Salgın Döneminde İlişkilerimiz

Prof. Dr. Özlem Karaırmakla, “ben” iken “biz” olduğumuz, yıllar içinde paylaşımlarımız ve deneyimlerimizle şekillenen çift ve aile ilişkilerimize dair keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. “Salgın Döneminde İlişkilerimiz” başlıklı sohbetimizde, zamanla değişip dönüşen aile dinamiklerimizden, çocuk gözünde üçüncü ebeveynmiş gibi algılanan çift ilişkimize; kendimizle olan ilişkimizin çocuğumuz üzerindeki etkisinden, çocuk yetiştirirken en çok dikkat etmemiz gereken noktalara kadar pek çok başlığı ele aldık. Keyifle okumanız dileğiyle…

  • Günümüz Ailesini Nasıl Tanımlarsınız? Zamanla Değişen Dönüşen Dinamikler Neler Oldu?

Modern yaşamda aile tanımı bir yandan değişmiş gözükürken, kanımca belirgin özellikleriyle aynı kalmaya devam ediyor.  Hepimiz hala dış dünyayla ailelerimizin penceresinden tanışıyoruz. Aileler kimliklerimizin oluşumundaki en önemli unsur olmaya devam ediyor. Ancak, günümüzdeki aile yapısında kuralların geleneksel aile yapısına göre biraz daha esnek bir hal aldığını düşünüyorum. Eskiden daha katı aile kurallarıyla sürdürülen aile yapısında daha hiyerarşik ilişkilerin olduğunu söyleyebiliriz. Babanın karar verici rolünün aile üyeleriyle daha fazla paylaşılır hale gelmesi biraz daha demokratik aile yapısını destekledi. “Baba ne derse o olur.” genel geçer bir kural olmaktan çıkmaya başladı. Aile içinde çok seslilik arttı diyebiliriz. Çocukların özerkliklerine daha fazla önem verilmeye başlandı. Elbette, bu noktada kadının da değişen rolünden söz etmek gerekir. Özellikle büyük şehirlerde eğitim alan ve çalışma hayatına giren kadınlar, daha geç yaşta evlenmeye ve anne olmaya başladılar. Eskiden ebeveyn olma yaşı günümüze göre çok daha erkendi. Çalışan kadın sayısının giderek artması toplumsal cinsiyet rollerinin yavaştan da olsa yeniden sorgulanmasını başlattı. Kadının çalışma hayatında yer alması sonucunda baba olarak erkeğin ev içi sorumlulukları yeniden düzenlendi. Eskiden sadece annenin üzerinde olan bakım verme rolü değişmeye başladı. Günümüzde, babalar bakım veren rolüne daha yatkın görünüyorlar. Ekmek parası kazanma baskısını tek başına sırtlanan babalar bu sorumluluğu annelerle paylaşmaya başladı. Toplumsal cinsiyet rollerinin tamamen değiştiğini söylemek istemiyorum. Sosyal değişimler uzun zaman alır. Ancak, özellikle büyük şehirlerde toplumsal cinsiyet rollerinin birbirine yakınlaşmaya başladığını söyleyebiliriz.

Çok değil yirmi yıl öncesine kadar boşanmalara daha az rastlanması ve boşanma oranlarının yıllar içinde artması aile yapısındaki rol ve dinamiklerin değiştiğini gösteren bir diğer önemli bir işaret olabilir. Tek ebeveyn olmanın zorlukları daha fazla gözlenir hale geldi, ancak kadınlar tek ebeveyn olmaktan korkmuyor artık. Bu durumu özellikle bireyleşme sürecinde yol alan kadınların giderek özgürleşmesine bağlıyorum. Tam bu noktada, çalışan anneler için içsel bir sorgulamadan söz edebiliriz. Acaba “Çocuğum için her şeyi yapıyor muyum?”, “Eksik bıraktığım bir şey var mı?”, “Yeterince ilgileniyor muyum?” gibi zorlayıcı sorularla boğuşmaya başlayan anneler, duygusal bir yük taşımaya başlıyorlar. Anne olarak yetersiz olma ihtimali karşısında “Çocuğum için daha fazla ne yapabilirim?” çabası içine giriyorlar. Son olarak, şunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Geçmişte ya da günümüzde, mükemmel aileden, mükemmel ebeveynden söz etmek mümkün değil. En önemli ihtiyacımız yeterince iyi ebeveynin gösterdiği koşulsuz sevgi.

Günümüz aile yapısından söz ederken teknolojinin ve dijital dünyanın etkisini pas geçmek bir hata olur. Geçmişte teknoloji bu kadar hayatımızın içinde değildi. Giderek genişleyen teknoloji kullanımı sanırım aile içinde üyelerin birbirinden uzaklaşmasına sebep oluyor. Aynı evin içinde ayrı odalardan mesajla iletişim kurmak normal bir durum olmaya başladı. Bu durum da ister istemez aile içinde giderek yalnızlaşıyor muyuz sorusunu akıllara getirmektedir.

  • Çocuğun Üçüncü Ebeveyni Olarak Tanımlanan Anne Baba İlişkisinin Çocuk Gözündeki Önemi Nedir?

Çocuklar adeta bir kamera gibi ebeveynlerini izlerler ve kayıt tutarlar. Çocukların en temel duygusal ihtiyacı güvende hissetmektir. İçinde bulundukları durumun tutarlı ve tahmin edilebilir olması, çocukların güvende hissetmesini kolaylaştırır. Ebeveynlerinin onları tehlikelerden koruyacağına ve güvende tutacağına inanırlar. Eğer çocuk, anne ve babası arasında şiddetli kavga ve tartışmalara şahit oluyorsa, kavganın ne zaman çıkacağı hiç belli olmuyorsa, sesler aniden yükseliyorsa, kavga ve tartışmalar yüzünden günlük rutinler sürdürülemiyorsa güvende hissetmesi zorlaşır. Dünyada en çok güvendiği iki insanın birbirlerine zarar verdiklerine şahit olmak çocuk üzerinde sarsıcı bir etki yaratır. Dünyayı ve insanları güvenilmez olarak algılamaya başlar. Güvende hissetmesi zorlaşan çocuk bu lenslerle olumsuz temel inançlar (güvende değilim, insanlar güvenilmez gibi) geliştirir. Araştırma sonuçlarına göre çocuklar çatışmaların az olduğu evliliklerde daha sağlıklı bir gelişim gösteriyorlar. Eşler arasında çatışma yaşanması kaçınılmaz bir durumdur. Ancak çatışmanın yoğunluğuna bağlı olarak çocuğun bu duruma ne kadar şahit olduğu çocuğun iyilik hali üzerinde belirgin bir etkiye sahiptir. Ebeveyn olmanın temel sorumluluğu, eş olarak yaşadığımız kişisel meselelerden önce gelmelidir. Planlanmayan gebelikler, ebeveyn rolüne hazır olma, eşler arası uyum ya da eşlerin geçmişten getirdiği örseleyici yaşantılar gibi faktörler evliliği doğrudan etkileyecek unsurlardır. Evlilik ilişkisi içinde bocalayan çiftlerin ebeveyn rolleri sıkıntıya düşebilir ve yaşanan sıkıntıyı ilk fark eden çocuklar olacaktır. Çocuk özdeşim kurduğu ebeveyne yakın hissederken, diğer ebeveyne öfkelenerek çatışmalı bir ilişkiye girebilir. Özdeşim kurduğu ebeveynin duygusal yükünü hafifletme sorumluluğunu üstlenir. Bir yetişkini sakinleştirmek ve duygularını üstlenmek küçük bir çocuk için taşıması zor bir yüktür.

Araştırma sonuçları eşler arası ilişkinin daha uyumlu olduğu ailelerde yetişen çocukların evliliğe karşı da daha olumlu bir tutum içinde olduklarını ve daha doyum sağlayıcı ilişkiler kurduklarını göstermektedir. Eş olarak birbirinden memnun ebeveynlerin çocuklarının okula bağlılıkları ve sosyal becerileri daha yüksektir. Bu bulgular, çocukların evin içinde olup bitenden bütünüyle haberdar olduklarını göstermektedir.

  • Aile İçi Yakın İlişkilerin Fizyolojik ve Psikolojik Sağlıklı Olma Haline Etkisi Nasıldır?

İnsanlar sürekli olarak sosyal bağlar kurarlar. Yakınlık kurmak insana özgü temel bir ihtiyaçtır. İçine doğduğumuz ailede kurduğumuz bağlarla yakın ve ait olma ihtiyaçlarımız karşılanır.  Aslında tüm psikolojik sıkıntıların temelinde kişiler arası ilişkilerde yaşanan yakınlık problemleri olduğunu söyleyebiliriz. Çocuk yakınlık kurmayı annesinden ve babasından öğrenir. Anne ya da babasının (hiç böyle bir niyetleri olmasa dahi) onu sevdiğinden şüphe eden çocuk giderek yalnızlaşır ve kaygılı hisseder. Anne ve babasının tarafından sevilmek için mükemmel çocuk ya da hiç sorun çıkarmayan uyumlu çocuk olmaya uğraşır. Uyumlu çocuk olup anne ya da babasının onayını almaya uğraşan çocuk özgür iradesini kullanmakta zorlanır ve kimliğini oluşturamaz. Giderek içselleşen bu durum çocuğun da kendisini, “koşullara bağlı olarak sevmesine” neden olur. Kendisini sevmekte zorlanır, koşulları yerine getiremediğinde kendini cezalandırmaya başlar.  Kurduğu yeni ilişkilerde onay arayışı devam ettiğinden gerçek yakınlık kurmayı başaramaz. Çocuklukta ebeveyn tarafından duygusal istismara ve fiziksel şiddete maruz kalmak yakınlık algısını bozan güçlü bir stres kaynağıdır. Ayrıca; aile içi şiddet, alkolik ebeveynle büyümek ve ruh sağlığı bozuk ebeveyne sahip olmak aile içindeki yakınlık için önemli tehditlerdir.

Çocuğun iç dünyasında yaşadıkları ve ebeveynleriyle ilişkisinde deneyimledikleri kaygı düzeyini yükseltir. Kaygıya bağlı olarak giderek kronikleşen stres hem fizyolojik hem psikolojik sağlığı olumsuz etkiler. Olumsuz çocukluk yaşantılarının sonuçlarına dair araştırmalar oldukça çarpıcıdır. Çocuklukta tekrarlayan örseleyici olaylara maruz kalan çocuklar yetişkinlikte daha fazla fiziksel ve psikolojik problem yaşamaktadırlar.  Araştırmalarda, çocuklukta kronik strese maruz kalan yetişkinlerin kalp ve damar rahatsızlıklarını, akciğer ve nefes sorunlarını ve diyabet problemini daha fazla yaşadıkları bulunmuştur. Kansere yakalanma riskleri fazladır ve olumsuz çocukluk yaşantılarının sayıca artması daha erken yaşta ölümle ilişkili bulunmuştur. Bu grupta depresyon ve intihar riski de daha yüksektir.

  • Anneler-Babalar, İyi Ebeveyn Olabilmek Adına Son Dönemlerde Neyi Doğru, Neyi Yanlış Yapıyorlar?

Tüm ebeveynler çocuklarının bağımsız bireyler olmalarını istiyorlar ama onların sorumluluk almalarına izin vermekte zorlanıyorlar. Çocuklar da yetişkinler gibi yaptıkları seçimin ya da davranışın sonucuna katlanmayı öğrenmek durumundalar. Anne-babalar seçimlerin sonucu hakkında çocuklarıyla önceden konuşarak, akıl yürütmelerine rehberlik ederek önceden kestirimde bulunmalarına yardım edebilirler. Çocuğa seçim hakkı verildiğinde çocuk yaptığı seçimin sonucundan memnun olmayabilir. Durumu hızla çocuğun memnuniyeti yönünde değiştirmeye dönük bir ebeveyn tutumu sorumluluk anlayışını zayıflatır. Maalesef çocuk davranışlarının ya da seçimlerinin sonucuna katlanmak zorunda olmadığını öğrenir.

Günümüzde ebeveynlerden çok sık duyduğum bir ifade var: “Her şeyi çocuğum için yapıyorum, her şeyim onun, hayatımı ona adadım, onun için çalışıyorum.” kulağa ilk etapta çok özverili ebeveyn ifadeleri olarak geldiğine eminim. Ancak bu tarz ifadeler ebeveynin kendi varlığını yok saydığı ifadeler gibi geliyor bana. Çocuğu öncelik olarak belirlemek elbette önemli ancak ebeveynin kendi varlığını yok sayması aslında ruh sağlığı açısından riskli bir durum. Anne ya da baba olmadan önce bir birey olduğunu unutmaktan söz etmeye çalışıyorum. Yaşamda evlat, eş, arkadaş, kardeş gibi farklı rollerimiz var. Var oluşu sadece ebeveyn rolü üzerinden tanımlamak diğer rollerimizi ihmal etmemize neden olur. Bu bir anlamda ebeveynin kendini ihmal etmesidir. Tek rol üzerinden oynanan hayat oyunu bir süre sonra tekdüze bir hal alabilir. Çocuğunuz, eşiniz ya da arkadaşınız değildir. Kendi fiziksel ve psikolojik sağlığına özen göstermeyen ebeveynin bakım vermesi güçleşir. Ebeveynlerin kendi çocuklarını iyi gözlemleyerek özgün farklılıklarına göre biçimlenmiş yaklaşımlar benimsemelerini öneriyorum. Herkes için doğru olan sizin çocuğunuz için doğru olmayabilir.

Son olarak, çocukların da yetişkinler gibi anlaşılmaya ihtiyaçları var. Anlaşılmanın yolu karşı tarafın bizi yakın bir ilgiyle dinlemesinden geçiyor. Çocukların gelişimsel olarak dil becerileri yeterince gelişmediğinden empati temelli bir dinleme, onların ebeveyn ilişkisinde özgür ve rahat hissetmelerini sağlar. Anlattıklarınızı ilgiyle dinleyeceğine inandığınız bir ebeveyne sahip olmak değerli hissetmenin en kıymetli yolu sanırım. Eskiye göre, günümüz ebeveynleri çocuklarını daha çok dinliyorlar. Ebeveynlere çocuğunuzu can kulağıyla, ilgili bir şekilde dinleyip kendini ifade etmesine izin veriyor musunuz diye sormak istiyorum. Sözünü kesmeden, derdini küçümsemeden, öğüt vermeden ifade etmesini kolaylaştırarak sabırla dinlemenin altını çizmek istiyorum.

  • Kendimiz ile Olan İlişkimizi Düşündüğümüzde, Pandemi Sürecinde Sizce Neler Değişti? Kendimizle Olan İlişki Biçimimizin Çocuğumuzun Yaşamındaki Yansımaları Nelerdir?

Bu soruya yanıt vermek zor. Çünkü genelleme yapmak zor. Çok büyük ihtimalle her ebeveyn pandemi sürecini kendi yaşam koşullarında oluşan gerçeklerle şekillendirdiler. Kimi ebeveyn ekonomik güçlüklerle boğuşmuş olabilir. Kimi ebeveyn sağlık sorunları yaşamış olabilir. Kimi ebeveyn hem evde hem dışarda çalışmak durumunda kalmış olabilir. Bu nedenle genelleme yapmak zor geldi. Bireysel farklılıklara göre değişiklik gösterebileceğini vurgulayarak belki şöyle ifade etmek mümkün olabilir. Pandemi süreci hepimizde ölüm korkusunu tetikledi ve zamanın limitli olduğu gerçeği ile yüzleştirdi. Günlük kaygılarımızın dışına çıkıp varoluşsal bir kaygıya kapıldık. Peki, zaman biten bir şeyse eğer, kalan zamanımızı nasıl geçirmek istediğimiz sorusu zihinlerde belirdi. Acil ve önemli olan her şey bir anda önemini yitirdi. İzah boşluğuna düştük. Anlam yüklediğimiz tüm telaşlar bitti. Önemli olan tek bir şey vardı: Kendimizi ve sevdiklerimizi hayatta tutmak!

Pandemi öncesinde günlük yaşamın telaşı içinde yapmak istediklerimizi sürekli erteliyorduk. Önemli işler hiç bitmiyordu. Bu durum bir anlamda yaşamı ertelemekti sanırım. “Çok önemli” diyerek anlam yüklediğimiz detaylardan vazgeçip ertelediklerimizi ve gerçekten bizim için neyin önemli olduğunu fark ettik. Sevdiklerimize ve çocuklarımıza daha çok zaman ayırıp günah çıkarttık belki de… Çocuklarımıza sıkıca sarılarak -belki de yapışarak- güvende hissetmek istedik. Pandeminin bizi ayırmasından çok korktuk. Salgın öncesindeki seçimlerimizi ve önceliklerimizi anlamsız bulup kendimize kızdık belki… Yaşamın absürtlüğü çıktı karşımıza. Varoluşsal bir krizin içinde bulduk kendimizi… Ezberimizde olmayan salgınla şekillenen yeni bir yolculuk başladı. Eve kapanma gibi kollektif eylemlerle kontrol ettiğimize inandık. Oysa hepimizi rahatsız eden tek bir başlık vardı: Belirsizlik ! Daha esnek kalarak belirsizliğin içinde varolabilenlerin yaşamı yaratıcılıkla zenginleşti. Yaptığımız bir araştırma sonucuna göre belirsizlikle yol alanların yakın ilişkileri iyileşti, üretkenlikleri arttı, kendileriyle daha barışık oldular. Kendisiyle barışık ebeveynlerin çocukları da daha az kaygılandı ve yaşamın tadını çıkarmaya devam ettiler. Esneklik gösteremeyenler daha katı kurallarla yaşamı daraltarak kaygı içinde olmayı seçtiler. Maalesef o kaygılar da çocuklara bulaştı…

  • Salgın Süreci Eş İlişkilerini Nasıl Etkiledi? Nasıl Oluyor da Bu Süreçte Bazılarımızın İlişkisi Güçlenirken Bazıları Kopma Noktasına Geldi?

Pandemi elbette yaşamın her alanında olduğu gibi eşler arasındaki ilişkiyi de yeniden şekillendirdi. Genelleme yapmaktan kaçınmakla birlikte araştırma sonuçları boşanma oranlarının arttığını gösteriyor. Salgında eşler hiç olmadığı kadar uzun bir zamanı birlikte evde geçirdiler. Çocukların okulunun eve taşınması, ebeveynlerin işlerini evden yürütmeleri, ev işlerinin artması gibi sebepler eşlerin birlikte geçirdiği zamanı kuşkusuz olumsuz etkiledi. Üstelik istesek de istemesek de evde bir arada kalmak zorundaydık. Pandemiye özel bu durum eşler üzerinde bir baskı yarattı. Önceden bildiğimiz stresi azaltmamızı sağlayan başa çıkma yollarımız yetersiz kaldı. Kafamız dağılsın diye arkadaşlarla yemeğe çıkarken ya da komşumuzla bir kahve içerken bunları yapamaz hale geldik. O kadar uzun zamanı birlikte geçirdik ki, eşlerimizde belki de görmezden geldiğimiz önemsiz detaylara (ışığı açık bırakması, aldığını yerine koymaması gibi) takılıp ciddi sorun haline getirmeye başladık. Pandemide bu küçük rahatsızlıkların dozunun artmış olma olasılığı yüksek. İlişkinin içinde kişisel tercihlerin peşinde ısrarla koşmak eşler arasındaki ilişkiyi zedeler. Uzun kapanmalar belki ilk etapta çiftlere “Ne güzel uzun zamandır birlikte zaman geçirmiyorduk. Sonunda birlikte uzun zaman geçirme fırsatı yakaladık.” dedirtmiş olabilir. Maalesef her çift için durum böyle olmadı. Pandeminin yarattığı belirsizliğin içindeki kaygıyı eşler büyük ihtimalle aynı evin içinde birbirlerine yansıttılar ve ciddi iletişim problemleri yaşanmaya başladı. Hepimizin kaygılı olması bizleri aynı zamanda daha kırılgan hale getirdi. Böylece, değişen yaşam düzeni yüzünden artan baskı ve stres virüsün yarattığı korkuyla perçinlendi. Aralarındaki bağı korumakta zorlanan çiftler için tehlike burada başladı ve aynı evin içinde birbirlerine yabancılaşmaya başladılar. Az önce pandeminin var oluşsal bir krize neden olduğu kişisel sorgulamalara yol açtığını söylemiştim. Aynı durum eşler arasındaki ilişki içinde geçerli aslına bakarsanız… “Ben bu adam ya da kadınla gerçekten mutlu muyum?” sorusu dillendirilmese bile zihnin bir köşesine yerleşti. Çünkü yaşamdaki zamanın limitli olduğu gerçeğinden kaçmak mümkün değildi. Eşler aynı ebeveyn-çocuk ilişkisindeki gibi kaygılı durumlarda birbirilerini yatıştırırlar. Birbirlerini yatıştıran çiftlerin ilişkisi güçlendi, yatıştıramayan çiftlerin ilişkisi kopma noktasına geldi. Salgın koşullarındaki belirsizliğin içinde hem birey hem de çift olarak kalabilmek ve hatta bu durumu bir fırsata çevirerek aradaki yakınlığı güçlendirmek mümkündü. İlişkinin içinde hem “ben” olarak varlığımı korumak hem de “biz” olma halinden korkmamak işin sırrı diyebiliriz. Hem iç dünyamızda neler yaşadığımızın hem de eşimle aramızda neler olduğunun ayrı ayrı farkında olmak gereklidir. Pandeminin başlattığı varoluşsal kriz içindeki sorgulamada ilişkilere dair önemli kararların alındığına ve farkındalıkların yaşandığına inanıyorum. Unutmayalım ki pandemi rutinlerimizi bozarak konfor alanlarımızı ve hayatın akışını bozdu. Var oluşsal sorularla kim olduğumuzu daha fazla anlamaya ihtiyaç duyduğumuz bir dönem geçiriyoruz. Eğer bu sorgulamayı eşler birlikte yaparsa birlikte ortak bir yaşam amacını yeniden oluşturabilirler.

  • Gerek Eşimiz Gerekse Çocuklarımızla Olan İlişkimizi Yeniden Yapılandırmamız Mümkün Mü? En Çok Nelere Dikkat Edilmeli?

Elbette ilişkilerimizi yeniden yapılandırmak kararlılık ve adanmışlık gerektiriyor. Çok kolay olduğuna inanmıyorum ama mümkün olduğuna inanıyorum. Yine söyleyeceğim bunun için bir formül vermek doğru değil. Çünkü bireysel farklılıkları her zaman gözetmek gerekir. Genellemelerin dikkatle yapılması gerektiğini düşünüyorum ama sıradaki cümleyi çekinmeden söyleyebilirim. Eşimiz ya da çocuğumuzla ilişkimizde karşımızdakine alan bırakmak ve saygı duymak çok önemli. Zaten saygı duyduğumuzu düşünüyor olabiliriz ama yine üzerinde düşünmek fena olmaz. Karşımızdakinin sınırlarına ve ihtiyaçlarına o talep etmeden saygı göstermek gerekir. Örneğin, eşimin izlediği televizyon dizisi bana çok saçma ve anlamsız gelebilir, birlikte başka bir şey izlemeyi önerebilirim. Ancak eşimin benim önerimi reddetme özgürlüğü var. Bunu kişisel bir mesele haline getirip “Benimle zaman geçirmek istemiyor.” diye düşünerek kendi kendime dert edinirim. Öte yandan “Sanırım bu saçma diziyi gerçekten seviyor. Şu an izlemek istiyor. Yarın birlikte bir şeyler izleriz.” şeklinde düşünerek daha rahat hissederim. Seçim bana ait. Aile üyeleri aynı evin içinde hem birlikte hem ayrı ayrı kaliteli zaman geçirmeyi başarırsa sınırların korunduğu bir aile yapısı oluşacaktır.

Eş ve çocuklarla kaliteli zaman geçirmeye özen göstermek aile ilişkilerini güçlendirir. Nasıl zaman geçirmek istediğinize dair düşünmek ve rutinin dışında yaratıcı yollar bulmak eğlencelidir. Eşinizle ve çocuğunuzla özel zaman geçirmek bir rutin haline gelirse herkes kendini değerli hisseder ve küçük sorunlar hızla kendiliğinden çözülür.

Hiç fark etmeden hem çocuklarımıza hem eşimize karşı eleştirel ve suçlayıcı ifadeler kullanıyor olabiliriz. Suçlayıcı ve eleştirel ifadeler ilişkilerde oldukça zarar vericidir. Kullandığınız dile dikkat etmek ve ifadelerinizi ben diliyle başlatmak eşinizin ya da çocuğunuzun savunmaya geçmesini engeller. Sizi anlamak için uğraşır. Bunlara örnek verecek olursak suçlayıcı ve eleştirel ifade de “Her zaman bunu yapıyorsun. Aldığın hiçbir şeyi yerine kaldırmıyorsun. Senin yüzünden bende aradıklarımı bulamıyorum.” tarzı konuşmalar yapılırken, ben dili kullanarak oluşturulan ifadelerde “Aradığım şeyleri yerinde bulamadığımda evin içinde dört dönüyorum ve panik oluyorum. Yapacağım diğer işleri unutuyorum.” şeklinde aktarım yapıldığında daha yapıcı bir iletişim kurmuş oluyoruz.

Son olarak, duygularınız hakkında eşinizle ve çocuğunuzla konuşun. Onların da duyguları hakkında konuşmasını destekleyin. Duygusunu isimlendirmesine yardım edin. Yalnız olmadığını söyleyin. Her duygu aslında bir ihtiyaca işaret eder. İhtiyacın açığa çıkması sorunların çözülmesine yardım edecektir. Sizden tavsiye istemiyorsa vermeyin. Bazen sadece birisi bizi dinlesin ve anlasın isteriz. Kendi söylemek istediklerinizi erteleyin ve sadece şefkatle dinleyin. Dinlerken duruşunuza ve yüz ifadelerinize dikkat edin. Unutmayın ki, dinlemek duymaktan ibaret değildir. Beden dilinizi kullanarak şefkat ve ilginizi gösterin.

  • Son Olarak, Ailelerin Bu Dönemde Çocuk Yetiştirirken En Çok Dikkat Etmesi Gereken Noktalar Nelerdir? Ailelere Neler Önerirsiniz? 

İlk önerim bir ruh sağlığı çalışanı ve akademisyeni olarak benim için çok kritik. Çocukların gelişim dönemi özelliklerine bağlı olarak tepkisel olmaları çok normal. Çünkü zihinsel becerilerini henüz yetişkinler gibi kullanamıyorlar. Çocuklar tepkisel olduklarında ebeveynlerin de zaman zaman kontrolü yitirip tepkisel davranmalarına çok rastlıyorum. Unutmayalım ki, çocuklar çocuk oldukları için daha kırılgan olurlar ve korunmaya ihtiyaç duyarlar. Yetişkinler gibi başa çıkma mekanizmalarını kullanma konusunda henüz yetkin değildirler. Yetişkinlerin tepkisel davranışlarından çabuk etkilenirler ve hassaslaşırlar. Çocuk kendisine söylenmiş her olumsuz cümleyi zihnine kazır ve unutmaz. Hatta büyürken ona söylenen olumsuzluklar bir süre sonra kendi iç sesi haline gelir. Ebeveynlerin öfkeyle ya da kaygıyla harekete geçmeden önce etraflıca düşünmelerini ve tepkilerini öyle ortaya koymalarını öneriyorum. Çünkü çocukluktaki hassasiyetlere bağlı oluşan kırılganlıkları yetişkinlikte devam etmek olasılığı çok yüksek.

İkinci olarak, az önce de söylediğim gibi özellikle duygularını tanımaları ve ifade etmeleri konusunda ebeveynler çocuklarına model olmayı denesinler. Duyguyu tanıma ve sahiplenme yetişkinlik döneminde de önemli bir yaşam becerisi olarak karşımıza çıkıyor. Duygusunu tanıyan ve hissetmekten korkmayan çocuklar, kendi değerlerini başkalarının gözünden değerlendirmeyen yetişkinler olurlar. Örneğin, arkadaş grubunda kabul görmek için kendi doğrularından vazgeçmeyen çocuklar değerli hissetmek için başkalarının onayına ihtiyaç duymazlar ve iyi hissetmek için ağır bedeller ödemek zorunda kalmazlar. Çocuklarınızın başkalarıyla iyi ilişkiler kurmasının ve ilişkilerin içinde kendini korumasının sırlarından biri duygularıyla arkadaş olmasından geçiyor.

Söylenecek hala çok şey olsa da, ama son olarak, başkalarının hakkına saygı duyan, adalet ve eşitlik anlayışı gelişmiş, başkalarının iyiliğini önemseyen çocuklar yetiştirmek dünyayı daha yaşanır bir yer haline getirecektir. Sorularınız ve davetiniz için teşekkür ederim.

Röportaj:
Prof. Dr. Özlem Karaırmak

Prof. Dr. Özlem Karaırmak
Bahçeşehir Üniversitesi’nde, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Ana Bilim Dalı ve Bölüm Başkanıdır. 1997 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde lisans derecesini tamamladıktan sonra aynı üniversitede yüksek lisans, ardından doktora derecelerini tamamlamıştır. Deprem deneyimi geçirmiş çocukların korkularını azaltmak üzere bir grupla psikolojik danışma programının etkililiğinin sınandığı yüksek lisans tezi ve depreme maruz kalmış yetişkinlerde psikolojik sağlamlılığı açıklayan kuramsal bir modelin önerildiği doktora çalışmasını yürütmüştür. Lisansüstü çalışmaları doğal afet, travma ve psikolojik sağlamlık konularını kapsamaktadır. Doktora eğitimi süresince bir yıla yakın Florida State Üniversitesi Travmatoloji Enstitüsü’nde misafir araştırmacı olarak bulunmuştur. Araştırma ilgi alanlarını doğal afetlerin psikolojik etkileri, travma ve travmaya bağlı stres, travmatik belirtiler, psikolojik sağlamlık, krize müdahale, terapide metafor kullanımı, varoluşçu yaklaşım, tinsellik ve kaygı gibi çeşitli konular oluşturmaktadır. Temel olarak bu konularda ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlanmış 30’dan fazla araştırması, 55’in üzerinde bilimsel toplantılarda sunulan bildirisi bulunmaktadır. 5 farklı kitapta çeviri bölümü bulunmaktadır ve 9 farklı kitapta bölüm yazarlığı yapmıştır. Akademik kariyerinin ilk yıllarından itibaren UNICEF, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ve SPARK başta olmak üzere birçok uluslararası kurum tarafından desteklenen projenin araştırma, geliştirme, uygulama ve değerlendirme boyutlarında yer almıştır. “Çocuk Dostu Okul Projesi”, “Zorlayıcı Yaşam Olaylarında Psikoeğitim Projesi”, “Deprem Sonrası Saha Çalışanları ile Grup Çalışması” bu proje ve çalışmalardan bazılarıdır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı, İl Sağlık Müdürlüğü gibi devlet kurumları, çeşitli STK’lar ve eğitim kurumlarında psikolojik ilk yardım, psikososyal müdahale, yas süreci ve stres tepkileri gibi birçok konuda seminer ve eğitimler vermeye devam etmektedir.