağı, temel direği olurken şefkatten arınmış bir ruhsallıkla babalık yapamaz. Babanın babalık yapabilmesinin koşulu; kendi annesiyle de özdeşleşerek sahip olduğu şefkatli, kadınsı yönlerinin erkeksi yanı ile bütünleşmesidir. Hulusi Kentmen’i, Süleyman Demirel’i ve hatta Müslüm Gürses’i “Baba!” yapan sadece onların iktidarları, kudretleri, zenginlikleri değildi. Aynı zamanda şefkatli, kucaklayan, merhamet eden taraflarının sert, keskin, erkeksi taraf ile bütünleşebilmiş olmasıydı.
Sadece asan-kesen, bağırıp-çağıran, KORKULAN bir baba, baba değildir. Bu türden bir baba sadece dikta eden, tehditkâr ve boyun eğerek bir arada yaşanılabilen birliği mümkün kılar. Oysa baba gücünden destek alınan, ihtiyaç duyulduğunda limanına sığınılacak olandır. Bu liman hem annenin hem de çocuğun limanı olabilmek için farklı nitelikleri barındırmalıdır. Baba, baba olma zenginliğini kendi ruhsal gelişimi içindeki kaynaklarda bulur ve o yeri babaya atayan anne olacaktır. Anne tarafından değersizleştirilen, saygıya değer bulunmayan eş, çocuğa baba olarak hediye edilemez.
En İyisi Analı-Babalı Büyümek
Bir bebek dünyaya geldiğinde onun için en sık temenni edilen “analı-babalı büyüsün” temennisi olacaktır. Bu temenni yine köklerini hayat deneyiminden almaktadır. Bir çocuğun “analı-babalı büyümesinin” yegane şartı anne babasının hayatta olması ya da aynı evde yaşaması değildir. Bir çocuk için anne ve babası bir ortak hayale, ideale, çabaya sahip olduğunda o çocuk analı babalı büyüyecektir.
Babayı o ya da bu sebeple devreye sokmayan anneler, daha sonra öğretmeni, daha sonra da çocuğunun eşini devreye sokmakta zorlanacaktır. Babanın çocuğunun yaşamına dahil olması için sürekli evde olması, düzenli bir mesaiye sahip olması değil, çocuğu için anne ile ortak bir hayali paylaşması, çocuğu için idealler beslemesi şarttır. Günümüzde işlerinin yoğunluğu gerekçe gösterilerek çocuğunun hayatından uzak tutulan/uzak duran baba sayısı artmaktadır. Oysa baba annenin referansı ile de aile birliği içinde can bulabilir. “Bunu babana soralım”, “Baban daha iyi bilir.”, gibi referanslar çocuğun babası ile ilişkisinin akışını değiştirmeye yetecek ilk adımlardır.
Son yıllarda basılı yayın tarafından sıklıkla vurgulanan demokratik aile kavramı da üzerinde hassasiyetle durulması gereken kavramlardandır. Demokratik olmak eğer aile içinde nesil farkını büyük/küçük ayırımını ortadan kaldırıyor ise bir süre sonra tüm aile bireyleri için ağır bir yük oluşturmaya başlayacaktır.
Aile nesil ve cinsiyet farklılığında zenginleşen, güçlenen bir topluluk birimidir. Aile içinde aynılık değil farklılık gücü arttırır. Evin en büyük odasında yatmak, en büyük yatağında uyumak bir çocuk için güven duygusu sağlamaz. Çocuklar kurallarla sakinleşirler.
Evde kendilerinden büyük birilerinin olduğunu bilmek çocuğun güvende hissetmesini sağlar. Eğer demokrasi eşitlik anlamında kullanılırsa bu durum her bir aile bireyinin aleyhine ilerler.
Ebeveynler son yıllarda sık sık çocukları ile “arkadaş olmak” tan dolayı gurur duyar oldular. Hâlbuki bir çocuğun çokça arkadaşı, sadece bir anne babası vardır. Anne baba bir arkadaştan farklı olarak çocuğundan sorumludur, sorunlu değil! Tartışırlar ama arkadaş gibi kavga etmezler, dinler ama arkadaş gibi dertleşmezler.
Anne baba tektir ve kıymeti biraz da buradan gelir. Anne babanın ayrı olması, anne ve babanın annelik babalık durumları ile değil, kadın-erkek olma pozisyonları ile ilgili bir karardır. Bir kadın ve erkek elbette çok iyi anlaştığı koşullarda ayrılık kararı almaz. Ancak kadın erkek ayrılsa da ortak bir çocukları olması halinde çocuklarının sağlıklı ruhsal gelişimi için ortak dili korumak için yoğun çaba harcanmalıdırlar. Zira ayrılan çifttir, üçlü değil.
Konuk Yazar:
Funda Akkapulu Aydın
Klinik Psikolog