Oyunun İyileştirici Gücü

Gelin sizinle zamanda bir yolculuk yapalım. Yüzünüzde kocaman bir gülümsemenin olduğu, dışarıdan bakıldığında kimi zaman anlaşılmaz görünen ancak, anın tadını çıkardığınız, büyük bir ciddiyetle oyun oynadığınız günlere… Hatırlayabildiniz mi, en sevdiğiniz oyuncak hangisiydi, en çok kimlerle, hangi oyunları oynamayı severdiniz? Oyundaki rolünüz genelde ne olurdu; oyunu kuran mıydınız, yoksa grup üyesi mi? İkili ilişkileri mi tercih ederdiniz, yoksa kalabalık gruplar içinde yer almayı mı? Oyunu kazanmak ya da kaybetmek ile ilgili duygunuz nasıldı? Peki, bir zamanlar bu kadar keyif aldığınız bir aktivite olan oyun, bugün hayatınızda ne kadar yer alıyor? Arkeolojik bulgular, eski Yunan ve Roma’da oyun oynamanın hem çocuklar hem de yetişkinler arasında çok yaygın olduğunu gösteriyor. Oyunun insan yaşamındaki yeri, tarih boyunca öylesine dikkat çekmiştir ki, pek çok bilim insanının çalışmalarına da ilham vermiştir.

Okul öncesi eğitim denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Montessori (1870-1952), çocukların nasıl öğrendikleri konusunda araştırmalar yapmıştır. Çocuğa bilgiyi dayatmak yerine, doğasında var olan öğrenme isteğini harekete geçirecek ortamlar yaratılması gerektiğine inanan Montessori’ye göre, “Oyun çocuklar için önemlidir; çünkü oyun çocuğun işidir.” Psikanalizin kurucusu olan Freud’a (1856-1939) göre ise oyun, çocuklara isteklerini gerçekleştirmelerine ve kaygı veren olayların üstesinden gelmelerine uygun ortam sağlar. Ona göre oyunun tersi ciddiyet olmayıp gerçeğin kendisidir. Oyun, çocuğun engellerden ve gerçek dünyanın yasaklarından kurtulup güvenli bir ortamda kabul edilmeyen, gerçek yaşamda tehlikeli olabilecek duygu ve davranışlarının açığa vurulmasıdır. Freud, oyunun beceri kazanma ve bir şeyin üstesinden gelme özelliğine de dikkati çekmiştir. Oyun denince akla gelen bir diğer önemli isim geçiş alanı ve geçiş nesnesi kavramlarını dile getiren Winnicott’tır (1896-1971). Winnicott’a göre oyun çocuğun iç dünyasını açığa vurduğu bir düzlem olduğu gibi; gerçekle fanteziyi, iç dünya ile dış dünyayı, tüm güçlülük ile acizliği bir arada yaşadığı bir “geçiş alanıdır ve sağlıklı insan çelişkilere katlanabilen, oynayabilen ve yaratabilen insandır. Oyunu kuramsal anlamda ilk ele alan bilim adamlarından biri olması nedeniyle önemli olan Piaget ise (1896-1980), oyun ile bilişsel gelişim arasında bir bağ olduğunu düşünmüştür. Çocuğun bulunduğu yaş dönemini ve özelliklerini bilmek anne babaların çocuğun oynadığı oyunları daha iyi anlaması ve anlamlandırmasına katkı sağlar. Bu pencereden Piaget’nin oyuna dair dile getirdiği şu 3 aşama önemlidir:

Alıştırmalı Oyun: 0-2 yaş. Bu aşamada çocuk uzanma, yakalama, vurma, nesneleri atma gibi davranışlardan büyük keyif alır. Tesadüfen keşfedilen yeni şemalarla var olan şemalar birleştirilir. Örneğin; çocuk yerde yuvarladığı makarayı arabaya benzetir.

Sembolik Oyun: 2-7 yaş. Sembolik oyun, temsili düşüncenin temelini oluşturur. 2-4 yaşları arasında çocuk çevresinde yaşanan olayları o kişilerin kimliğine bürünerek temsil eder. Bir nesneyi ya da kendi bedenini bir başka nesne yerine kullanabilir. 4-7 yaşları arasında sembolik oyunlar sosyal nitelik kazanır ve gerçeğe uygun ayrıntılara dikkat edilir.

Kurallı Oyun: 7-12 yaşları arasında çocukların sembolik oyunlarında azalma görülmektedir. Çocukların oyunları kurallarla doludur. Roller daha gerçekçidir ve ayrıntılara dikkat edilir. Bu dönemde duyusal – devinimsel oyunlar (seksek, top oyunları vb.) ile bilişsel oyunlar (satranç, kart oyunları vb.) bir arada görülür.

Oyunun Çocuğun Gelişimine Olan Katkıları

  • Oyunun Fiziksel Gelişime Katkıları

Özellikle hareketli oyunlarda çocuğun tüm bedeni hareket halindedir; kalp atışı, kan dolaşım hızı ve solunumu normalin üzerine çıkar. Böylece kandaki oksijen seviyesi yükselir ve terleme yoluyla da vü-cuttaki toksinler atılır. Fiziksel aktivite gerektiren oyunlarda gevşeme ve rahatlamanın yanında, ço-cuğun beden koordinasyonu gelişir, vücudun sağ ve solu aynı anda uyarıldığından genel performansı yükselir, güç ve hız dengesini ayarlayabilir ve obezitenin önüne geçilebilir.

  • Oyunun Zihinsel Gelişime Katkıları

Oyun, yüksek sayıdaki beyin hücrelerinin ölümünü engelleyerek aralarındaki bağı kuvvetlendirir ve zekâ gelişimini destekler. Bebeğin kendisi ile ilgili farkındalığını arttırır, onu daha huzurlu yapar ve yaratıcı yönünü besler. Oyun keşfederek öğrenmeyi içerir; hem eğlencelidir hem de içinde pek çok kuralı barındırır. Oyun oynayan çocuk, farkında olmadan pek çok uyarana maruz kalıp süreci doğru adımlarla yürütmeye odaklıdır. Kavram gelişimi oyun sırasında günden güne artarken, aynı zamanda dikkatini toplayabilme, yönergeleri takip edebilme, planlama, organizasyon, stratejik düşünebilme, zaman yönetimi ve neden sonuç ilişkisi kurabilme becerileri gelişir.

  • Oyunun Sosyal Duygusal Gelişime Katkıları

Oyun oynamak bebeği oyalamaktan çok daha öte bir aktivitedir. Bebeklikten itibaren oynanan oyunların, aradaki bağın gelişmesine büyük katkısı vardır. Bebeğin üç temel ihtiyacı vardır; beslenmek, temizlenmek ve zihinde tutulmak. Sizin zihninizde olduğunu bilmek, kendisini güvende hissettirir. Bunu hissettirmenin en iyi yolu ise, uyanık olduğu zamanlarda tüm dikkatinizi vererek onunla oyunlar oynamaktır. Çocuk oyunla, duygusal açıdan güvenli bir çevrede hayal etmenin ve spontane davranmanın keyfini yaşar, duygularını özgürce ifade eder. Aynı zamanda oyun sırasında doğru-yanlış, haklı-haksız gibi pek çok toplumsal kuralı öğrenir. Bir gruba ait olmanın hazzını yaşarken, hem kendine güveni gelişir, hem de sırasını bekleyebilme, sabredebilme, paylaşabilme, başkasının kazanmasına tahammül edebilme, yenilgiye rağmen devam edebilme, saldırganlık dürtülerini kontrol edebilme ve sorun çözebilme becerilerini geliştirir.

  • Oyunun Dil Gelişimine Katkıları

Oyun, çocuğun hayatının büyük bölümünü kaplar. Oyunu “gerçek yaşamın bir provası” olarak tanım-larsak çocuk oynadığı evcilikte ve diğer dramatik oyunlarda, çevresindeki yetişkinlerin söylemlerini taklit ederek düzgün cümleler kurma ve ses tonundaki vurgulamalarla dil becerilerini geliştirir. Kelime haznesi genişler, söylenenleri anlama ve anlamlandırabilme becerileri gelişir ve kendisini daha iyi ifade eder.

  • Oyunun Yaratıcı Düşünmeye Katkıları

Yapılandırılmış oyundan ziyade spontane oyunlar, çocuğun kendi oyununu kurabilme, risk alabilme, bir objeyi farklı bir amaçla kullanabilme (sopayı at olarak kullanma gibi), aynı objeyi farklı amaçlarla kullanarak yaratıcı düşünme becerilerini geliştirir.

  • Oyunun Ruhsal Yaşantıya Katkıları

İnsan hayatında her zaman, her şey yolunda gitmeyebilir. Bazen felaketler, acılar, yıkılıp yeniden ayağa kalkmalar bizleri bulabilir. İşte bu zamanlarda, özellikle çocukların imdadına oyun yetişir. Çocuklar oyunlarında yaşanan bu felaketi defalarca oynar, tekrar tekrar canlandırırlar. Öyle çok oynarlar ki, yetişkinler bu durumu zaman zaman tuhaf karşılayıp kızsalar, şaşırıp bakakalsalar da çocuklar oynamaya devam ederler. Yaşanan bir depremin ardından, çocuğun oyununda bulduğu tüm malzemelerden evler yapması, tekrar tekrar inşa edip yıkması ve oyunda kurtarma operasyonları düzenlemesi doğaldır. Diğer tüm felaketler için de durum aynıdır; çocuk yaşananları kelimelere dökemediğinden oynaya oynaya sindirmeye, kabul etmeye çalışmaktadır. Oyun, çocuğun sorunlarla baş etmede kullandığı en etkili yöntemidir.

Ruh sağlığı alanında çalışanlar için çocukların içsel dünyasını anlamanın ve dönüştürmenin bir aracı olarak kullanılmaktadır oyun. Çocuğun oyunlarını izleyen yetişkinler onların oyunlarına anlayışla yaklaşmalı ve içerikte neler olup bittiğini anlamak için çaba göstermelidirler. Oyunların içinde çocukların yükledikleri anlamlarda yanlış anlamalar, düzeltilmesi gereken yerler varsa, bu anları fırsat olarak kullanmak gerekebilir.

Oyun Sadece Çocukluk Dönemine Özgü Değildir…

Yaşlandığımız için vazgeçmeyiz oyun oynamaktan,

oyun oynamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız.”

– Bernard Shaw

Bir grup insan oyun oynamaya çocukluk döneminden sonra da severek devam eder. Gençlik döneminde oyun oynamak; bir gruba ait olmak, enerjiyi boşaltmak, akranlarla birlikte eğlenceli aktiviteler, bireysel ya da takım sporları yapmak şeklinde düşünülebilir. Bunun yanında teknolojik oyunlar da gençlerin zamanının azımsanmayacak kısmını kaplamaktadır. Geliştiren oyuna ayrılan zamanın, gençleri zararlı alışkanlıklardan korumanın etkili yollarından biri olabileceği düşünülürse, çocukluktan gençliğe geçiş aşamasında da “eşlik eden & yönlendiren” rollerimizi çocuğumuzun bize açtığı alan doğrultusunda efektif kullanmak önemlidir.

Öte yandan yetişkin hayatında yapılan işlerde en yüksek verim, işin oyuna benzediği zamanlarda elde edilir. Kendini bir etkinliğe tam anlamıyla kaptırmak, yani akışta olmak, o etkinliğin eğlenceli olduğunun da bir göstergesidir. Akış, amaçların ve sınırların net bir şekilde belirli olduğu, bununla birlikte yaratıcılığa da pay bırakan, konsantrasyon gerektiren ve aynı zamanda çok çalışılmış aktif deneyimler sırasında meydana gelir. Çocuğunuzu kendini akışın içinde bulacağı işlerle uğraşmaya teşvik etmek, onun hayat boyu sürecek mutluluğuna katkıda bulunmak için harika bir yoldur. Her yaşta oyun oynama ihtiyacı öyle çarpıcıdır ki, yetişkinlere yönelik oyunların sayısı her geçen gün artmaktadır. Kelime oyunları, pokemon, okey, tavla, candy crush, halı sahalar, lunaparklar, paintball alanları, gerçek zamanlı strateji oyunları, evden kaçış oyunları ve survivor yarışması bu ihtiyaca yönelik örnekler olarak verilebilir.

Günümüz anne babalarının eskiye kıyasla çocuklarıyla daha fazla oyun oynadıkları gerçeğinden yola çıkarsak; burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta vardır. Oyundan anladığımız, sadece çocukların performansını yükselten kutu oyunları ile oynayıp çocuğumuzla oyun oynama görevini yerine getirmiş olmanın hazzını mı yaşıyoruz, yoksa çocuğumuzun liderliğinde gerçekleşen kendiliğinden oyunlarda da kendimizi oyunun akışına bırakabiliyor muyuz? Eğer akıştaysak doğru yoldayız demektir.

Bir diğer önemli nokta da, günümüz oyunlarındaki teknolojiye yönelim. Yalnızca çocuklar değil, biz yetişkinler de çevrimiçi oyunlar karşısında saatlerimizi geçirebiliyoruz. Dolayısıyla kendimize sınır koyamazken çocuğumuzu nasıl yönlendireceğimiz konusunda kafamız karışık. Oysaki bu durum yıllar önce sokakta havanın karardığını bile fark edemeyecek kadar oyuna kaptırdığımız günlerden farksız. Buradaki temel konu, hazzı sonlandıramama ile ilgili yaşanan zorluktur. Yapılması gereken ise temelde aynıdır; oynanan oyunun süresi ile ilgili çerçevenin çizilmesi, kuralların iyi yapılandırılması ve maruz kalınan içeriğin bilinmesidir. Unutmayalım ki oyun insanoğlu var oldukça hep var olacak ve insanın kendini iyi hissetmesine, rahatlamasına, kendi iç yolculuklarına çıkmasına, kendini keşfetmesine ve içindeki çocuğun sesini duymasına yardımcı olacaktır.

Yazanlar:
Filiz Koçak
Psikolojik Danışman

Yelda Arslan
Psikolojik Danışman