Bireyin kendi özel alanını ve başkalarının özel alanını tanımasını sağlayan, sınır çizmeyi ve sınırları ihlal etmemeyi öğreten, kişinin öz saygısını ve insanlara olan saygısını artıran, kişilik gelişiminde önemli bir yere sahip olan “Mahremiyet” konusu son yıllarda toplumun duyarlılığının arttığı bir konu haline gelmiştir. Bizler de Prof. Dr. Gökhan Oral’la bu konuda sizlerin ilgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz bir röportaj gerçekleştirdik. Röportajda kişisel sınırlar ve mahremiyet kavramı ele alınırken, mahremiyet kavramının hangi yaşlardan itibaren inşa olduğu, anne babaların tutumlarının bu kavramın oluşumundaki etkisi gibi konuları masaya yatırdık. Umarız okurken sorularınıza cevaplar bulabilirsiniz.
- Kişisel sınır nedir? Nasıl tanımlanır?
Mahremiyet ve kişisel sınırlar aslında bilmediğimiz kavramlar değil. Fakat biraz da modern yaşamın getirdiği gereklilikler nedeniyle sınırların ihlali ihtimal olarak artıyor. Özellikle çocukların ve insanların toplu halde bulundukları ya da bulunmak zorunda oldukları yerlerde sınır ihlal ihtimali daha da artıyor gibi görünse de hepsi ihlal değildir. Bazı zorunlulukların olduğunu da bilmek gerekir. Bazen insanlar arasındaki alanlar daralabilir. Örneğin asansöre bindiyseniz bir başkasıyla aranızdaki fiziki alan birazcık daralacaktır. Aynı şekilde, okulda da yan yana oturan iki arkadaşın alanı alışılageldiğinden daha yakın olabilir. O yüzden sınır; ortama, duruma ve çerçeveye göre değişebilir.
Sadece fiziki sınırlar anlamında değil, duygusal sınırlar anlamında da ihlalden bahsedebiliriz. Alanın ihlal edildiği hissinin uyanması aslında bir çocuk için de erişkinde olduğu gibi hassas bir konudur. Çocuk onu tedirgin edecek bir mesafeyi ona öğretmeden dahi hissedebilir. Aslında bu çok özel ve kültürler arası bakılması gereken bir konu. Bir standart tanımlama yapmak kolay ve doğru da değildir. Yani California’da, San Francisco’da ya da Los Angeles ’ta yaşayan bir ailedeki sınır ve bu sınırı tanımlama kriteriyle, Çin’deki, Pekin’deki ailelerin sınır ve bu sınırı tanımlama kriteri aynı değildir. Üstelik bu konumsal değişikliklerle de ilgili olabilir. Bunu örneklendirmek gerekirse, şimdi pek öyle olmasa da benim çocukluğumda biliyoruz ki çok daha küçük evlerde yaşıyorduk. Yani ben en azından öyleydim. Üçkardeş, anne ve babam, evdeki yardımcı gibi toplasanız 80-90 metrekare evde yaşamayı sürdürebiliyorduk. Oysaki şimdi bu pek de böyle değil. Şimdiki zamanda bile farklı kültürlerde daha küçük mekânlarda insanlar yaşayabiliyorlar. Uzak Doğu’da mesela kültür bunu gerektiriyor. Bunu şöyle değerlendiremeyiz. Örneğin ufak bir mekânda bütün çocuklar aynı odada anne babalarıyla yatıyor. Bu şekilde büyüyen çocuklarda mahremiyet duygusu kaybolur, birbirine yakınlıkla, sınır çizmekle ilgili sorun yaşarlar diyemeyiz. Bir odada hayatlarını geçiren ailelerde bir bakarsınız ki evin küçük kızı, okulun yanına en zor yaklaşabildiğiniz ya da dokunabildiğiniz çocuğu olabilir. Genel olarak şunu söyleyebiliriz; ister çocuk olsun ister erişkin, kişinin kendini güvende hissetmediği yaklaşım mesafesinde mahremiyet sınırlarının aşıldığını kabul ederiz. Böyle bir genel tanım konulabilir ve bu tanıma göre mahremiyet sınırları; toplumdan topluma, kişiden kişiye, konumdan konuma, yerden yere göre de değişkenlik gösterebilir. Bu nedenle çocuğunuza “Sana kimsenin 15 cm’den fazla yaklaşmasına izin verme” gibi bir şey denmesi pek de mantıklı değildir. Ama çocuğun, böyle bir mahremiyet alanının ihlalini hissettiği anda bir şeyler yapması gerektiği öğretilmelidir.
- Mahremiyet kavramı hangi yaşlardan itibaren inşa olur? Anne babaların hangi tutumları bu kavramın oluşumunda destekleyicidir?
Bu kavramı doğuştan itibaren öğretebilirsiniz. Ebeveynin bu öğretme ve öğrenme süreci öncelikle kendi tutumları ve davranışlarıyla başlar. Örneğin; 4-5 yaşındaki çocuğunun hala tuvalette “Belki de iyi temizlenmiyordur, ben gideyim onu temizleyeyim.” diye ısrarcı davranan bir anne o çocuğun mahremiyetiyle ilgili iyi bir örnek olmuyor. Yani böyle yaşantılar sonucunda çocuk kendi mahrem bölgelerine kolayca ulaşılabileceğini, dokunulabileceğini varsayar. Tabi ki özel durumlardan, hastalık ya da başka şeyleri kastetmiyorum. Gündelik hayat içindeki davranışlardan bahsediyorum. Mahremiyet konusunda çocuğa bilgi verilebilir ve böylece çocuk önemli ölçüde mahremiyet kavramını oluşturmaya başlar. Kısaca demek istediğim kurallar gösterilebilir. İnsanların birbirine dokunması da dâhil pek çok konuda bilgilendirme yapılabilir. Örneğin, mahremiyet eğitiminde mayonun örttüğü yerler mahrem bölgelerdir gibi tanımlar getirip, çocukların bedeninin o bölümlerine anne baba ve anne babanın denetimindeyken doktor dışında kimsenin dokunmasına izin verilemeyeceği anlatılabilir.
- Okul öncesi dönemde mahremiyet kavramının gelişiminde anne baba tutumları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Küçük yaş çocuklarıyla ilgili olarak merak edilen bazı durumlar var. Özellikle 3 yaş sonrası çocukların herkesin içinde sınıfta ya da evde giyinip soyunması, Anne babaların doğal diye evde daha rahat yani çıplak gezmesi, çocuklarıyla tuvalete giderek alt yıkama işini çocuğun adına yapması gibi sorular çok fazla gündeme geliyor. Aslında tüm bu soruların cevabı kültürle alakalı. Sabit bir şey söyleyemeyiz. Herkes bir başka çevrenin içinde büyüyor ve buna da saygı göstermemiz gerekiyor. Öyle evler var ki annesinin babasının omuzunu bile görmeden büyüyebiliyor çocuk. Öte yandan öyle evler de var ki, her şeyi görüp büyüyebiliyor. Çocuk nasıl bir kültürün içinde büyüyor, buna bakmak lazım. Ayrıca, buradaki niyet nedir? Çocuğa yönelik istismarcı davranış var mıdır? Tüm bunları irdelemek gerekir çünkü bazen zorunluluklar olabiliyor. Bir bakıyorsunuz ailecek tatile gidildiğinde zorunluluklardan dolayı çocuğuyla aynı yatakta yatmak zorunda kalabiliyor anne baba. Normalde çok tavsiye etmediğimiz bir şey ama bir nedenle gereksinim öyle gerektiriyor. Duruma göre değişebilecek, o evin kültürüne bağlı bir şeydir. Bazı kültürlerde çıplak dolaşabilmek gayet normal olduğundan bu durum mahremiyeti ortadan kaldıran bir durumdur anlamına gelmez. Küçük çocukları tuvalete götürme ve alt yıkama konularında da dikkatli olunması gereklidir. Özellikle alt yıkama konusunda çocuğa eğitim verilerek bu konuyu kendisinin halletmesi sağlanabilir. Böylece bu işi bakıcının veya okuldaki görevli kişinin yapması durumu ortadan kalkar ki en sağlıklısı budur.
- Ben/öteki ve mahremiyet kavramı arasında nasıl bir ilişki vardır?
Genel olarak tüm kuramlarda, hayatın ilk aylarında anne ve bebek arasındaki ilişkide ben ve ötekinden ziyade, bir birliktelik ilişkisi daha ön plandadır. Anne ve bebeği birbirlerine çok yakındır ve çok farklı özel bir şey yaşarlar. Bu özel ilişkinin içinde de bir süreliğine böyle bir illüzyon sürer. Ancak, baba yani öteki de oradadır. Zaman zaman duruma müdahale etmektedir. Doğumdan itibaren bunu şiddetle tavsiye ediyoruz. Baba dışarıda kalsın hiç istemiyoruz. Babanın dışında anneanne ve dede gibi diğer aile büyüklerinin de katılımı gerekiyor. İşte, ötekinin tanımlanması ve annenin de bunu tanımlaması ile babanın bu anne-çocuk arasındaki ilişkiyi bir miktar ayırması gerekiyor. Yoksa anneye kalırsa çocuğundan pek ayrışmak istemeyebilir. Babanın ise annenin bunu yapmasını beklemesine gerek yok. Baba kendi gayretiyle içeriye girmeli. Ötekinin varlığı aslında anne ve bebek arasındaki sınırları tanımlamak için de önemlidir. Çocuk ayrılmaya başlar ve öteki yani diğer insanlarla ilişkiyi daha iyi kavramaya başlar. Hatta gerçek sevgiyi, aşkı, yakınlığı, aklınıza gelebilecek her türlü sosyal ilişkiyi doyurucu ve derin manada ancak bu şekilde var edebilir. Önce ayrışacak, ayrılacak, başka bir birey olacak, orada da bir başkası olacak yani baba, anneanne, babaanne vs. diğerleri olacak. Ötekileşecek ve ondan sonra onu sevmeyi öğrenecek. Dolayısıyla bu konu, sınır ve mahremiyet konusunda çok kritiktir. Nitekim bu ayrışmanın ya da ayrılmanın olmadığı bireylerde bazı kritik sorunlara çok daha sık rastlıyoruz.
Ayrışma yaşı ile ilgili bir standart olmamakla birlikte, baştan itibaren ayrışmanın adımlarının atılması gerekiyor. Hem bir yandan o illüzyon yaşanacak hem de o adımlar atılacak. Yani aslında bir bebek daha 5/6. aydan itibaren hafif hafif o ayrılmanın havasını yaşamaya başlar. Mesela ilginç gelebilir; Uzak Doğu, Çin kültüründe baba daha baştan itibaren işin içine dâhil oluyor. Anne bebekle ilişkisinde ağırlıklı ve neredeyse tek başına sadece emzirme işlemini yürütüyor. Baba ise altını temizlemek, üzerini değiştirmek, uyutmak vs. gibi aklınıza gelen diğer işleri yapıyor. Bakın daha baştan ayrıştılar, daha baştan sınırları ayrıldı. Bizim kültürümüzde aşina olduğumuzdan çok daha farklı. Kültüre göre ayrışma süreci değişiklik gösterebiliyor ancak sonuç olarak önemli olan şu üçüncü hep orada. Üçüncünün varlığı ilişkilere derinlik katar. Yoksa iki boyutlu ve narsistik bir ilişki oluşur. Üçüncünün olması gerekiyor orada, bu sınırların anlaşılması için de önemli. Zaten anne çocuk ilişkisinde ayrışamayan çocuklar ilerde suistimale daha açık olabiliyorlar.
- İstismar ve suistimal tanımına giren durumlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Burada her şey niyetle başlıyor tabii ki. İstismar ve suistimalin sınırını da çocuk hakları sözleşmesi net çiziyor. Nerede başlıyor bu? Başını okşadınız, suistimal mi bu? Poposuna şaka olsun diye bir tane vurdunuz ve utanmıyor musun? dediniz. Bu fiziksel istismar mı? Yine kültürel bazı farklılıklar gösterse de, bunun sınırını şu anda en azından, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi çiziyor. Hem duygusal açıdan hem fizikselde açıdan hem de cinsel açıdan sınırını çiziyor. Maalesef suistimal genellikle çocuğun en sağlıklı ve esenlik içinde büyümesini beklediğiniz yakın çevrede başlayan bir olay. Eve yakın oturan komşular, yakın çevredeki akrabalar gibi. Özellikle cinsel istismar. Bakıcılar tabii ki devreye giriyor. Somut olarak çocukta istismar dendiği anda otomatik olarak insanın aklına cinsel istismar geliyor. Oysaki tanımda cinsel istismarı, sadece istismarın bir tanesi olarak tanımlıyoruz. Sadece ilk akla gelmekle kalmıyor. Bir yandan da en ciddi ve en yıpratıcı olan da cinsel istismardır gibi bir yargımız da var. Cinsel istismar, çocuklukta gerçekten yıpratıcı bir şey. Ama fiziksel istismar ya da duygusal istismar ondan daha az yıpratıcı değildir. Peki, o halde neden aklımıza en başta o geliyor. Çünkü bir kez dahi olması, bu yıpratıcılığı ortaya çıkarabiliyor. Diğer istismar durumlarında tekrarlayıcı bir süreç bekliyoruz. “Bir seferden bir şey olmayabiliyor mu acaba?” türünden bir düşüncemiz var. Cinsel istismarda net. Bir kere olması dahi, çocukta ciddi bir travma yaratıyor. İstismar ve suistimalle ilgili şunu söylemek gerekir ki erişkinden gelen dokunuşlar, cinsel uyarımdan kaynaklıysa, dokunuşlar erişkinin cinsel uyarılması ile alakalıysa çocuk bir şekilde bir farklılık olduğunu algılıyor. Bu herkesin dokunduğu gibi değil diye düşünebiliyor.
- Çocukların hangi tutum ve ifadeleri bir işaret olarak değerlendirilebilip anlamlandırılabilir? Aile tarafından bu nasıl ele alınmalıdır?
Klinik olarak çeşitli görüntüleri var ama anne ve babayı böyle bir semptom avcısı haline getirmemek lazım. Somut bir şey söyleyecek olursak, çocuk bu ara biraz içine kapandı gibi düşünceler ile sürekli ateşini kontrol eder gibi cinsel istismar kontrol edilmez. Anne babanın şunu bilmesi gerekiyor; çocukta yolunda gitmeyen herhangi bir şey varsa anlarsınız. Bugünlerde keyifsiz, bu günlerde uyumuyor, gece sıçrayarak uyanıyor ya da iştahı kaçtı. Bu şekilde bir farklılık var. Aklımıza gelenlerden biri “Üşüttü mü acaba, hastalandı mı?” gibi. Aileler, bunların içine istismar ihtimalini de dâhil edebilirler. Çocukta ters giden şey nedir? Burada sorguya girmeden, dedektiflik yapmaya kalkışmadan, olup biteni öğrenmesi gerekiyor ebeveynin. Çocuklar aslında maruz kaldıklarını çok satır arasında anlatır ve çeşitli işaretlerle de gösterirler. Bir kısmı daha çok anlatır ama daha sık rastladığımız ampirik olarak, klinikte gördüklerimiz satır arasında bahseder. “Kızım sen niye dayınlara gitmek istemiyorsun? Sen severdin onlara gitmeyi.” Ses yok. Şimdi burada kalkıp “Evden çıkmak istemiyor, tembel işte.” diye başlamamak lazım. Bir bakmak lazım ne oluyor burada diye. İşte biraz konuştuktan sonra satır aralarında anlarsınız aslında. Belki fark etmiyoruz, fark etmek istemiyoruz. Aslında bir yolla söylüyor çocuk. Yakıştırmak istemiyoruz hiç. Travmatik çok sarsıcı ve nasıl başa çıkacağımızı bilmediğimiz bir şey. Görmezden gelmek en sık yapılan şey tüm dünyada. “Olmamıştır öyle şey canım, nereden çıkardın?”, bu zihniyet çok yaygındır. Her yerde yaygın. “Olmamıştır ya, yok, ona mı öyle geldi acaba?” demek istiyoruz. Hepimizi korumaya çalışıyoruz. Çocuğu sarsan, çok sarsıcı, travmatik bu olayı dinlemek bizi de çok sarsıyor.
Bazen ailelerde “Rahat tutum sergileyip çok da üstüne düşmeyeyim, komşuya da gitsin, arkadaşıyla da oynasın.” gibi bir tutum görebiliyoruz. Ama bir yandan oraya gittiğinde aslında bazen ne olacağını da bilmiyoruz. “Yanında mı gitmeliyim? Güvenmeli miyim?” O sınırları bilmek gerekiyor. Sürekli gözünüz üstünde olacak. Bir kilo patates alacağım diye gidip komşuya bırakılmaz çocuk. Patatesi kızartsan ne olur, kızartmasan ne olur. Çocuk öyle emanet edilmez.
Çocuklar; arkadaşlarının, komşularının ve akrabalarının evlerine gidecekler. Sosyalleşmesinler demiyoruz zaten. Bunu yasaklayın demiyoruz. Ancak, nereye emanet edeceğiniz, nasıl emanet edeceğiniz konusunda sürekli uyanık olunması gerekiyor. Annelik vazifesi değişiyor. 1 yaşındayken farklı, 3 yaşındayken farklı, 6 yaşındayken farklı. Babalık, yani oradaki gözetim vazifesi çok önemli. Tek kişinin gözetimi de yetmiyor zaten. Anne-baba iki kişi birden gözetirse daha iyi olabiliyor ancak. Bir ebeveynin atladığını, öbürü fark ediyor gibi. Bizim toplumumuzda genellikle, çocuk yetiştirme rolü ailede anneye veriliyor. O her şeyin en iyisini bilir diye. Babanın da içi rahat. Nasılsa anne takip ediyor diye düşünüyor. Oysaki birinin fark edemediğini diğerinin fark etmesi önemli. Tamamlayıcı oluyor. Özellikle çocukların toplu halde bulundukları her ortam. Yaz okulları, kurslar, okullar, anaokulları, oyun sınıfları, piknikte oyun grupları… Bu gibi yerlere çocukları emanet etmeden mutlaka çok iyi araştırılması, çalışanlar hakkında detaylı bilgi alınması gerekli.
- İlkokul yıllarında çocukların kendi aralarındaki bedensel temas içeren şakalaşmalar ne zaman yetişkinler tarafından ciddiye alınmalıdır?
Riskli olan, çocukların birbirine şaka yapması değildir. Yaşça büyük bireylerin çocuklara yönelik “şaka” adı altındaki bazı yaklaşımlarıdır. Akranlar arasında şakalaşmalar çok tercih edilecek bir şey değildir. Müdahale edeceksiniz tabi. Ama bu çocuk istismarı değildir. İkisi de çocuk. Görmezden gelmek olmaz. “Ne olacak canım, çocuk işte.” dememek gerekir. “Dokunamazsın.” diye müdahale etmek gerekir. “Ne oldu?” diye de anlamaya çalışmak gerekir. Sıradan bir oyun muydu bu? Tekrarlayan bir şey mi? gibi noktalar önemli.
- Oğlumla/kızımla arkadaş gibiyizdir yaklaşımı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Çocuk arkadaşa ihtiyacı olursa, gider arkadaş bulur. Çocuğun anneye, babaya ihtiyacı var. Sınırlar her yerde vardır. Sadece fiziki alanda değil ki. Ruhsal alanda da sınır vardır. Çocuğun bütün gününe ya da özel hayatına müdahale etmemek gerekir. Tabi ki çocuğun kaç yaşında olduğu ve nelerine müdahale edeceğimiz de önemlidir. Gözetmek başka bir şey, takip etmek başka bir şeydir. Takip “stalk” etmektir. Gözetim, olması gerekendir. Çocuk nerede oyun oynuyor, siz uzaktan bakarsınız. Ergenler için ne yapacaksınız? Gözlük takıp, o koyu gözlüklerden gece kulübüne mi gideceksiniz? Doğum günü partisine mi gideceksiniz? Çeşitli kontroller koyabilirsiniz. Sınırlar koyacaksınız tabii ki. Çocuk içeride ne yapıyor odasında? Bilgisayarın, tabletin başındadır diyorsak, ne yapıyor bilgisayarda? Ödev yapıyordur. Arada oyun oynuyor, arkadaşlarıyla yazışıyor. Kâinat o odanın içinde aslında. Kimlerle konuşuyor bazen anne babanın haberi yok. Çocuğun sanal dünyada neler yaptığından, kimlerle iletişim kurduğundan bilinçli bir şekilde haberdar olmak önemli.
Ergen ile ebeveyn arasındaki iletişimin doğru konumlandırılmış olması önemlidir. Ama yine de anne babanın da suçlu hissetmemesi önemli çünkü genellikle kendilerini kötü hissederler. “Yeterince ilgilenmedim, benim yüzümden oldu.” gibi. Siz ne kadar dikkatli olursanız olun, olabilir. O yüzden gelişmiş ülkelerde hep çocuk koruma sistemleri kurulur. Bir okul, çocuk koruma sistemiyle idare edilmek zorundadır. Sadece okullar değil, çocukların toplu olarak bulunduğu tüm, kurs, yaz okulu gibi yerler için de geçerli. Bu kurumlarda çalışan, hizmet alınan tüm bireyler işe başlamadan önce mutlaka detaylı araştırmaya tabi tutulmalıdır. Kulüpler, kurslar, etkinlikler gibi yerlerde ailelerin mutlaka sormaları lazım “Çocuk koruma politikanız nedir?” diye. Aileler tabi ki araştıracaklar. Ne yapılıyor burada güvenlik adına. “Biz yıllardır bu işi yapıyoruz. Bunlar bizim çocuklarımız. Çocuklarınıza bir şey olmaz burada.” diye hemen güvenmemelidirler.
- Ergenlik döneminde mahremiyet kavramında nasıl bir değişiklik olur? Aile ve eğitimcilere düşen görevler nelerdir?
Ergenler genel olarak kontrolde güçlük çektikleri için irade ve kontrol konusunda sorun yaşarlar. Dürtüler birden bire tekrar ortaya çıkar ve henüz daha kişilik gelişimleri onu kontrol edecek olgunlukta da değildir. Dolayısıyla kontrol ve irade konusunda erişkinler gibi çok parlak durumda değiller. Bir de merak ediyorlar. Bazı şeyleri de öğrenecekler. Başka türlü olmaz, biraz düşüp kalkması gerekiyor. Adı üzerinde delikanlı, yani deli akacak kanları. Tüm bunlar aslında, sınırların ihlaline çok kolay zemin de hazırlayabiliyor. Özellikle kız erkek ilişkilerinde, akranlar arasında büyük sorunlar yaratabiliyor. Şimdi ekranlar da işin içine girdiği için, sosyal medya paylaşım siteleri vs. bunun yaygınlaşması ihtimalini de çok artıyor. Mesela ben kendi ergenlik dönemimdeyken okulumda hakkında dedikodu yapabileceğimiz türde bir kız erkek ilişkisi olabiliyordu. “Aaaa o onunla çıkıyormuş, birazcık da işleri abartmışlar.” türünden söylentiler duyabiliyorduk. Şimdi ise video çekip yayınlamak gibi konular ergenlerin konuları arasında yer alabiliyor. Burada eğitimcilere, anne babalara çok görev düşüyor. Ergenleri bu konularda bilinçlendirici çalışmalar yapılmalıdır.
- Mahremiyet ve sosyal medya – teknoloji ilişkisi konusunda neler söylemek istersiniz?
Eski sevgililerini ne yapıyor acaba şimdi diye kurcalamayan yok gibi. Önce kendimize bakmak gerekir. Cep telefonunu karıştırmayan, mailine girmeyen, acaba kimlerle yazışıyor diye sınırları ihlal etmeyenler azınlıkta. Stalk etme, ısrarcı takip ve taciz aslında bir suç. Ayrı bir eğitim verilmeli. Çocukların bu tür kişilerle ilişki ve yakınlık kurmak konusunda dikkatli olması lazım. Bu öğretilmeli. Ayrı bir eğitim gerekir ve öyle doğaçlama bilinmez. Ne kadar bilirsek bilelim hepimizin başına da gelebilir. Önemli olan bazı kişilerle ilgili öngörüsü olabilmeli gençlerin. Mesela bazı ısrarcı davranışları daha öncesinde olan, reddedildiği zaman çılgına dönen vs. kişilerle ilgili… Sevgili olarak tanımladığı ama aslında baskıcı, denetleyici tutumlar sergileyen, aşırı kıskanç vs. çeşitli tutumları olan bireylerle ilişki konusunda dikkatli olmalılar. Birçok şey sayılabilir bu konuda. Birçok eğitim veriliyor bununla ilgili. Yine de insanın başına bir şekilde gelebilir. Anlayamazsınız hiçbir şekilde. Aynı şekilde ben de anlayamam. Geldiği zaman bu işin içinden nasıl çıkılacağı konusuyla ilgili de bir eğitim verilmesi gerekir. Bu ciddi bir suç. Türkiye’de hala ayrı bir suç olarak tanımlanmadı ama tanımlanacak diye düşünüyoruz. Uzun zamandır bunun için çalışmalar yapıyoruz. Bu tarz olaylar yaşandığında kişide ruhsal sorunlar olabiliyor. O nedenle dikkatli olmak gerekiyor.
- Yetişkin ilişkilerindeki sınır ve mahremiyet kavramları ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Hangisi daha kötü durumda acaba? Kadınların çantası karıştırılmaz ama cep telefonu karıştırılır. Bu nasıl bir düşünce? Özel alanın gizliliğine ihlal ile ilgili yasa çıkardık çünkü bazen o kadar ihlal ediliyor ki kişinin özeli. Önceden ne kadar ayıp denilirdi. Baktık bu şekilde olmuyor yasa çıktı. Yasa var şu anda. Kişisel eşya, kişisel alan. Kişinin eşyası, telefon da, çanta da eşya. Alana girmek, özellikle de artık ebeveynlerin birbirine olan bu anlamdaki saygısı çocuklara rol model oluyor. Anne babaların bu anlamdaki tutumu çok önemli.
“Çocuğum git bak bakalım baban kulübe gidiyorum dedi orada mı?” Anne babasının peşinden ufacık çocuğu, 13-14 yaşındaki kızını ya da oğlunu gönderip takip ettiriyor. Nerede burada sınır? “Baban kimleri aramış bir bak bakalım telefonundan.” diyebiliyor. Bazı ebeveynler bu şekilde çocukları aracı olarak çok kullanıyorlar. Özellikle boşanmış çiftlerde bu hikâyeler daha da fazla. Özellikle ayrıldıktan sonra çiftlerin birbirlerinin sınırlarına saygı göstermeleri, hele de çocuk varsa çok güç oluyor. O ayrı bir mesele. “Orada ne olup bitiyor? Baban kiminle birlikte? Annenin evine kimler geliyor?” Kaç çocuk bu sorulara maruz kalıyor? Ebeveynler, çocuklarının ruh sağlığını önemser diye düşünüyoruz ama maalesef bazen önemsemeyebiliyor çünkü bu aslında yaralayıcı bir şey. “Ama ben onu düşünüyorum der size çünkü o adamdan hiç hoşlanmıyorum, eve gidip gelmesi beni rahatsız ediyor, kızımı düşünüyorum.” diyebilir. Tabi ki düşünüyordur ama başka bir çözüm yolu bulmalı. O zaman eski eşi ile konuşup “Bunu böyle istemiyorum. Nasıl çözeceğiz?” diye konuşmak gerekir. Bazı aileler ise şu yönde karar alabiliyor, o evde yaşananlar o evde kalır gibi. Bu da aslında bazı şeyleri kapatıcı bir tutum olabiliyor. Kolay bir şey değil. Hepsi kendi başına oturup üzerine kitaplar yazılacak, konuşulacak, tartışılacak şeyler. Modern hayat, farklı hayat biçimlerini getirdi önümüze.
Boşanma süreçlerinde çocukların da birer birey olduğu ve bu sürecin bir tarafı olduğu unutulmamalıdır. Şimdi mesela boşanmada taraflar arasında kadın tarafı var, erkek tarafı var. Bir de, çocuk tarafı da var. Sadece sen kiminle oturmak istiyorsun diye sorulmaz. Çocuk aynı zamanda o ailenin bir tarafı, böyle kabul edilmeli. Mahkemede sadece bir tanık olarak ya da kiminle yaşamak isteyen bir küçük olarak değil bir birey olarak algılanmalı. Zamanla değişecek bu tür davranışlar.
Röportaj:
Prof. Dr. Gökhan ORAL