Duygular

Güneş olur ısıtırım içini, birlikte ışık saçar, kucaklarız her şeyi… Bazen de istemeden yakar kavururum her yeri… Bazen ışıltılı bir dere gibi akarım serinleterek, bazen de sel olur, çağlayan olur görmem önüme çıkan hiçbir şeyi… Kimi zamansa çok derinlerde bir yerlerde beklerim sessizce, hatta yok sayılırım, unutulurum o köşelerde. Kimi zamanda sere serpe görünürüm, birden bir başkası beni senden daha iyi farkeder, çıkarır gün ışığına, ben saklanmak istesem de… Duyguların dili olsa daha neler neler söylerlerdi kim bilir…

Herşeyin hızla yaşandığı çağımızda ne hissettiğimizi anlamayı, duygularımızın sesine kulak vermeyi erteliyoruz; çünkü her zaman yetişmemiz gereken bir yer ya da yetiştirmemiz gereken işler var. Hissettiklerimiz giderek arka plana itiliyor, silikleşiyor. Cılız sesleri çığlıklara, fırtınalara dönüşene kadar varlıkları unutuluyor. Biraz durmak ve içinden gelenleri dinlemek, sanki çok şeyi kaçırmak gibi değerlendiriliyor. Günümüzde bireyin varlığı daha çok somut olan ile kanıtlanıyor. Başarı nereden gelecek ise ona yatırım yapılıyor.

İnsan, davranışlarını ve yaşamını etkileyen duyguların bazılarını doğuştan getirmekte, bu duygular da onun yaşamını sürdürmesi için hayati önem taşımaktadır. Bazı duygular ise zaman içinde insanın yaşadığı toplum ve kültür ile etkileşimi aracılığıyla şekillenmektedir.

Duygular hissedildiği an ayrımına varamasak da organize tepkilerdir. Fizyolojik, bilişsel ve deneyimsel psikolojik sistemleri içerirler. Pek çok psikolojik alt sistemi koordine eden içsel olaylar olarak etki gösterirler. Uyum sağlamayı kolaylaştırırlar. Duygu, hisler ve ruh hali gibi kavramları da içermektedir. Duygu birine ya da bir şeye yöneltilen yoğun histir; ancak ruh hali doğrudan bir uyarıcıdan yoksundur ve duygulara göre yoğunluğu daha azdır. (Çakar ve Arbak, 2004)

Duygular değişkendir. Bilgi ve deneyimlerle de sıkı bir ilişki içindedir. Bilgi ve fikir değişirken duygu da değişime uğrar. Hissedilen duygular yaşa göre farklılık gösterebilir. Nefret edilen birisi daha sonra sevilebilir. Özellikle çocuklar içlerinde bulundukları durumu duyguları ile değerlendirirler, çocuğun korktuğu bir şey kısa bir süre sonra ona komik gelebilir. Zamanla insan duygularını yönetmeyi öğrenebilir.

Duyguların doğasını ve çeşitliliğini araştırmak için ortaya atılan çeşitli kuramlar vardır. Duyguların hoş olma ve hoş olmama boyutu üzerinden sınıflandırıldığı kuramı ele alırsak bu kuramın temelinde duygusal yaşamın iki niteliği olarak haz ve elemin kabul edildiğini görürüz. Duyguların bizi en mutlu edenlerden en acı verenlere kadar sıralanabileceği belirtilir. Bu sıralamada hiçbir duygu için daha faydalı veya daha zararlı olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak yapılan araştırmalar hoş olmayan duygulara ait anıların daha çok hatırlandığını ifade etmektedir. Onlar bir nevi tehlike sinyali olarak insan bilincinde daha uzun süre yaşarlar. Duygusal hafıza kalıcı izler bırakır, sözler unutulur, duygular hatırlanır.

Duygularımızı Tanımak

Bundan 2000 yıl önce Çiçero, “Yüz, ruhun yansımasıdır.” demiş. Yüz ifadeleri, duyguların iletiminde kelimelerden sonra gelen bilinçli olarak veya istenmeden ortaya çıkan karşımızdaki kişiler tarafından kolayca izlenebilen ilk iletişim kanalıdır. Bilinçli olarak kullanılan yüz ifadeleri genellikle gerçek duyguyu gizleme amacı taşır. Bilinçsiz yüz ifadeleri ise, genellikle korku, kızgınlık, mutluluk ve hayret gibi duyguların şiddetli olarak hissedilmesi ile ortaya çıkar ve kısa sürelidir. Farklı kültürlerden insanlarla yapılan bir araştırmada fotoğraflara bakılarak insanların hissettiği 6 temel duygunun doğru bir biçimde ayırt edildiği gözlenmiştir. Bu duygular; mutluluk, saldırganlık, kızgınlık, üzüntü, korku ve tiksinmedir. (Kağıtçıbaşı’ndan aktaran Yılmaz, 2012)

Ulustan ulusa, kültürden kültüre, zamandan zamana, insandan insana değişen duyguların sayısını belirlemek gerçekten zordur. Yüzlerce duygudan söz edilebileceğini belirtirken dilimizde veya diğer dillerde henüz isimlendirilmemiş birçok duygunun da yaşanma ihtimali olduğundan bahseder. Bazı duyguları söze dökmek zor olduğundan onları isimlendirmek ve tanımlamak da mümkün olmayabilir. Temel duygular olarak adlandırılan duyguların sayısı konusunda bile araştırmacılar hemfikir değillerdir. Bu sayı haz ve elem olarak ifade edilen iki duygudan, yirmili sayılara kadar çıkabilmektedir. Temel duyguların her birinin kendine özgü fizyolojik ve psikolojik belirtileri vardır. Birey bunlardan bazılarını, kalp çarpıntısı, terleme, ağızda kuruluk olarak fark edebilir ve bu yolla duygularını tanıyabilir. Bazı duygular ise sadece bedende hormonal değişiklikler yaratır ve kişi bu değişikliği ve duygusunu fark etmeyebilir. (Goleman’dan aktaran Yılmaz, 2012)

Yaşadığımız duyguları bir anda fark etmek ve ifade etmek mümkün olamamaktadır. Pek çok olay, düşünce, etkileşim içinde duygularımızı tanımlamak için biraz durup kendimizi anlamaya çalışmamız gerekmektedir. Duygular nadir olarak tek başlarına yaşanırlar. Birbirinden giderek farklılaşan pek çok duygu aynı anda yaşanabilir (Morgan’dan aktaran Hacızade, 2012) . Bazen birbirini etkileyen duygular ilginç karışımlar da oluşturabilirler. Öfke grubu, sevinç grubu, üzüntü grubu gibi… Plutchik’in (2000) bu düşünceden yola çıkarak oluşturduğu önerileri duyguların çeşitlenmesi konusunda fikir oluşturmaktadır. Ona göre gurur, öfke ve sevinç duygularının aynı anda yaşanması ile şekillenir. Nefret, öfke ve şaşırma duygularının birleşmesi ile yaşanır. Şekil 1’de yer alan Plutchik’in duygu çemberinde, ortada yer alan 6 temel duygu, araştırmalarla tespit edilen kültürden bağımsız olarak tanınan duygulardır. Bu altı temel duygudan çeşitlenerek 132 farklı duygu oluşmakta, bunlar da dış halkalarda gösterilmektedir. Plutchik’in bu çalışması duyguların çeşitliliğini fark etmemize, kendi duygularımızı ifade etmemize yardımcı olabilir. Şekil 1’de yer alan duygulara bakarak kendi duygularınızı gözden geçirebilir, “Yaşadığım, tanıdığım, öğrendiğim, araştırdığım duygular.” başlıklarında kendinizde var olan duygulara yolculuğunuza başlangıç oluşturabilirsiniz.

Bizlere farklı yönleri ile duyguları tanımlamada yardımcı olmaya çalışan bütün araştırmalar özünde kendimizi daha yakından tanımamızı sağlar. Hem kendimizin hem de çevremizdeki kişilerin duygularını anlayabilmemiz için duyguların çok çeşitli olduklarını kabul etmemiz ve birden çok duygunun bir arada yaşanabileceği gerçeğini unutmamamız önemlidir. Duygularımızı isimlendirmemiz, derinlerde biriktirip uzun süreler sonra şekil değiştirmiş olarak karşımıza çıkmalarını engeller. Anne babaların çocukları ile ilişkilerinde duyguları tanımlamayı öğretmeleri de bu nedenle önemlidir.

Duygularımızı Yönetmek

Duyguları yüz ifadesi, beden duruşu, ses tonu ve sözel ipuçlarından tanımlamaya çalışırız. Sonrasında, algılama ve yorumlama süreçleri devreye girer. Bir sonraki aşamada ise yaşanılan his ve var olan bilgilerin harmanlanması gerçekleşir. Bir bir değerlendirme yapar, duyguların ne anlam ifade ettiğini yorumlar ve onları anlamaya çalışırız. Bu aşamalardan sonra duygularımızı yönetmemiz mümkün olabilmektedir.

Kişinin özellikleri ve deneyimlerinin de etkisiyle, en uygun duygusal tepkileri üretebilmesi, duygularını yönetebilmesini sağlar; ancak bu her zaman çok kolay olmamaktadır. Bunu yapabilmek için duygulara açık olmak, duyguları etkili bir şekilde denetleyebilmek ve düzenlemek gerekir. Duygularımızı yönetebilmek, karşımızdaki bireyin bizi anlayabilmesini ve sosyal ilişkilerimizin devamını sağlar. Başkalarının duygularını fark edebilmek ya da başka bir deyişle empati kurabilmek de önemlidir. Empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye aktarılması gerekir. Bu aktarım olmadan empati süreci tamamlanmamış sayılır.

Bu becerileri duygusal zekâ kuramını aktaran Goleman iyi tanımlamıştır. Duygular ve düşünceler birbirlerinden bağımsız değillerdir ve iç dünyamızın birbirinden ayrılmaz parçalarını oluştururlar. Akıl ve duygu ilişkisi Goleman tarafından belki de en kapsamlı şekilde ele alınmıştır. “Aslında iki zihne sahibiz; biri düşünüyor, diğeri ise hissediyor. Hayatı nasıl yaşadığımız her ikisi tarafından belirlenir, ancak insanı insan yapan özelliklerin çoğu duygusal zekâdan gelmektedir.” fikrini savunur. Fikirler ve duygular kaynaşır, bazen duygular öne çıkar. Çok güçlü bir duygu yaşandığında akıl ve irade o duygunun etkisi altına girebilir. Sosyal ilişkilere zarar verebilir, kişinin günlük yaşamını yürütmesini zorlaştırabilir. Kişinin ifade edemeyerek biriktirdiği yoğun duygular onun kontrolünün dışına çıkar. Bu bazen kendini bazen de çevresini yıkıcı etkiler bırakacak şekilde yaşanabilir. Bu aşamaya geldikten sonra duyguları tanımlamak ve sağlıklı ifade edebilmek uzman bir kişinin yardımı ile mümkün olabilmektedir.

Duyguların Tanınması ve Yönetilmesinde Ailenin Rolü

Duygusunu tanıyan, isimlendirebilen anne babalar, çocuklarının da duygularını tanımasına katkıda bulunurlar. Çocukların, ergenlerin duygularını kabul edebilen anne baba onlara daha kolay destek olur, yol gösterir. Ailesi tarafından duyguları kabul gören çocukların ve ergenlerin benlik algıları daha sağlıklı gelişir. Sadece davranışlar hakkında konuşulan ailede ise duyguları tanımlamak ve biriken duygularla yüzleşebilmek zorlaşır.

Çocuklarla birlikteyken fırsatları yakalamak önemlidir. Onlarlayken duyguların davranışları nasıl etkileyeceği üzerinde konuşmak çocukların duygular ve davranışlar arasındaki bağlantıyı kurmasına yardımcı olur. Herkesin duyguları olduğu, saklamak gerekmediği, hissedilen duyguların başkaları tarafından da hissedilebilecek duygular olduğu gösterilmelidir. Korkunun, öfkenin başkalarında da oluşan hisler olduğunu konuşabilen bir aile, çocuklarının bu duyguları ile baş etmesine de destek vermeye başlamış demektir. Duygularını ailesi ile paylaşabilen bir çocuk onların kendisinde yarattığı etki ile daha kolay başedebilir. Duyguların ifade ediliş şekli ve sıklığı çocuğun sosyal becerilerinin gelişiminde çok önemli yere sahiptir. Örneğin, çocuk arkadaşlarıyla ilişkilerinde sürekli öfke duygusu hissediyor ve özellikle de yaşadığı bu öfkeyi karşıdaki kişiyi rahatsız edecek şekilde ifade ediyorsa bu durum arkadaşlarıyla iletişimini bir süre sonra kesintiye uğratabilir. Her duygunun doğal olduğu ama duygular karşısında verilen tepkilerin sonuçları konusunda çocukla konuşulması ve ailenin yapacağı yönlendirme önemlidir. Çocuktan duygusunu yok saymadan, davranışlarının sorumluluğunu alması istenmelidir. “Davranışlarından sen sorumlusun. Öfkeni nasıl ifade edeceğine sen karar verebilirsin.” “Ağlamak doğal bir tepkidir.” cümleleri çocuk için hem rahatlatıcı hem de yol göstericidir. Bu yaklaşım çocuğun duyguları ve düşüncelerini ayırt etmesine de olanak sağlayacaktır.

Duygular bebeklikten itibaren gelişir ve nesnelere yaklaşılması veya uzaklaşılmasını sağlarlar. Winnicott (2014) “Her bebek yeterli kaynaklara sahip bir işletmedir. Her bebekte yaşam kıvılcımı vardır, yaşamaya, büyümeye ve gelişmeye yönelik bu itki bebeğin bir parçasıdır, çocuk onunla doğar.” sözü ile iki önemli konunun altını çizer. Biri çocuğu olduğu gibi kabul etmemizin önemidir. Diğeri de çocuğun gelişimiyle birlikte değişen ve büyüdükçe ihtiyacına uygun şekilde mesafeli ilişkinin kurulmasıdır.

Anne babalar çocuklarına söyledikleri ve yaptıkları ile değil, kendi hislerini nasıl ifade ettikleri ve aralarındaki etkileşim modeliyle örnek olurlar. Çocuklar yakın ilişki içinde, kendilerini nasıl göreceklerini ve başkalarının onların hislerine ne şekilde tepki vereceğini deneyimlerler. Bu hisler hakkında nasıl düşünmeleri gerektiğini ve tepki verirken ne gibi seçenekleri olduğunu, umutları ve korkuları nasıl okuyup ifade edeceklerini öğrenirler. Bazı aileler hisleri tamamen gözardı etmeyi tercih ederler. Bu aile ortamında yetişen çocuğun duygusal anlamda tam bir gelişme göstermesi beklenemez. Çocuğun duygularına empati göstermekten sürekli uzak kalınırsa, çocuk bu duygularını dile getirmekten vazgeçer. Bu aileler çocukların duygusal sıkıntılarını önemsemezler ve kendiliğinden geçmesi gerektiğine inanırlar. Duygusal anları, çocuğa yakınlaşmak ya da onun duygusal yeterlilik konusunda bir şeyler öğrenmesine yardımcı olmak için bir fırsat olarak kullanamazlar. Bazı ailelerde de duyguların yaşanması fazlası ile serbest bırakılır, bu ortamlar çocuklarda sağlıklı bir duygusal yaşam ve vicdan gelişiminde eksikliğe yol açabilir. Bu tür anne babalar çocuğun ne hissettiğinin farkındadırlar; ancak çocuk duygularıyla başa çıkmada uygun olmayan yollar tercih ettiğinde yol gösterici olamazlar. Çocuğun hislerini gözardı eden ailelerde olduğu gibi, bu anne babalar da çocuklarına alternatif bir duygusal tepki öğretmeyi denemezler. Tutarsız davranan anne babalar çocuğun duygusal gelişimi açısından olumsuz sonuçlara neden olurlar.

Yaşamındaki önemli kişiler çocuğun belirli bir ihtiyacını, duygusunu, amacını fark etmez, kabul etmez ya da bunlara uygun tepkiler vermezlerse çocukta bu durum olumsuz etkiler yaratabilirler. Çocuk, utanma duygusu ile vazgeçerek geri çekilmeyi öğrenir. Eğer bu sık tekrarlanır ya da travmatik olursa, çocuk utanmayı içselleştirir. İçselleştirilmiş yoğun utanma duygusu kişinin diğeriyle empati kurmasını, yakın ilişkilerde bulunmasını engelleyici etki yaratır. Bu tür kişiler duygularının farkına varmakta, kendilerini açmak konusundaki zamanlamada, yakın oldukları kişinin duygularına tepki vermekte, istek ve tercihlerini ifade etmekte, çatışmalarla yüzleşmekte ve çözmekte, kendisinin ve karşısındakinin sınırlılıklarını tolere etmekte oldukça zorluk çekerler.

Duygusal becerileri gelişmemiş olmak, bir anlamda ailenin dışındaki yaşama hazır olmamak, farklı bir birey olamamak anlamına da gelir ve böyle bir kişi isteklerini, hoşlandıklarını, hoşlanmadıklarını dile getirmekte zorluk yaşayabildiği gibi birçok karmaşık duyguyu da aynı anda yaşayabilir; ancak bu karmaşık duyguları isimlendirebilecek becerisi gelişmemiştir (Plutchik’den aktaran Hacızade, 2012). Bu kişiler için ayrı bir ben oluşturmak, ötekinin sınırlarını kabul etmek, kendi sınırlarını ifade etmek de zorlaşır. Aile içinde bağımlılığın yoğun yaşandığı durumlarda, duygu ve düşüncelerin dile getirilmemesi sonucu çocuk ve genç kendini ayrı bir birey olarak göremez. Bilişsel ve duygusal yönler birbirlerine karışır, birey kendisine ve başkalarına ilişkin net bir algıya sahip olamaz. Bowen aile terapisi kuramı benliğin farklılaşması kavramı üzerinde durur. Farklılaşma, benliğin psişik ve kişilerarası boyutlarını dengelemektir. Aynı zamanda bireylerin kendilerini içinde bulundukları aileden duygusal ve bilişsel düzeyde ayırmalarıdır. Birbirine zıt iki yaşam gücü bulunmaktadır; birliktelik ve bireysellik. Farklılaşma düzeyi, bir doğru olarak düşünüldüğünde bir ucunda özerklik, diğer ucunda da farklılaşmama bulunur. Özerkleşemeyen birey aileden uzakta yaşasa bile aile üyelerine bağımlılığını sürdürür. Bu ilişki iç içe geçme, farklılaşmamış ego yığını olarak tanımlanır (Bowen, 1965). Özerkleşmenin gerçekleşmesi için anne babaya düşen önemli görevler vardır. Aile içindeki bireylerin hissettikleri duyguları korkusuzca ifade edebilmeleri ve bunun için cesaretlendirilmeleri önemlidir. Bireyin ben pozisyonu alabilmesi böylece desteklenebilir. Bu ortamda yetişen bireylerin benlik algıları daha sağlıklı oluşur. Duygusal becerileri de gelişir (Keklik ve Yıldırım, 2012).

Bir şairin kaleminden, bir yönetmenin gözünden, bestecinin yüreğinden, bir ressamın fırçasından akanlarda hatırlanan duygular… Tanıyan ve kabul edenler, onları yönetmeyi de öğrenirler. Her bir duyguyu, yaşamlarının rengi olarak kabul edebilirler. Aydınlığın, sıcaklığın, derinliğin, karmaşığın, keskin ile yumuşağın bir arada yer aldığı hayatlarının tablosunda onlara gereken yeri verebilirler.

Yazan:
Demet Uysal
Psikolog